2008 yılı sonunda yapmış olduğumuz değerlendirmede; temel hak ve özgürlüklere dayalı demokratik bir sistemin kurulması için halktan taleplerin arttığını, ancak parlamento ve hükümetin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmediğini belirtmiştik.
2009 yılı, ağırlıklı olarak açılımların, yargı uygulamalarının tartışıldığı, özellikle Kürt sorunu başta olmak üzere açılım söyleminin yoğun tartışmalardan sonra yılsonu itibariyle tıkandığı bir aşamaya gelmiştir.
2009 yılının Mart ayında yapılan yerel seçim sonuçları, devleti Kürt sorunu konusunda adım atmaya zorlamıştır. Yerel seçim sonuçlarının yanı sıra dış dinamiklerin de etkisiyle devlet ilk defa Kürt sorununu resmen kabul etmiş, bu konuda bir çözüme ulaşılması gerekliliğini anlamıştır. Mayıs ayı ile birlikte Kürt açılımı ile başlayan süreç daha sonra “Demokratik Açılım”a, ardından “Milli Birlik ve Beraberlik Projesine” dönüşerek, Kürt sorunu adeta Adliyeye havale edilmiştir. Sorunu kabul eden siyasi iktidar, sorunun çözümü konusunda yanlış bir yöntem tercih etmiş, sivil siyaset alanını Kürtler açısından tasfiye edilme riskiyle baş başa bırakmıştır. Bu kapsamda DTP kapatılmış, DTP’li milletvekilleri hukuka aykırı bir şekilde mahkemelerde ifade vermeye zorlanmış, DTP’nin çok sayıda yönetici ve üyesi tutuklanmış, DTP kapatıldıktan sonra faaliyetlerini görünür hale getiren BDP’nin çok sayıda üye ve yöneticisi üzerindeki baskılar devam etmiş ve son olarak eski ve yeni onlarca belediye başkanı tutuklanmıştır. 2009 yılı sonu itibariyle, Kürt sorunu Adliye kapısı dışına çıkamamıştır. TBMM tarihsel sorumluluğunu yerine getirmemiş, Kürt sorununu askeri ve sivil bürokrasiye terk etmiştir.
2009 yılında, TRT’nin Kürtçe yayına başlaması, özel televizyon kanallarının Kürtçe yayın yapması önündeki engellerin kaldırılması, cezaevlerinde sınırlı da olsa Kürtçe konuma imkânlarının getirilmesi bu alanda atılmış olumlu gelişmelerdir. Tabii ki en önemlisi Kürt sorununun varlığının resmen kabul edilmesidir.
Açılım sürecinde konuşulan diğer hususlar ise Alevi Çalıştayları ve Türkiye-Ermenistan Protokolleri olmuştur. Alevilerin karşılaştığı ve maruz kaldığı hak ihlallerinin, “Ayrımcılıkla Mücadele”, “Din ve Vicdan Özgürlüğü” çerçevesinde ele alınıp çözülmesi gerekirken, Çalıştaylarla bu sürecin adeta bir oyalamaya dönüştürülmesi, hükümetin temel hak ve özgürlüklere bakış açısındaki siyasi yanı göstermektedir. Hükümet sorunları çözüyormuş gibi gösterip çözümsüzlük politikasını devam ettirmiştir. Türkiye-Ermenistan Protokollerinin yapılması tarihsel anlamda önemli bir gelişmedir; ancak Protokollerin TBMM’de onaylanma sürecinin Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerine bağlanması olayın bir dış politika malzemesi olarak görüldüğünü göstermektedir.
2009 yılının önemli gelişmelerinden birisi de Darbe teşebbüslerinin soruşturulması ve çeşitli davalar açılması, askerlerin sivil yargıda yargılanmasının önünün açılması ve Askeri Vesayet uygulamalarını azaltan çeşitli gelişmelerin yaşanmış olmasıdır. Ancak hükümetin 12 Eylül ile hesaplaşmaktan kaçması, yakın geçmişle yüzleşmek istememesi, binlerce faili meçhul cinayet dosyasının üzerine gitmemesi, 80’li ve 90’lı yıllarda zorla kaybedilen insanların akıbetlerinin araştırılmaması bu alandaki sınırlı ve dar bakış açısını ortaya koymaktadır. Hükümet sadece kendisine yönelik olan teşebbüsleri soruşturma konusu yaptırmıştır. Ancak çeşitli bazı davalarda halka yönelik suç işleyenlerin yargı önüne çıkarılmaya başlanması umut verici bir gelişme olarak da kaydedilmelidir.
2009 yılında, AB ilerleme süreci durağanlığı korumuştur. Gerek hükümetin gerekse de AB’nin pozisyonları birbirine yakın olmuştur. Hükümetin AB’ye tam üye olma konusundaki 2005 yılından beri devam eden nötr tutumunda bir değişiklik olmamıştır.
2009 yılında uzun yıllardan sonra ilk defa sivil toplum, demokratik kitle örgütü, meslek örgütleri, sendikalar, siyasal partiler, aydın, yazar ve gazeteciler bir araya gelerek “Demokratik Anayasa Konferansı” gerçekleştirmiş, Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşebilmesi ve temel hak ve özgürlüklere dayalı bir sistemi inşa edebilmesi için yeni bir Anayasa ihtiyacını ortaya koymuşlardır. Umuyoruz ki 2010 yılında bu ihtiyaç bütün olarak toplumun temel bir talebi haline gelir. Hükümetin 2007 yılı seçimlerinde en önemli vaat olarak ortaya koyduğu Anayasa değişikliği talebi 2009 yılında da yerine getirilmemiştir.
2008 yılı sonunda yaptığımız değerlendirmede; Türkiye’deki toplumun yeni siyasal oluşumlarla ilgili yoğun bir talebi olduğunu ortaya koymuştuk. Ancak 2009 yılında yeni siyasal oluşumların başarılamamış olması Türkiye toplumu açısından kaçırılmış bir fırsat olarak değerlendirilmektedir.
2009 yılı ile ilgili olarak söylenebilecek daha pek çok husus bulunmaktadır. Ancak çeşitli hak başlıklarında yaşanan ihlal iddialarını ortaya koyduğumuzda 2009 yılının 2008 yılından pek farklı olmadığını, hak ve hürriyetlerdeki ihlallerin aratarak devam ettiğini belirtebiliriz.
YAŞAM HAKKI İHLALLERİ devam etmiştir. TİHV verilerine göre; 18 faili meçhul cinayet, kolluk güçlerinin dur ihtarı sonucu, rastgele ateş açmaları sonucu yargısız infaz diye nitelendirdiğimiz şekilde 46 kişi yaşamını yitirmiş, cezaevlerinde ve gözaltı merkezlerinde şüpheli intihar, kavga ve tedavinin engellenmesi nedeniyle meydana gelen ölümler 39’u bulmuştur. Bunlardan 6’sı gözaltı merkezlerinde 33’ü ise cezaevlerinde meydana gelmiştir.
Devam eden silahlı çatışmalarda 61’i asker, 7’si geçici köy korucusu, 66’sı militan 4’ü sivil olmak üzere toplam 138 kişi yaşamını yitirmiştir. Kara mayını ve askeri mühimmat patlaması sonucu 7’si çocuk, 18 sivil, 15 asker, 1 militan, 6 geçici köy korucusu ve 1 polis olmak üzere topla 41 kişi yaşamını yitirmiştir.
Yaşam hakkı ihlallerinin yaşanmasına neden olan Kürt sorunundaki çözümsüzlük politikası göstermektedir ki; artık kaybedecek hiçbir yurttaşımız olmamalıdır. “Analar Ağlamasın” diyen Sayın Başbakanın, Kürt sorununun çözümünde Fransa, İspanya ve İngiltere örneklerini uygulamak yerine tasfiye politikalarını benimsemesi anlaşılmaz bir çelişki olarak ortada durmaktadır. Yaşam hakkı ihlallerine neden olan hususlardan biri de 2007 yılında yapılan PSVK değişikliğidir. Bu yasa değiştikten sonra yargısız infazlarda ölen kişilerin sayısının artması yapılan değişikliğin ne kadar hukuka aykırı olduğunu da göstermektedir. Hükümet bu hususta da hiçbir adım atmamıştır.
Hükümetin Kürt sorununda demokratik açılım sürecinde, dile getirdiği polis ve jandarma denetim mekanizmasının bugüne kadar oluşturulmamış olması önemli bir eksikliğin itirafı anlamına da gelmektedir.
İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELE
Kasım ayı sonuna kadar TİHV’e işkence ve kötü muamele gördüğü gerekçesiyle 436 kişi başvuru yapmıştır. İşkence ve kötü muamele ile ilgili sorunlar devam etmektedir. Adalet Bakanlığı’nın resmi istatistiklerine göre, 2008 yılında işkence ve eziyet suçlarından 153 dava açılmış, 403 kişi sanık olarak yargılanmıştır. Bu rakamlar bile işkence ve eziyetin ciddi bir şekilde devam ettiğini göstermektedir. Ancak buna karşın görevi yaptırmamak için direnme suçunun düzenleyen TCK 265. maddeden, yani Mukavemet suçundan 2008 yılında 11256 dava açılmış, bu davalarda 18859 kişi sanık olarak yargılanmıştır. 2008 yılı rakamlarına göre her 1 adet işkence ve eziyet davasına karşılık, 76,9 Mukavemet davası açılmıştır. Bu rakamlar şunu ifade etmektedir; işkence ve kötü muamele il mücadele konusunda cezasızlık politikasının etkinliği sürmektedir. Bu politika bir cezasızlık kültürü yaratmıştır. Hükümetin cezasızlık kültürü ile mücadele etmek, işkence ve kötü muamele iddialarını en aza indirmek için işkenceye karşı sözleşmeye ek seçmeli protokolü onaylanmak için TBMM’ye göndermesi önemli olmuştur. Ancak bunun onaylanmaması çok büyük bir irade eksikliği olarak karşımıza çıkmıştır.
AYRIMCILIK YASAĞI
Mevcut Anayasamız ideolojik karakteri nedeniyle farklılıkları kabul etmediğinden ayrımcılık uygulamalarının dayanağını oluşturmaktadır. Türkiye’de ayrımcılıkla mücadele edecek bir eşitlik kurumunun bulunmaması ve ayrımcılığı yasaklayan özel bir yasanın çıkarılmamış olması 2009 yılının sözü edilen ama yerine getirilmeyen eksikliklerinden birisi olmuştur.
DİN VE VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜ
Müslüman olmayan yurttaşlarımızın önemli taleplerinden bir olan Heybeliada Ruhban Okulu’nun açımlamaması, Alevilerin taleplerinin yerine getirilmemesi 2009 yılının önemli sözü edilen ama yerine getirilmeyen önemli eksiklikleri arasında yer almıştır.
DÜŞÜNCE, İFADE VE BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Türk Ceza Yasası’nın 134, 214, 215, 216, 217, 218, 220/6,7 ve 8, 222, 277, 285, 288, 300, 301, 305, 314/3, 318 ve 341. maddelerinde; Terörle Mücadele Kanunu, Kabahatler Kanunu, 2911 Sayılı Kanun, Siyasi Partiler Kanunu, Sendikalar Kanunu, Dernekler Kanunu ve Atatürk’ü Koruma Kanunu’nda bu hak alanını sınırlayan çok önemli düzenlemeler bulunmaktadır. Tespitlerimize göre; bu yıl içerisinde düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında 387 kişi mahkûm olmuş, 36 gazeteci tutuklu bir şekilde yargılanmaya devam etmiş, 31 gazete ve derginin yayını durdurulmuş, 66 kitap toplatılmış ve 4662 internet sitesine erişim engeli getirilmiştir. Basın mensuplarının görevleri nedeniyle karşılaştıkları soruşturmalar binlerle ifade edilmektedir. 2009 yılı; düşünce, ifade ve basın özgürlüğü açısından kara bir yıl olarak tarihe geçmiştir.
TMK MAĞDURU ÇOCUKLAR
2009 yılında gösterilere katıldıkları gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemelerinde 42 davada yargılanan 177 çocuğa 772 YIL 2 AY 26 GÜN HAPİS CEZASI verilmiştir. Kamuoyunda “TMK mağduru çocuklar” olarak bilinen çocukların Terörle Mücadele Kanununa göre Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanması ağır bir ihlal olarak karşımızda durmaktadır. Bu hususla ilgili kanun değişikliğinin yetersiz de olsa TBMM’ye sevk edilmesi çocuklar için Adalet Çağırıcıları ve Çocuklar İçin Adalet Girişimcilerini bir başarısı olarak değerlendirilmelidir. Ancak siyasi iktidarın çocuklarla ilgili bu çok önemli konuyu bile siyasi pazarlık konusu haline getirmeye çalışması temel hak ve özgürlüklere bakış açısının güvenlik eksenli olduğunu göstermiştir.
TOPLANTI VE GÖSTERİ YÜRÜYÜŞÜ HAKKI
2009 yılında da 2911 sayılı kanun değiştirilmediği gibi bu hak alanındaki ihlaller giderek artmıştır. Toplantı ve gösterilere güvenlik kuvvetlerinin yaptığı müdahaleler sonrasında ağır ihlaller yaşanmıştır. Doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesi başta olmak üzere 1 Mayıs’ta İstanbul’da, Aralıkta Ankara’da Tekel işçilerine olmak üzere kitlesel 10 toplantı ve gösteride 6 ölüm, 356 yaralanma, 12976 gözaltı ve 732 tutuklama gerçekleşmiştir. Toplantı ve gösteri yapma hakkı 2009 yılında ağır bir biçimde ihlal edilmiştir.
ÖRGÜTLENME ÖZGÜRLÜĞÜ
2009 yılında, 5 siyasi parti ve 1 dernekle ilgili kapatma davası sürmüştür. DTP’nin kapatılması bu hak alanındaki ağır ihlali ortaya koymuştur. 140 kere parti binalarına kimliği belirsiz kişilerce saldırılar düzenlenmiştir. Başta partiler olmak üzere çeşitli kurumların binalarına güvenlik güçlerince 48 kere baskın düzenlenmiştir.2009 yılında özellikle, siyasal partiler rejiminin değiştirilmemiş olması siyasi iktidarın yargı vesayetini sürdürmesinde etkili olmuştur.
KİŞİ GÜVENLİĞİ VE ÖZGÜRLÜĞÜ İLE MAHPUS HAKLARI
2009 yılında cezaevlerinde tutulan ve tedavi edilmeleri için tahliyeleri gereken ağır hasta 45 mahpus bulunmaktadır. 2009 yılı Kasım ayı sonu itibariyle toplam 117,061 kişi cezaevlerinde tutulmaktadır. Bunlardan 40206’sı tutuklu, 19970’i hükmen tutuklu, 56885’i hükümlüdür. Tutuklu yargılamalarının oranının yüksekliği tutuklama rejiminin ne kadar ağır olduğunu ortaya koymuştur. Tutuklu yargılama oranı ilk defa bu kadar yüksek bir orana ulaşmıştır. Cezaevlerinde hak ihlalleri yoğun olarak yaşanmaya devam etmiştir. İmralı Cezaevi toplumsal gerginliğin artmasının sebebi olarak mevcut konumunu korumuştur. Bu cezaevinin sivil toplum örgütleri tarafından incelenme isteği 2009 yılında da yerine getirilmemiştir.
2009 yılında linç girişimleri sonucunda toplam 4 kişi yaşamını yitirmiş, 43 kişi yaralanmış, 13 kişi memleketlerine geri dönme kararı almak zorunda kalmış ve 42 ev ve işyeri hasar görmüştür. Linç pratiklerinin kolaylıkla sergileniyor olması tüm yurttaşlar açısından kişi güvenliğini tehdit eden önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır.
ADİL YARGILANMA HAKKI
2009 yılında yargı reformu strateji eylem planının ortaya konmasına karşın herhangi bir somut adım atılmaması bu alanda yaşanan ihlallerin devam etmesini sağlamıştır. Mevcut Anayasada 2’li yargı sisteminin mevcut olması, sivil yargının kendi içinde DGM’lerin devamı olan Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemelerini barındırıyor olması, HSYK’nın mevcut konumu, Yüksek Yargıdaki ideolojik tutumlar, 2009 yılında yargının çok fazla tartışılmasını gündeme getirmiştir. Yargı kararlarıyla hukuka aykırı bir şekilde telefon dinelmelerine ve teknik takiplere izin verilmesi Haberleşme Hürriyeti’nin ağır biçimde ihlaline yol açmıştır.
MÜLTECİ VE SIĞINMACI HAKLARI
2009 yılında bu alanda hiçbir somut ilerleme olmamıştır. Sığınmacılardan alınan yüksek ikamet harcı uygulaması ciddi sorunlara neden olmaya devam etmektedir.
İNSAN HAKARI SAVUNUCULARINA YÖNELİK BASKILAR
2009 yılında insan hakları savunucularına yönelik baskılar giderek artırılmıştır. Son olarak İHD Genel Başkan Yardımcısı Av. Muharrem ERBEY’in tutuklanması, İHD MYK üyesi Av. Filiz KALAYCI’nın 8 aydan beri tutuklu yargılanması, İHD Onur kurulu üyesi Yüksel MUTLU’nun tutuklu kalması, İHD Adana eski Şube Başkanı çok sayıda ceza verilmesi gibi çok sayıda İHD Yönetici ve Üyesi hakkında soruşturma ve davalar açılması baskının dozunun artırıldığını göstermiştir. Türkiye’nin taraf olduğu BM Genel Kurulu’nca kabul edilen İnsan Hakları Savunucuları’nın Korunması Bildirgesi fiilen işletilmemiştir. İçişleri Bakanlığı’nın 2004/139 sayılı Genelgesine rağmen uygulamada baskıların artırılması hükümetin insan hakları yaklaşımının güvenlik eksenli olarak sürdürüldüğünün somut göstergesi olmuştur. Türkiye tarafsız ve bağımsız bir ulusal insan hakları kurumuna kavuşamamıştır.
EKONOMİK VE SOSYAL HAKLAR
2009 yılı dünya ekonomik krizinin Türkiye’de de oldukça fazla hissedildiği ve yaşandığı bir yıl olmuştur. Resmi ve Gayrı resmi işsizlik rakamları 2009 yılında zirve yapmıştır. Yoksulluk giderek artmıştır. Hükümetin liberal politikaları sonucu sosyal devlet uygulamalarından uzaklaşılarak sosyal yardım devletine doğru bir gidiş olmuştur.
Sonuç olarak 2009 yılı; açılım söylemlerinin en çok tartışıldığı ancak yılsonu itibariyle bir tıkanma durumu ile karşılaşıldığı bir yıl olmuştur. Hükümet söylem bazında ifade ettiği hususları eyleme dönüştüremeyerek cesaretli bir tutum gösterememiştir. Temel hak ve özgürlüklerle ilgili ihlallerin azalmasına dair bir çaba içerisinde olmamıştır. Ancak 2009 yılı, Kürt sorununun resmen kabul edildiği, darbe teşebbüsçülerinin yargılandığı, 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edildiği, işsizliğin en yüksek olduğu bir yıl olarak da anılacaktır.
2010 yılının; Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorununun çözümü noktasında sürecin kendisini iç ve dış dinamikleri ile dayattığı, ancak yaşanan tıkanmanın aşılacağı bir yıl olmasını umuyoruz
ÖZTÜRK TÜRKDOĞAN
İHD GENEL BAŞKANI