2001 yılından bu yana her yıl 20 Haziran’da Dünya Mülteciler Günü olarak anılmaya ve dünyanın pek çok yerinde konuya duyarlılık sağlamak için etkinlikler yapılarak dikkat çekilmeye başlamıştır. Silahlı çatışma bölgelerinden daha güvenli bölgelere geçiş, ekonomik ve politik riskler, yaşamsal riskler nedeniyle dünyanın pek çok yerinde insanlar dış göç ve iç göçle yaşam alanlarını değiştirmek zorunda kalmaktadır. BM, 2017 yılı sonu itibari ile yayınladığı verilere göre dünya üzerinde 68.5 milyon insan zorla yerinden edilmiştir. Bunların 25.4 milyonu başka bir ülkeye geçmiş, 40 milyonu kendi ülkesi içinde yerinden edilmiş, 3.1 milyonu ise sığınmacıdır. 25.4 milyonun yüzde 52’sini çocuklar oluşturmakta ve çoğu koruma altında değildir. Bugün hala Suriye’de iç savaşın etkileri devam etmekte, Yemen’de, Afganistan’da, Ortadoğu’da ve Afrika’da çatışmalar devam etmektedir. Meksika’da ve Latin Amerika ülkeleri de dahil olmak üzere daha birçok ülkede yoğun ekonomik nedenlerden kaynaklı yoğun göçler devam etmektedir.
İnsan hakları değerlerindeki aşınma başta BM olmak üzere bölgesel veya kıtasal insan hakları mekanizmalarının etkisizleşmesini beraberinde getirmiştir. Barışı korumak ve insan haklarına dayalı demokratik bir dünya düzeni kurmak için oluşturulmuş BM bu misyonundan hızla uzaklaşmış, oluşturulan ekonomik birlikler ise birçok ülkenin aleyhine sonuçlar doğuran politikalar üretmiştir. Böyle olunca da barış yerine savaş ve çatışma, ekonomik refah yerine açlık ve yoksulluk giderek artmıştır. Bütün bu gelişmeler insanların yoksulluktan ve korkudan kurtulmak için bulundukları yeri, ülkeyi terk etmek zorunda bırakmıştır. İnanıyoruz ki, insan hakları değerlerinin korunması ve geliştirilmesi dünyadaki mülteci/sığınmacı/göçmen sayılarını en aza indirecek ve dünya barışının korunmasına hizmet edecektir.
Türkiye’nin de içeride ve dışarıda yeni barış süreçleri inşa etmesinin zorunluluk olduğunu ve böylece Türkiye’yi terk etmek zorunda kalan onbinlerce insanın ülkeye gelmesinin önünü açacaktır. Türkiye’nin izleyeceği barış politikalarının Ortadoğu’da barışın yerleşmesine önemli katkılar sunacağını da belirtmek isteriz.
2011 yılında Suriye iç savaşının başlaması ile birlikte Türkiye büyük bir göç dalgası ile karşılaşmıştır. Türkiye’de 2019 Nisan ayı itibari ile 3.6 milyon Suriyeli, 170.000 Afgan, 142.000 Irak, 39.000 İran, 5.700 Somali ve 11.700 ise diğer tabiyetlerden olmak üzere 4 milyon mülteci/sığınmacı/göçmen bulunmaktadır. Göç İdaresi Genel Müdürlüğü 2019 verilerine göre Türkiye’de bulunan 3.613.644 Suriyeli’den 109.262’si geçici barınma merkezlerinde, 3.504.382’sini geçici barınma merkezlerinin dışında kalanlar oluşturmaktadır. Mülteci çocukların sayısı 1.670.700, kadınların sayısı 858.560, erkeklerin sayısı 1.084.384’dir. Nisan 2019 itibari ile yalnızca 6820 mülteci üçüncü bir ülkeye yerleştirilmiştir. 2018-2019 yılında Türkiye karasularında 97 mülteci ya yaşamını yitirmiş ya da kaybolmuştur. En son 17 Haziran’da Bodrum’da mültecileri taşıyan tekne batmış ve 12 mülteci yaşamını yitirmiştir.
Düzensiz göç edenler, bulundukları yerlerden gerek kara yolu ile gerek deniz yolu başka bir ülkeye geçerken insan kaçakçılarının eline düşmekten kurtulamıyor. Büyük paralar ile can güvenliği olmayan yollarla geçiş yapmak zorunda kalıyorlar ve bir kısmı bu nedenle yaşamından oluyor. Haziran 2019’da alınan bilgiye göre Tarsus Gazipaşa Mahallesinde bir adrese ihbar sonucunda giden emniyet mensupları 26’sı çocuk, 4’ü kadın olmak üzere 54 Suriyeliyi bir evde kilitli ve aç bırakılmış vaziyette bulmuşlardır. Suriyelilerin İdlib’ten İstanbul’a gitmek için kaçakçılara kişi başı 650 dolar ödedikleri öğrenilmiştir. Deniz yolu ile Türkiye sınırını geçmek isteyenlerin de yine insan kaçakçılarının kurbanı olduğu bilinmektedir.
İnsan yaşamı ve doğuştan gelen hakları gerek uluslararası, gerekse ulusal sözleşmelerle koruma altına alınmıştır. 4 Nisan 2013 tarihinde kabul edilerek 11 Nisan 2013’de Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun madde 4 – (1) “Bu Kanun kapsamındaki hiç kimse, işkenceye, insanlık dışı ya da onur kırıcı ceza veya muameleye tabi tutulacağı veya ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatının veya hürriyetinin tehdit altında bulunacağı bir yere gönderilemez” hükmü ile mültecilerin tehlike altında olacağı ülkeye gönderilemeyeceğini hükme bağlar. Yine mültecilerin hakları açısından ülkeleri bağlayan sözleşmeler bulunmaktadır. Bunlar; Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme ve 1967 Protokolü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin 1954 Sözleşmesi, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleme 1966, İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme-1984, Birleşmiş Milletler İşkence ve Diğer Zalimane, Gayriinsanî veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşme’nin Seçmeli Protokolü, Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne Ek Kara, Deniz ve Hava Yoluyla Göçmen Kaçakçılığına Karşı Protokol gibi belli başlı sözleşmelerdir.
Türkiye’de mültecilerin maruz kaldığı pek çok hak ihlali yaşanmaktadır. Çalışma hakkı, eğitim hakkı, sağlığa erişim hakkı, kültürel ve sosyal hakları, seyahat hakları yok sayılarak ayrımcılığa uğramaktadırlar.
Çalışma alanlarındaki yaşadıkları; tarım, inşaat ve küçük sanayi tesislerinde sosyal güvenliklerinden yoksun ve düşük ücretlerle çalışmaktadırlar. Emekleri yok sayılmakta, emeklerinin gasplarında hukuksal süreçlerini takip edememektedirler. Güvenlik tedbirlerinden yoksun olan atölyelerde taşeron sistemine tabi çalışmakta ve ölüm ve yaralanma riskleri içersinde bulunmaktadırlar. Ocak 2019 yılında Ankara sitelerde çıkan yangında 5 Suriyeli, Haziran 2019’da Kocaeli’de bir tekstil fabrikasında çıkan yangında ise 3 Suriyeli, 1 Afgan olmak üzere 4 mülteci yaşamını yitirmiştir. Kocaeli’nde meydana gelen yangın ile ilgili gizlilik kararı getirilmiştir. Özellikle çocuk emeğinin görünmez oluşu, en düşük ücrete tabi oluşu Suriyeli çocuklar çocuk işçiliğinde sömürüye maruz kalmaktadırlar. Okul çağında binlerce çocuk atölyelerde, tarım alanlarında, atık toplama işçiliğinde, sokaklarda çalışmak zorunda bırakılmaktadırlar. Emek sömürüsüne dair gerekli olan tedbirler alınmıyor. Kalifiye, kendi alanında eğitim almış olan yetişkin mülteciler kendi alanlarında istihdam edilmemektedirler. Oysa gerekli düzenlemeler yapılarak gerek eğitim alanında, gerek çalışma ve sağlık alanında bu kalifiye ve uzman kişiler istihdam edilebilir.
Eğitim alanında ise okulda olması gereken çocuklar gerek anadilde eğitimin olmaması gerekse iş yaşamının içinde tutulmalarından kaynaklı olarak okula gidemiyorlar. Okula giden Suriyeli öğrenciler diğer öğrenci velileri tarafından ya istenmiyor ya da akran şiddetine maruz kaldıklarından eğitimlerini bırakmak zorunda kalıyorlar. Dil nedeniyle eğitim düzeyi eşit olarak ilerlemiyor ve geride kalan çocuklar okulu bırakıyorlar. Okuma yazma bilmeyen, eğitim almayan bir kayıp nesil kaçınılmaz hale gelmiştir.
Sağlığa erişimde yaşanan sıkıntıların başlıcaları zaten yetersiz kapasitede çalışan sağlık kurumları, yetersiz sayıda hekim ve sağlık çalışanı, tedavilerin pahalı oluşu gibi etkenler sağlığa erişimi güçleştirmektedir. Ayrıca bulundukları şehirlerden izinsiz çıkamayışları sürelerin kısıtlayıcı olması, hastanelerde tercümanların bulunmayışı nedeniyle aşılamayan dil problemleri gibi etkenler de sağlığa erişimlerin önündeki engelledir.
Kız çocuklarının erken yaşta evlilikleri ve erken yaşta anne olmalarının önüne geçilmemekte bununa ilgili olarak gerekli tedbirler alınmamaktadır. Bugün binlerce kız çocuğu evlendirilmekte, ikinci veya üçüncü eş olarak evliliğe zorlanmaktadırlar.
Suriyeli mülteciler çoğu zaman siyasi alanda birer özne olarak kullanılmakta ve bir argüman haline getirilmektedir. Oysa mülteciler; yaşamları korunması gereken, sosyal ve diğer tüm hakları kesintisiz sağlanması gereken hassas bireylerdir. Bu politik söylemler nedeniyle ırkçı ve nefret söylem-eylemlerine maruz kalmakta, bu söylem ve eylemler basın yayın yoluyla geniş kesimlere yayılmakta, birçok sorunla hiç ilgisi bulunmamasına rağmen sorumlu olarak gösterilmektedir. İşsizliğin, yoksulluğun, adli olayların sebebi olarak görülmektedirler. Çeşitli belediyelerin mültecilere karşı ayrımcı dil kullanması, sahillere giriş izni vermeyecekleri gibi söylemler insan onuruna aykırıdır ve suç teşkil etmektedir. Bu söylemden derhal vazgeçilmeli, eşit bireyler olarak tanınmalı ve tüm sosyal haklardan faydalanmalarının önündeki engeller kaldırılmalıdır. Medyanın kullandığı dil nedeniyle, haberleri veriş şeklinde nefreti arttırıcı söylemler kullanması nedeniyle mülteciler sözlü ve fiziki şiddete uğruyorlar. Yazılı ve görsel medya ile birlikte sosyal medyanın da bu konuda duyarlı ve etik davranması zorunludur.
En önemli sorunların başında Geri Gönderme Merkezleri gelmektedir. Göç İdaresinin verdiği rakamlara göre 2018 yılında 24 Geri Gönderme merkezlerinde 14.726 mülteci tutulmaktadır. 2019 yılı içinde hedeflenen kapasite 17.076, 2020’ye kadar hedeflene kapasite ise 19.476’dır. Geri Gönderme Merkezlerinde birçok hak ihlali duyumu alınmakta ancak gerekli olan incelemelere izin verilmemektedir. Müvekkili olmayan avukat giremiyor, STK’lara kapalı durumdadır. Yine bu merkezlerde hastalıklar, intihar vakaları, şiddet vakaları, ölüm vakaları durumları alınıyor ancak hiçbir yasal prosedür yapılmıyor, mülteciler haklarını aramaktan ya korkuyorlar ya da hakları hakkında bilgiye sahip değiller. En son Iğdır’daki Geçici Geri Gönderme Merkezinde basına yansıyan haberlerde; Valiliğin yetkililerinin verdiği bilgiye göre “2 göçmende verem, 37 göçmende verem şüphesi var. Kampta karantina sürüyor. 9 günlük bayram tatilinin ardından işlemler hızlandırılıyor, sınır dışı kararı hızla uygulanacak. Sağlık taraması sürüyor. Kampın kapatılması söz konusu değil. Kampta 857 göçmenin röntgeni çekildi. 575’inin sonuçları incelendi. 2’sine kesin tüberküloz teşhisi konuldu. 37’sinin durumu şüpheli olarak belirlendi. Şüphelilere ve tüm personele yarından itibaren cilt ve balgam testi uygulanacak” bilgileri verilmiştir. Dışarı ile hiçbir teması olmayan bu merkezlerin bağımsız sağlık heyetleri, STK’lar tarafından da ziyaret edilmesi insan hakları bağlamından şarttır. Bir çeşit cezaevi uygulaması mantığından çıkartılarak insani şartların yerine getirildiği alanlar haline getirilmelidir. İşkence iddiaları etkin bir şekilde soruşturulmalı, sorumluluğu olanlar hakkında gerekli işlemler yapılmalıdır.
Mülteciliğin bir sonuç olduğu unutulmamalıdır. İnsani yaşama koşullarının oluşturulması ve mültecilerin her türlü hak ihlali, emek sömürüsü istismara karşı korunması devletin görevlerindendir. Geri Gönderme merkezleri ve geçici barınma merkezleri olan kamplar denetimlere açılmalı gerekli insani koşullar oluşturulmalıdır. Eğitim hakkı anadil hakkı da dahil olmak üzere düzenlenmeli, okul çağındaki çocukların eğitimlerini alması sağlanmalıdır. Sağlığa erişimin önündeki her türlü engel ortadan kaldırılmalıdır. Çalışma hakları sağlanmalı, güvencesiz ve güvenliksiz çalışmaya zorlanmalarına karşı devlet gereken tedbirleri almalıdır. Eşit iş ve eşit ücret politikası uygulanmalıdır. Her türlü toplumda meydana gelen ırkçı ve nefret söyleminin önüne geçilerek doğru bilgilendirme yapılmalı ve politikacıları ayrımcı dili bir an önce terk etmeye davet ediyoruz. Ayrıca mültecilerin geri gönderilme tehditlerine maruz bırakılmalarının önüne geçilmeli, geri gönderilme uygulamalarına son verilmelidir.
20 Haziran Dünya Mülteciler gününde insan onuruna uygun yaşama hakkının her bireyin hakkı olduğunu vurgulayarak Türkiye dahil olmak üzere tüm devletleri insan onuruna uygun şekilde yaşatma konusunda gerekli çalışmaları yapmaya, çözümler üretmeye ve bu insanlık trajedisinin sebeplerinin önüne geçmeye çağırıyoruz.
İnsan Hakları Derneği
Merkezi Mülteci Komisyonu