12 Eylül’ün 43. Yılında: Ne Darbe Ne Diktatörlük Acil Demokrasi, Acil İnsan Hakları!

Buradayız, çünkü ağır bilançosunu aşağıda paylaştığımız askeri darbe, 12 Eylül 1980 sabahı 03.00’de buradan, TRT’den duyurulmuştu.  Üzerinden tam 43 yıl geçti ancak; halen 82 tarihli darbe anayasası ile yönetiliyoruz ve darbe anayasası ile hayatımıza sokulan kurumlar yanında, insan hakları normlarının, demokrasi ilkelerinin ve yürürlükteki hukukun dahi yok sayılması, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, toplantı ve gösteri hakkı gibi temel hak ve özgürlükleri kullanılamaz hale getiren yasak ve baskılar, nefret saldırılarının ve ırkçılığın desteklenmesi, tüm itirazların susturulması amacıyla işkence ve kötü muamelenin yaygınlaştırılması, hukuki dayanaktan yoksun tutuklama ve cezalar, her yıl yenileri eklenen yüzlerce hapishane, sistematik tecrit, ağırlaştırılmış müebbet, infaz yakma, işkence ve kötü muamele ve benzeri infaz uygulamaları ile ölüme terk edilen mahpuslar, güvenlik soruşturması bahanesi ya da asılsız suçlamalarla muhaliflerin iş akitlerinin feshi ve benzeri devasa sorunlar ile, 12 Eylül zihniyeti halen iş başında.

Bilindiği üzere; 12 Eylül darbesine karşı olmakla övünen Ak Parti hükümeti, uzun iktidar dönemi boyunca; sadece kısmi anayasa değişikliklerine imza attı ve darbelerle hesaplaşmayı göstermelik bir 12 Eylül yargılaması ile sınırlandırdı. İşlenen insanlığa karşı suçları göz ardı eden bu göstermelik yargılamada, işkence ile öldürülenlerin hesabı sorulmadı, gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır, Mahmut Kaya, Hüseyin Morsümbül, Nurettin Öztürk, Zeki Altunbaş, Hayrettin Eren, Nurettin Yedigöl, Süleyman Cihan, Mustafa Hayrullahoğlu, Maksut Tepeli ve idam edildikten sonra bedenleri kaybedilen İlyas Has ve Veysel Güney için adalet arayışına dahi girilmedi. 12 Eylül zihniyetinin yarattığı 90’ lı yıllar kâbusu ve 12 Eylül 1994 günü Kenan Bilgin’in kaybedilmesi ile darbe arasında bir bağ kurulmadı.

İktidar bununla da kalmadı, “15 Temmuz darbe girişimi” sonrasında ilan ettiği ve iki yıl süren OHAL, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa değişikliği, 31 Temmuz 2018 tarihinde yürürlüğe giren ve OHAL yetkilerinin devamını sağlayan 7145 sayılı torba kanun, 25 Ağustos 2018 den başlayarak Cumartesi Anneleri’nin Galatasaray buluşmalarına getirilen yasaklar ve devamında 2020 yılında çıkarılan yeni Bekçiler Kanunu, Çoklu Baro Yasası, Sosyal Medya Sansür Yasası, Ceza İnfazında eşitsizliği derinleştiren ve işkenceye zemin hazırlayan, Sivil Toplum Örgütlerine kısıtlamalar getiren yasal düzenlemeler, 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve hak ve özgürlüklere getirilen yasak uygulamaları ile 12 Eylül’ü daha da pekiştirdi ve hükümetin OHAL yetkilerini 3 yıl süreyle yeniden uzatan yasanın 18 Temmuz 2021 tarihinde kabulü ile rejim, OHAL koşullarının ötesine geçtiğini ve rejimin otoriter tarzda yeniden yapılandırılması amacıyla hareket ettiğini de göstermiş oldu.

Önceki yıl yaptığımız açıklamamızda; “Hükümetin OHAL yetkilerini 3 yıl daha uzatan bu son düzenlemenin; 2023 için planlanan milletvekili ve cumhurbaşkanlığı seçimi ile 2024’teki belediye seçimlerinin güvenliğini tehlikeye sokacağı, demokratik seçim faaliyetini engelleyeceği, işkence yasağı, toplantı ve gösteri yürüyüşü, ifade özgürlüğü, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ve seyahat özgürlüğünü doğrudan sınırlandıracağına yönelik eleştirilerin dikkate alınmaması da demokrasi ve insan haklarından uzaklaşmaya devam edileceğini göstermektedir.” Demiştik ki o tarihten bu yana hak ve özgürlüklerin hukuka aykırı müdahaleler ve keyfi yasak kararları ile kullanılamaz hale getirildiğine tanıklık ediyoruz. Anayasa Mahkemesinin, Cumartesi Annelerinin haftalık Galatasaray buluşmalarının toplantı ve gösteri hakkı bağlamında hukuka uygun ve meşru olduğunu ısrarla belirttiği Şubat 2023 tarihli iki ihlal kararına rağmen, idare ve polis 22 haftadır Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını ve anayasayı yok saymakta, polis şiddeti ve kaymakamlık yasakları ile hukuk dışılık yerleştirilmekte, anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri hakkı ihlal edilmektedir.

Özetle geçen yıl olduğu gibi son bir yılda yine; Anayasa ve yasalar dahil, hukuk normlarının bağlayıcılığı yok sayılmış, Anayasa ve uluslar arası insan hakları sözleşmelerine aykırı, hak ve özgürlükleri yok sayan yeni düzenlemeler yapılmış, hak ve özgürlüklerin ihlaline karşı siyasi iktidarı durduracak, denetleyecek mekanizmalar tamamen ortadan kaldırılmış,  halk hukuk güvenliğinden yoksun bırakılarak hak ihlalleri, keyfiyet/ hukuk dışılık adalet ve emek mücadelesi alanına, ekoloji mücadelesine, LGBTİ’lere ve kadınlara genişletilerek devam ettirilmiştir. Ve geçen yıl olduğu gibi bu yıl da bu yapılanlarla kalıcı bir otoriter rejimin yapılandırıldığından söz ediyoruz.

Bir defa daha hatırlatıyoruz; Darbeleri önlemek için yapılması gereken bellidir; darbe kurumlarını kapatmak, hak ihlallerine neden olan yasaları tüm sonuçları ile ortadan kaldırmak,  darbecileri ve darbe sürecinde işlenen suçları cezalandırmak, darbe nedeniyle doğan zararların giderimini de kapsayacak şekilde onarıcı adaleti sağlamak, hak ve özgürlükleri evrensel ölçülerde genişletmek ve baskıdan kurtarmak, demokratik ve özgürlükleri esas alan yeni bir anayasa yapılması,  demokratikleşme yanında çatışma çözümü ve pozitif  barışı sağlamak ve kurumsallaştırmak.

Otoriterleşme yolundaki ısrarına rağmen, darbe karşıtı olduğunu söylemekten vazgeçmeyen hükümeti; 12 Eylül’e ve darbelere karşı olduğunu ispata çağırıyoruz. 

Darbelere de Otoriterleşmeye de Hayır!

İnsan Hakları, Demokrasi, Barış Hemen Şimdi!

 

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

İSTANBUL ŞUBESİ

 

EK:

Sözü edilen süreçte yaşanan hak ihlallerine dair web sitemizde de yer alan çeşitli raporlar yanında, hak ve özgürlük  mücadelesinde hafızanın önemine binaen 12 Eylül,  iki yıllık OHAL ve sonrasında çıkarılan ve OHAL’i “süreklileştiren” 7145 sayılı yasa ve devamındaki yasal düzenleme , uygulamalar ve hak ihlallerine  ilişkin özet bilgiyi ekte dikkatinize sunuyoruz.

12 Eylül Darbesi

Darbe 12 Eylül 1980 ‘de ilan edilmiş ve 1982 darbe anayasası ile de kurumsallaştırılmıştı. 1983 yılında kurulan Bülent Ulusu hükümeti ve sonrasında kurulan hükümetler darbeci zihniyetin ve darbe uygulamalarının aracı olmuşlardı. 19 Temmuz 1987 tarihine kadar sıkıyönetim devam ettirilmiş ve sonrasında 1983 tarihli Olağanüstü Hal Kanunu uygulamaya konularak, 30 Kasım 2002 yılına kadar da zaman zaman bölgesel uygulanmış olsa da kesintisiz OHAL uygulaması ile hak ve özgürlüklerimize yönelik saldırılar ve gasplar sürdürülmüştü.

2002 yılında demokrasi ve insan hakları diyerek hükümet olan AKP ise 12 Eylül’e ve darbelere karşı olmakla övünmekten hiç vazgeçmemiş ama 82 darbe Anayasası, YÖK, MGK gibi 12 Eylül kurumlarını kaldırmak için anlamlı adımlar atmaya yanaşmamıştı. Uluslararası baskılar ve toplumun demokrasi, özgürlük ve barış taleplerinin baskısıyla zaman zaman darbe anayasasını tamamen değiştirme, darbecileri lanetleme gibi söylemlere yönelmişse de bu söylemlerin sözden öteye geçemeyeceğini de 12 Eylül davası açıkça göstermişti.

Anayasanın 15. maddesinin kaldırılması ve darbecilerin yargılanmasının önünün açılması sonucunda; bir anlamda ‘dağ fare doğurmuş’, göstermelik bir dava açılarak, darbecileri mahkeme salonuna bile getirmeden 7 yıldızlı otellerde ağırlayarak ve milyonlarca mağduriyeti bir davaya hapsedip üstüne zamanaşımı zırhını geçirerek darbecileri korumuş, davayı siyasi çıkar amaçlı bir gösteriye dönüştürmüştü hükümet.

Oysa 12 Eylül darbesi sürecinde işlenen insanlığa karşı suçlar vardı; Alelacele ve adil yargılanma ilkelerine riayet edilmeden yapılan yargılamalarla 517 kişiye idam cezası verilmiş ve 50‘si infaz edilmişti; 300 kişi “kuşkulu” bir şekilde ölmüş 171 kişinin ‘işkenceden’ öldüğü belgelerle kanıtlanmış, 11 kişi gözaltında kaybedilmişti.

1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş, 650 bin kişi gözaltına alınmıştı.

14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılmış, 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitmek zorunda kalmış, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atılmıştı.

937 film ‘sakıncalı’ bulunduğu için yasaklanmış, 23 bin 667 derneğin faaliyeti durdurulmuş, sırf İstanbul’da 300 gün gazetelerin çıkması engellenmişti.

            31 gazeteci tutuklanmış, 300 gazeteci saldırıya uğramış ve 3 gazeteci öldürülmüştü ve

            tam 49 ton gazete, dergi ve kitap, sakıncalı olduğu iddiasıyla imha edilmiş, basın özgürlüğünü kısıtlayan 151 yasa çıkartılmıştı.

 

Göstermelik bir dava ve zamanaşımı ile üstü örtülerek tüm bu suçlardan aklandı darbeciler ve devlet. Suçlarıyla yüzleşmedi, cezasını çekmedi. Bu yüzden de hükümet; 2015 Nisan seçimleri sonrasında sokağa çıkma yasakları ile attığı adımı,15 Temmuz sonrasında 20 Temmuz 2016 tarihinde ilan ettiği OHAL ile taçlandırdı ve ülkeyi 12 Eylül’ün ta başına döndürmekte bir beis görmedi.

 

20 Temmuz 2016 tarihinden başlayarak 7 kez süresi uzatılan ve 2 yıl yürürlükte kalan OHAL’ de arkasında ağır bir bilanço bıraktı.

Bu süreçte, ikisi cumhurbaşkanlığı seçimlerden sonra olmak üzere 34 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarıldı.

OHAL KHK’ları ile sadece OHAL amacı ve süresi ile sınırlı işler yapılabilecekken bu yasal sınır aşıldı ve pek çok kanunda kalıcı düzenlemeler gerçekleştirildi. OHAL uygulamaları ile telafisi imkânsız mağduriyetler yaratıldı.

Bu KHK’lar ile yaşam hakkından çalışma hakkına kadar pek çok alanda temel haklar ve özgürlükler budandı, kazanılmış haklar gasp edildi.

İşkence, hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri, keyfi gözaltı ve tutuklamalar, çalışma hakkı ihlalleri, örgütlenme hakkına ve ifade özgürlüğüne yönelik ihlalleler giderek arttı.

Basına ve kamuoyuna yansıyan, resmi kurumların ve sivil örgütlerin raporlarından derlediğimiz bilançoya göre 2 yıllık OHAL süresince;

 

  • 125 bin 800 kamu görevlisi meslekten ihraç edildi, 20 bin dolayında memur açığa alındı.
  • 446 bin kişi hakkında adli işlem yapıldı. OHAL nedeniyle tutuklananların sayısı 80 bine yaklaştı, 50 bin civarında kişi adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı.
  • OHAL süresince 15 milletvekili tutuklandı,
  • 99 Belediyeye kayyım atandı Belediye başkanları tutuklandı.
  • 174 medya ve yayın kuruluşu kapatıldı, Türkiye, gazeteci tutuklama konusunda dünyada birinci sıraya yükseldi.
  • Haklarında soruşturma açılanlar ve kamudan ihraç edilenlerin kendileri ve eşlerinin pasaportlarına el konuldu.
  • 7 grev yasaklandı
  • Hapishanelerde mahpus haklarına ağır sınırlamalar getirildi. Sohbet, arkadaş görüşü gibi kimi haklar tamamen rafa kaldırıldı
  • OHAL mağduru 50 kişi intihar etti.
  • İş cinayetleri, kadın cinayetleri ve çocuklara yönelik istismar olaylarında ciddi artışlar oldu.
  • Ekonomik kriz derinleşti. İşsizlik ve yoksulluk arttı.

Bu ağır bilançoya rağmen OHAL’i sürekli hale getirecek bir yasal düzenleme, 7145 sayılı torba yasa, 31 Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe sokuldu.

Bu kanunun gerekçesinde; OHAL’in hükümete sağladığı olağanüstü yetkiler ile hak ve özgürlükler üzerindeki baskının OHAL koşullarında olduğu gibi devamını sağlamak gayesi güdüldüğü açık olarak yer aldı.

Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunan, kullanılamaz hale getiren, yaşam hakkı, işkence yasağı gibi temel haklara tehdit oluşturan bu yasa, açıklamanın giriş bölümünde de değindiğimiz üzere OHAL’i olağanlaştırdı ve iktidara bu kez yasa yoluyla kontrolsüz bir güç sağladı. Bu kontrolsüz güçle desteklenen iktidar bugün, idam cezasını geri getirmeyi vaat ediyor.

Bu yasa ve hukuka aykırı idari kararlar ile; Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin teminat altına aldığı hak ve özgürlükler, özellikle ifade özgürlüğü ve barışçıl toplantı ve gösteri hakkı neredeyse tamamen kullanılamaz hale getirildi. Galatasaray Meydanı’nda oturan Cumartesi Annelerinin eylemi 700. haftasında yasaklandı. Galatasaray Meydanı da dahil meydanlar insan hakları savunucularına, kayıp yakınlarına, adalet arayan ailelere dahi yasaklandı.

Bu süreçte, idari ve yargısal kararlarla toplumun tüm kesimleri baskı altına alındı. İşkence vakalarını artırdığı, yasa ve anayasaya aykırı olduğu bilinmesine rağmen 12 güne varan uzun gözaltı süresi uygulaması devam etti.

İdari kararlarla ve güvenlik soruşturması sonucunda işten atılmalar devam etti.

Hapishanelerde yaşanan sorunlar devasa boyutlara ulaştı ve can kayıpları arttı.

Kişi özgürlüğü ve güvenliğine yönelik tehditler ve ihlaller daha da görünür oldu. 80’lerden, 2020’ye kaçırılma vakalarında kullanılan araçlar beyaz toroslardan siyah transporterlara değişim göstermiş olsa da kaçırılma biçimleri, alıkonulma yerleri, uygulanan işkence yöntemleri neredeyse aynı.

Haksız yere tutuklanan milletvekilleri ve belediye başkanları halen tutuklu. Akademisyenler, hekimler, öğretmenler, siyasetçiler her an göz altına alınma, işlerinden edilme ihtimali ile yaşamlarına devam ediyorlar. Sudan sebeplerle ve sürekli tekrar eden gözaltı ve tutuklamalarla muhalifler baskı altında tutuldu, faaliyetleri engellendi.

Basın ve internet yasakları, gazetecilere yönelik baskılar devam ediyor. Halen, gazeteci tutuklayan ülkeler arasında birinci sıradayız.

2020 yılında çıkarılan Yeni Bekçiler Kanunu, Çoklu Baro Yasası, Sosyal Medyaya Sansür Yasası, Ceza İnfazında eşitsizliği derinleştiren yasal düzenlemelerden sonra 2021 de tablo daha da ağırlaştı. 20 Mart 2021 tarihinde İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ve hükümetin OHAL yetkilerini 3 yıl süreyle yeniden uzatan yasanın 18 Temmuz 2021 tarihinde kabulü ile rejim, hak ve özgürlüklerden uzaklaşmaya devam edeceğini ve otoriterleşme yönündeki ısrarını göstermiş oldu.

2022: Artık otoriter bir rejimden söz ediyoruz. 2022 İnsan hakları normlarını hiçe sayan, temel hakların keyfi karar ve uygulamalarla ortadan kaldırıldığı, kaosun ve krizin derinleştiği bir yıl oldu.

2023: Hükümetin OHAL yetkilerini 3 yıl süreyle yeniden uzatan 18 Temmuz 2021 tarihli yasa halen yürürlükte ve bu yasanın kabulü ile ortaya çıkan tablo daha fazla mağduriyet yaratarak etkisini sürdürüyor. Kişilerin hak ve özgürlüklerinin, can, mal, inanç ve kültürel değerlerinin hukuk kuralları tarafından korunacağına olan inanç olarak ifade edilen, hukuk kurallarının kişiler tarafından öngörülebilir olmasını ve o kuralları uygulayan idarenin işlem ve eylemlerinin de kanunlara uygun olmasını gerektiren hukuk güvenliğinin kalmadığı, adalete ve yargı bağımsızlığına inancın ortadan kalktığı o günden bu yana; Anayasa’yla, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa insan Hakları Mahkemesi kararlarıyla bağlı olmadığını açıklayan iktidar, faaliyetlerini hukuk dışı alanda sürdürüyor. Üstelik kamu görevlilerinin faaliyetleri denetim ve hesap verebilirlik dışına çıkarılarak ya da MİT mensuplarında olduğu gibi denetimleri, atamaları sadece Cumhurbaşkanına bağlanarak yargıdan güvenliğe tüm kamusal faaliyetler iktidarın eline teslim edildi. Son olarak, Anayasa Mahkemesinin Cumartesi Annelerinin haftalık Galatasaray buluşmalarının toplantı ve gösteri hakkı bağlamında hukuka uygun ve meşru olduğunu ısrarla belirttiği Şubat 2023 tarihli iki ihlal kararına rağmen, idare ve polis 22 haftadır Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığını anayasayı ihlal ederek yok saymakta, polis şiddeti ve kaymakamlık yasakları ile hukuk dışılık yerleştirilmekte, anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri hakkı ihlal edilmektedir.

Hukuk güvenliğinin, adaletin olmadığı konusunda herkesin hemfikir olduğu bugün, tablo ekonomik kriz ile daha da ağırlaştığından, artık nefes alamaz hale getirilen toplumun özellikle genç kesimi yönünü dışarıya dönmüş, gelecek planlamasını göç üzerine yapmaya devam etmektedir.