2008 DEĞERLENDİRMESİ

(Türkiye’nin Temel İnsan Hakları ve Demokrasi Sorunu 2008 Yılında da Bir Başka Yılda Çözülmek Üzere Ertelenmiştir)

İnsan hakları savunucuları yıllardır Türkiye’deki temel insan hakları sorunlarını ana hatları ile şu şekilde ifade eder. Temel insan hakları bağlamında askeri vesayet, Kürt sorununun çözümsüzlüğü, ifade özgürlüğü sorunu, din ve vicdan özgürlüğü sorunu, azınlık hakları sorunu, işkence ve yaşam hakkı sorunları. Demokrasi sorunu bağlamında ise siyasi partiler rejimi, seçim yasaları ve yerinden yönetimle ilgili sorunlu düzenlemeleri belirtebiliriz. Bu sorunlar bağlamında 2008 yılını değerlendirirsek parlamento ve diğer iktidar odaklarının çözüm sürecini tıkadıkları ancak halkın ve sivil toplum örgütlerinin bu süreci zorladıkları bir yıl olmuştur.

Kürt sorunu bağlamında şiddete dayalı çözümsüzlük politikası devam etmiştir. Hükümetin Kürtçe TV atılımı adeta kendi Kürdünü yaratma biçiminde tezahür etmiştir. Kürtçe TV’de kullanılan Latin alfabesindeki kimi harflerin Türk alfabesi diye nitelendirilen esasında Latin alfabesi olan alfabede yasaklı sayılıp, bugüne kadar binlerce insanın isminin yasaklanmasına, yüzlerce yerleşim yerinin adının değiştirilmesine, yüzlerce insanın hapis yatmasına neden olması adeta unutulmuş gibidir. Oysa bu noktada başta parlamento olmak üzere hükümetin Kürtlerden özür dilemesi gerekir. Daha düne kadar bilinmeyen bir dilde şimdi yayın yapılıyor olması olumlu bir gelişme olmakla birlikte sorun ancak Kürt kimliğinin kabul edilmesi ve bu kimliğin kendini yaşatmasına imkan verecek bir Anayasal ortamın sağlanması ile aşılabilir. Kürtlerin 2008 yılındaki meydanlara taşan yaygın ve güçlü demokratik tepkileri bu sorunun artık barışçıl politikalarla çözülmesi gerektiğini ortaya koymuştur.

2008 yılında siyasal alanda askeri vesayet rejimi etkisini devam ettirmiştir. Hükümetin militarist bir söyleme evrilmesi, basına ve kamuoyuna yansıyan andıçların varlığının inkar edilmemesi, Şemdinli davasının askeri mahkemeye havalesi, Genelkurmaydaki medya brifingleri ve politikaya yönelik yapılan açıklamalar bu alandaki sorunun varlığını ortaya koymuştur. Ergenekon davasının sınırlı kalması ve doğu ve Güneydoğu da yaşanan suçları kapsamaması, askeri vesayet rejiminin etkin olması ile izah edilebilir.

2008 yılı ifade özgürlüğü bağlamında 301. madde değişikliğinin özünde bir şey değiştirmediğini ortaya koyması ile bu alandaki sorunun varlığını devam ettirdiğini göstermiştir. TCK, TMK’daki ifade özgürlüğünü koruyan maddelerde değişiklik olamamıştır. 301. madde değişikliğinden sonra bile Adalet Bakanlığı 50’nin üzerinde dosyada dava açılması izni vermiş, özellikle yazar Temel Demirer dosyasında adeta Temel Demirer’i mahkum eder bir tarzda yargılanmasını istemiştir. İfade özgürlüğündeki en sıkıntılı gelişme ise Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun TCK 220. madde dolayısıyla yasa dışı örgüt üyesi olmadığı halde yasa dışı örgüt üyesi imiş gibi insanların cezalandırılabileceğine dair kararlardır. Bu kararla toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanıp düşüncelerini ifade eden kişilerin kullandığı söylemle yasa dışı örgüt söylemlerinin örtüşmesi halinde insanların örgüt üyesi imiş gibi cezalandırılması adeta toplumsal muhalefetin susturulması için alınmış bir karar gibidir. Yargıtay’ın bu kararı mevcut 82 Anayasasına bile aykırıdır. İfade özgürlüğü bağlamında yargının bu tarafsız olmayan kararları eski DGM pratiklerinin yeni ağır ceza mahkemelerinde sürdürülmesi ile devam etmiştir. Tutuklama oranlarındaki aşırı artış bunun tipik bir göstergesi olmuştur.

Din ve inanç özgürlüğü alanındaki gelişmeler hükümetin başörtüsü atılımı ile sınırlı kalmış, bu atılım da Anayasa Mahkemesi’nden dönmüştür. Oysa 2008 yılı Alevilerin meydanlara taşan açılımına tanıklık etmiştir. AİHM’in zorunlu din dersinin kaldırılması ile ilgili kararının yerine getirilmeyerek, aynı mahkemenin Leyla Şahin kararının tersi bir anayasal düzenlemeye gidilmesi hükümetin ideolojik karakterini de ortaya koymuştur. Hükümet 2008 yılını din ve inanç özgürlüğü alanında boşa harcamış, kendi Kürdünü yaratma politikasını, bu alanda kendi Alevi’sini yaratma olarak sürdürmüştür.

2008 yılında azınlık hakları bakımından yeni vakıflar yasası kısmi bazı yenilikler getirmiştir. Ancak azınlıkların temel hakları yönündeki sorunlar hala çözülememiştir.

2008 yılı 2007 yılında yapılan yasal değişiklikten sonra polis şiddetini öne çıktığı bir yıl olmuştur. 2008 yılında birçok kişi polisin dur ihtarına uymadığı gerekçesi ile vurulmuştur. Bu durum Anayasaya açıkça aykırı olmasına rağmen hükümet hiçbir tedbir almamıştır. İşkence uygulamaları artarak devam etmiştir. Engin Ceber’in işkencede öldürülmesi üzerine özür dilenmesi sorunu çözmeye yetmemiştir. Hükümetin işkence ve yaşam hakkı ihlallerindeki cezasızlık politikasını terk etmesi ile bu alanda olumlu ilerlemeler sağlanabilir.

İHD’nin 2008 yılında cezaevlerindeki hasta tutuklu ve hükümlülerin tedavisi ile ilgili yürütmüş olduğu kampanya ile ilgili hazırladığı rapor cezaevlerindeki hak ihlallerinin had safhaya vardığını göstermiştir. Cezaevleri tıklım tıklım dolmuş, buradaki mahpusların temel hakları göz ardı edilerek birçoğunun yaşam hakkı başta olmak üzere, sağlık hakları, haberleşme hakları, sohpet hakları, dil hakları ihlal edilmiştir. Yüksek güvenlikli Cezaevleri daha şimdiden 2009 yılında da en çok dile getireceğimiz sorunlu alanlar olacaktır. Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Cezaevindeki hak ihlalleri demokratik kamuoyunun ve pek çok Kürt çevrelerinin sert tepkilerine neden olmuştur. Hükümetin kamuoyuna yansıyan açıklamaları umarız 2009 yılında İmralı cezaevindeki sorunları en eza indirir. İHD bu cezaevinin kapatılması gerektiğini defalarca kamuoyuna açıklamıştır.

2008 yılı ekonomik ve sosyal haklar açısından dünya ekonomik krizinin damga vurduğu bir yıl olmuştur. Krizin Türkiye’ye yansımaları daha fazla yoksulluk ve işsizlik olarak kendisini göstermiştir. 1 Mayıs’ı işçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak kutlamak isteyen emekçilerin üzerine polis şiddetinin uygulanması hükümetin emek karşıtı politikasını açığa vurmuştur. Tuzla tersanelerindeki işçi kıyımı vahşi kapitalizmin nasıl uygulandığını göstermesi açısından acı bir olgu olarak karşımıza çıkmıştır. Türkiye işçi sınıfının bu sorunu bile çözememiş olması içinde bulunduğu güçsüzlüğü ve parçalanmışlığı göstermesi açısından ibret verici olmuştur.

2008 yılı adeta sansürün hortladığı bir yıl olmuştur. Mahkeme kararları ile hukuka aykırı biçimde internet yasaklarının getirilmesi, muhalif gazetelerin daha matbaada iken toplattırılması, çeşitli gazete ve televizyonların haber mensuplarının Başbakanlık akreditasyonlarının iptal ettirilmesi, 2008 yılında hükümetin medya üzerindeki sansürcü yaklaşımını ele vermiştir.

Yukarıda ana hatları ile değindiğimiz sorunların çözümü ancak demokratik bir Anayasa ile mümkün iken hükümet bu şansını türban değişikliği ile heba etmiştir. İçine girdiği bu yanlış yolda kapatma davası ile karşılaşmış, bu davadan kendini kapattırmadan çıkabilmek için militarist bir politika izlemeye başlamıştır. Sonuçta hükümet partisi kapatılmamış ancak her zaman kapatılabilecek bir konumda bırakılmıştır. Bu durum Türkiye’deki askeri vesayet rejiminin etkinliğini göstermesi açısından ibret vericidir. Yargının tutumu ise 12 Eylül Anayasasının ruhuna uygun bir şekilde tezahür etmiştir. DTP’nin kapatma davasının sürmesi karşısında demokrasi güçlerinin yeterince sesini çıkarmaması, Kürt sorunundaki belirsizlikten kaynaklanmıştır.

2008 yılı Cumhuriyetin oligarşik karakterinin demokratik bir karaktere dönüştürülmesi sürecinde devlet kurumları nezdinde kayıp bir yıl olmuş, ancak halkların, çeşitli dez avantajlı grupların ve sivil toplum örgütlerinin kararlı ve tutarlı mücadelesinin yükseltildiği bir yıl olmuştur. Bu durum insan hakları savunucularını umutlandırmıştır. Siyasetin tıkandığı ve çözüm üretemediği 2008 yılı, 2009 yılında bu alandaki yeni oluşumların adeta habercisi gibi olmuştur. Demokrat, yurtsever, sol, sosyalist çevredeki yeni siyasal arayışlar, çeşitli birliktelikler ve çatı partisi girişimleri 2009 yılında ezilenler açısından mücadelenin yükseltilebileceğine dair umut olmuştur.

2008 yılı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 60. yılı vesilesi ile insan hakları örgütleri ve savunucuları tarafından geniş kapsamlı insan hakları değerlendirmelerinin yapıldığı bir yıl olmuştur. Dünya çapında insanlığın korkudan ve yoksulluktan kurtulma idealinden uzaklaştığı ancak umutların tüketilmediği bir değerlendirme yapılmıştır.

2008 yılı insan hakları savunucularına yönelik baskıların artarak devam ettiği bir yıl olmuştur. İHD eski MYK üyesi Rıdvan Kızgın’ın bu yılı cezaevinde geçirmesi, Adana Şube Başkanı Ethem Açıkalın’ın hiçbir sebep gösterilmeden sadece görevini yaptığı için aylarca cezaevinde tutulması, Çanakkale şube yöneticilerinin 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinlikleri nedeni ile cezalandırılmaları Adana ve İzmir’de bazı İHD yöneticilerinin işkence ve kötü muamele görmeleri, baskılara verilecek örnekler arasındadır. İnsan hakları savunucuları ve hükümet diyalogunun neredeyse hiç olmadığı bir yıl olmuştur. Bunun da sorumlusu tabii ki hükümettir. Hükümetin güvenlikten sorumlu bakanının aynı zamanda insan haklarından da sorumlu olması, hükümetin insan haklarını bir güvenlik sorunu olarak gördüğünü göstermiştir.

Halkların her türlü milliyetçi söylem ve linç pratiklerine karşı, inatla ve ısrarla kardeşleşmeyi istediği, Kürtlerin, Alevilerin topyekün uyanışa geçtiği, siyasetin tıkandığı ama yeni arayışların başladığı 2008 yılında AB süreci unutulmuştur. AB İlerleme Raporunun daha fazla eleştirel bir şekilde açıklanması Türkiye’nin 2009 için AB süreci de adeta bir yol ayrımında olduğunu göstermiştir. AB sürecinde tam üyelik için yola çıkan Hükümetin bu noktaya düşmesi, siyasetinin tıkandığını göstermiştir.

Sonuçta temel hak ve özgürlükler bağlamında sorunların çözülemediği, ancak halkların, sivil toplum örgütlerinin, dez avantajlı grupların mücadelede kararlı oldukları bir yıl olarak 2008 yılını değerlendirebiliriz.

Öztürk Türkdoğan

İHD Genel Başkanı

Bir cevap yazın