10 Aralık 2018 günü Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul ve ilanının 70. yıldönümüdür.
2. Dünya Savaşı’nın neden olduğu ağır yıkım ve tahribatından ardından benzeri acıların bir daha asla yaşanmadığı ve barışın egemen olduğu bir uluslararası düzen kurmak amacıyla daha savaş sürerken başlayan tartışmalar savaşın hemen akabinde sonuç vermiş ve 26 Haziran 1945 tarihinde Birleşmiş Milletler Kuruluş Antlaşması imzalanmıştır.
Antlaşmanın “Giriş” bölümünde insan hakları kavramına yer verilmiş ve barışın korunmasında insan haklarının önemine vurgu yapılmıştır. Antlaşmanın 55. maddesinin C fıkrasında ise BM’nin kendisine, ulusların arasında barışçı ve dostça ilişkiler oluşturabilmek için “ırk, renk, dil ya da din ayrımı gözetilmeksizin herkesin insan haklarına ve ana özgürlüklerine, bütün dünyada etkin bir biçimde saygı gösterilmesini kolaylaştırmak” yükümlülüğü verilmiştir.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin hazırlanması, 29 Nisan 1946 tarihinde, BM bünyesinde “İnsan Hakları Komisyonu” kurulmasıyla başlamıştır. Komisyonca hazırlanan, bir Giriş ve 30 maddeden oluşan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, 10 Aralık 1948 günü Paris’te toplanan BM Genel Kurulu’nda kabul edilmiştir. Daha sonra 4 Aralık 1950 tarihinde ise BM Genel Kurulu, “10 Aralık”ı insan hakları günü olarak ilan etmiştir.
Böylelikle İnsanın sahip olduğu onur ve değerin haklara kaynaklık ettiği ve bu hakların evrensel olduğu fikrini temel alan Evrensel Bildirge’nin kabulü, insanlık için büyük bir kazanımdır.
Evrensel Beyanname’nin başlangıç bölümünde insanlık ailesinin bütün üyeleri için eşit, bölünemez ve devredilmez hakların tanınmasının, dünyada özgürlüğün, adaletin ve barışın temeli olduğu, eğer hakları korunamıyor ise herkesin zulüm ve baskıya karşı son çare olarak direnme hakkına başvurmak zorunda kalabileceği, bu mecburiyetin yaşanmaması için de insan haklarının bir “hukuk rejimi” ile korunmasının bir zaruret olduğu belirtilmiştir.
Bildirgenin 70. yılında insan hakları araçsallaştırıldı ve tehdit altında
Buna karşın günümüzde Evrensel Beyanname’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hala kurulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsiyetinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında yeterli koruma bulamamaktadır. Maalesef günümüzde Birleşmiş Milletler Örgütü de varoluş gerekçesiyle çelişir biçimde, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede/sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirasın korunmasında, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, başta kadınlara yönelik olmak üzere her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır.
Dahası Birleşmiş Milletler örgütü ve Avrupa Konseyi’nin insan hakları ve demokrasiye dayalı bir sistem üzerinden inşa edilmesine karşın aradan geçen 70 yıllık zaman içerisinde insan haklarında aşınmanın gerçekleştiği ve insan haklarının araçsallaştığı, devam eden ekonomik krizler, silahlı çatışma ve savaş ortamlarının insan haklarını tehdit ettiği bir dönemi yaşıyoruz. Bugünlerde Fransa ve kimi Avrupa ülkelerinde gerçekleşmekte olan “sarı yelekliler” gösterileri yaşanmakta olan krizin tüm dünyadaki göstergelerinden sadece birisidir.
Bugün tüm dünyada insan haklarına dayalı bir ortak yaşam ideali ekonomik, kültürel, dinsel, etnik vb. her türden “savaş” gerekçesiyle yaşanan küresel çapta olağanüstü hal rejimleriyle büyük bir tehdit altındandır. Sözkonusu ideal, ikili ticari veya uluslararası bölgesel çıkar anlaşmalarına kurban ediliyor. Aslında karşı karşıya olunan büyük bir insanlık krizidir. Bu krizin hem Türkiye özelinde hem de dünya genelinde tezahürü ise şiddetin her türünün sistematikleşmesi, yaygınlaşması ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatılmasıdır. Evrensel Beyanname’nin kabul edilişinin 70. yılında insanlığın hazin bir şekilde karşı karşıya kaldığı bu krizden çıkmanın tek yolu ise yine Evrensel Beyanname’nin içerdiği ilke ve değerlere sahip çıkarak kayıtsız şartsız yaşama geçirmektir.
Dünyadaki kötü gidişatın özelikle mülteci/sığınmacı/göçmenlerin sayısını artırdığı, bu kişilerin haklarının pazarlık konusu yapıldığı, bu durumun da insan haklarının araçsallaşmasına özelikle katkı sunduğu, Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi sisteminin insan haklarının evrenselliği ve uluslararası korumaya tabi olması anlayışı bakımından, yetersizlik ve eksikliklerinin ortaya çıktığının görüldüğü bu dönemde yeniden insan haklarını hatırlatmak başlıca görevlerimiz arasındadır.
Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorunu büyümüştür
Dünyadaki bu olumsuz gelişmenin Türkiye’deki olumsuz gidişata katkı sunduğu, Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi sorununun giderek büyüdüğü, Türkiye’nin temel sorunlarını çözmekten uzaklaştığı ve giderek otoriterleştiği yeni bir döneme girilmiştir. Türkiye’nin Kürt sorununu çözemediği için gerçek bir çatışma çözümü gerçekleştiremediği, bunun sonucunda demokratikleşmesini sağlayamadığı, tersine bir gidişatın içerisine girdiği ve anayasasını değiştirerek tek kişi yönetimine dayalı otoriter bir başkanlık modeline geçtiği ve bunun da sürekli hak ihlali ürettiği görülmektedir.
Türkiye’nin sürekli silahlı çatışma ortamında rejiminin otoriterleşmesinin yanı sıra içerisine girdiği ekonomik krizin etkisi ile ekonomik ve sosyal haklarda ciddi bir gerileme süreci içerisine girdiği ve bunun sonucunda işsizlik ile birlikte yoksulluğun giderek arttığı, buna karşı mücadele etmek isteyen işçi ve emekçi örgütlerinin üzerinde baskı kurulduğu bir ortamdayız.
Türkiye son iki yılda ilan ediliş gerekçesinin çok ötesine geçen, her türlü denetimden uzak ve keyfi bir şekilde uygulanan, ağır ve ciddi hak ihlallerine yol açan bir OHAL rejimi ile yönetildi. OHAL uygulamaları ve Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile bir yandan yurttaşlar “haklara sahip olma hakkı”ndan mahrum bırakılırken diğer yandan hem toplumun üyeleri arasındaki ilişki hem de yurttaş ile devlet arasındaki ilişki insan haklarına dayalı demokratik bir ilişki olmaktan çıkarılmıştır. Toplumun eşitlik ve adalet duygusunun şiddetli bir erozyonuna yol açan bu durumun 2018 yılında da sürdüğünü görüyoruz.
Dahası OHAL koşullarında, baskı ve zorunyanı sıra yapılan değişiklikler ile iktidarın kontrol ve manipülasyonuna açıkhale getirilen seçim mevzuatı altında gerçekleştirilen 24 Haziran 2018 Seçimleriylebirlikte yürürlüğe giren “yeni rejim”, art arda yaptığı pek çok düzenleme ile OHAL’ikalıcı ve sürekli hale getirmiştir. Bugün gelinen aşamada parlamento denge vedenetleme fonksiyonuna sahip bir siyasal kuvvet, yurttaşların temsilcileri aracılığıile hak aradığı, taleplerini ifade ettiğibir kurum olmaktan çıkarılmış, yürütme gücünün basit bir meşrulaştırma/onayaracına dönüştürülmüştür. Hak temelli bir rejim fikri terk edilmiş; hukukkurumu, minnet ve rıza göstermeyen toplumsal kesimleri susturma ve sindirmearacı haline getirilmiştir. Bir yandan ülke içinde ve dışında sürdürülen militaristve savaş yanlısı politikaların etkisiyle diğer yandan uzun yıllardır uygulanagelen neoliberal ekonomi politikalarının bir sonucu olarak ülke siyasal,kültürel ve ekonomik ağır bir kriz içine girmiştir. İşsizlik, yoksulluk vedışlanma geniş toplumsal kesimlerin maruz kaldığı hak ihlallerinin başlıca kaynağıhaline gelmiştir. Esnek, güvencesiz çalışma ve iş cinayetleri çalışanlarınadeta kaderi haline gelmiştir. Kadınların kazanılmış haklarını geri almayayönelik düzenleme ve saldırılar; LGBTİ+ hareketine yönelik dışlama, baskı ve engeller;ülkede milyonlarca mültecinin haklardan mahrum bırakılarak yok sayılması; farklıetnik ve inanç gruplarının taciz edilerek ayrımcılığa maruz bırakılmaları; insanhakları savunucularına ve hak mücadelesi veren kesimlere yönelik giderek artanbaskılar insan hakları değerlerinin toplumsal yaşamdan tümüyle tasfiye edilmeyeçalışıldığının açık göstergesidir.
Raporun tamamı için tıklayın: İHD & TİHV 10 Aralık İnsan Hakları Günü Açıklaması