12 Eylül 1980 askeri darbesinin üzerinden 28 yıl geçti.
Darbeciler, 12 Eylül’den sonra “darbe düzeni” kurmuşlardı. Her şey devlet içindi. Önce devlet geliyordu. Yurttaşlar da devlet içindi. İnsan haklarını hiçe sayan, özgürlükleri devlet için tehlike gören bir düzendi bu. Militarizmin egemenliğine dayanıyordu. Bu “darbe düzeni” özü itibariyle halen devam etmektedir.
Demokratikleşme alanında pek çok önemli adım atılmasına karşın, sistemin militer/otoriter özü hala varlığını sürdürüyor. Darbecileri koruyan hukuksal mevzuat hala varlığını sürdürüyor.
Darbeleri meşru gören bir zihniyet iklimi de, hala mevcut.
Darbe teşebbüslerinin de sürdüğü anlaşılıyor. Darbe düzenine rağmen bununla yetinmeyenler var. Yurttaşların hak ve özgürlük sınırlarının genişlemesi darbe düzeninden/düzenlerinden nemalananları korkutuyor.
Eskiden anarşi ve terör bahane ediliyordu. Sosyal gelişmeden ürkülüyordu. Son dönemlerde öyle anlaşılıyor ki, başka bir bahane bulunmuştu. Herhalde şöyle bir mantık yürütülüyordu: ‘Laiklik elden gidiyor! Şeriat geldi, geliyor! O halde, darbe meşrudur, herkes bu şeriat karşıtı ve dolayısıyla otomatik olarak ilerici, darbeyi desteklemeli vb…’
Oysa giden/gidecek olan tarihselliği bağlamında militer/otoriter rejimleriydi. Gitmesin isteniyordu. Türkiye’nin, merkezinde askerin olduğu militer bir rejime mahkûm olması isteniyordu.
İstenen bu olmalıydı.
Demokrasi korkusuydu bu.
Hak ve özgürlük korkusuydu.
Gelinen noktada söyleyeceklerimiz özetle şöyledir:
Geçmişin darbelerinin hukuk önünde hesabı sorulmadan, darbe düzenlerinden kurtulmak olası değil.
Bunun için de, sistemin hukukun üstünlüğü ve demokrasi ilkesine göre inşa edilmesi gerekmektedir. Sistemin değerleri, insan onuru, insan hakları ve özgürlükleri, barış, eşitlik, dayanışma olmalıdır.
Türkiye’nin ihtiyacı rövanşist duygu ve düşünceler değil, ilkelere ve değerlere dayalı bir sistem ve bu sistemin geçmişle yüzleşmeyi- gelecek için, adaletle gerçekleştirebilmesidir.
Hüsnü Öndül
İHD Genel Başkanı