2011-2012 ADLİ YILI ÖNEMLİ SORUNLARLA AÇILIYOR

YARGI VE SİYASET İLİŞKİSİ ENDİŞE VERİCİ BİR HAL ALMIŞTIR.

Hükümet tarafından “büyük yargı reformunun başlangıcı” olarak sunulan 12 Eylül Referandumu sonrasında oluşturulan HSYK’nın icraatları ve yapılan yüksek yargı seçimleri, söylemin aksine yargının üzerindeki vesayetin kaldırılmadığını sadece vesayetin merkezinin hükümetin anlayışı lehine değiştiğini göstermektedir. Bu tartışma süreçlerinden öğrendiğimiz, iktidar içi güç odakları açısından sorunun ana halkasının vesayetin merkezinde kimin oturacağının belirlenmesi olduğudur. Yoksa anlaşıldığı kadarıyla kimsenin vesayetle bir sorunu bulunmamaktadır.

HÂKİMLERİN ÖNÜNE ARTAN BAĞIMLILIK VE KARANLIK BİR MESLEKİ GELECEK DİKİLMİŞTİR!

Hâkimlerin mesleğe alınmalarından, staj ve eğitimlerine kadar zaten etkili müdahale imkânlarına sahip bulunan Adalet Bakanlığı, HSYK ve Başsavcılık yetkilerini de “siyasi çevresinde” toplayınca yargı ve yürütmenin tam anlamıyla iç içe geçtiği bir tablo yaratılmıştır.

Türkiye’nin taraf olduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi, BM Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi, BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi, İLO’nun 87, 98 ve 151 sayılı sözleşmeleri, hem meslek esaslı sendikaları, hem de yargıç ve savcıların sendikal örgütlenmelerini koruma altına almakta ve kısıtlamamaktadır. Türkiye bu sözleşmeleri onaylarken, anılan sözleşmelere yargıç ve savcıların sendikal örgütlenmelerini engelleyecek herhangi bir beyan ve çekince koymamıştır.

Anayasa’nın 90/son maddesinde, temel haklara yönelik uluslararası sözleşmelerle yasaların çatışması halinde, uyuşmazlığın çözümünde, uluslararası sözleşme hükümleri esas alınır, hükmü mevcuttur. Tüm bu hükümlere rağmen hâkim ve savcı örgütleri kapatılma tehdidi altındadır. Bu baskıların somut bir tezahürü olarak YARGI-SEN Ankara Valiliğinin girişimleriyle Ankara 15. İş Mahkemesi tarafından 28.07.2011 tarihinde kapatılmıştır.

Yeni HSYK, göreve başladığı 25 Ekim 2010 tarihinden sonraki dönemde 3049 yargıç ve savcının görev yerini değiştirmiş, üçü yaz kararnamesi  kapsamında  yedi ayrı kararnameye imza atmıştır. Yıl içinde yeni HSYK’nın gerçekleştirdiği adli ve idari yargı atama kararnameleri ile yargıçlık teminatının ortadan kaldırıldığı belirtilmelidir. Keza HSYK tarafından yapılan atama ve terfi işlemleri incelendiğinde tüm bu işlemlerin liyakat esasına göre yapılmadığı anlaşılmaktadır. Eski HSYK’ ya yakın hâkim ve savcıların “sürüldüğü”,  DEMOKRAT YARGI örneğinde yaşandığı üzere kurulun anlayışını eleştiren yargıç dernekleri yöneticilerinin dernek merkezleri dışına atandığı yine Kurulun anlayışına yakın olan hâkim ve savcıların terfilerle ödüllendirildiği açık şekilde görülmektedir.

Savcı değişikliği yolu ile soruşturmalara müdahale yadırganmaz olmuştur.

ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER DERHAL LAĞVEDİLECEKLERİ YERE GELİŞTİRİLMEKTE VE MEŞRULAŞTIRILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR!

Ülkemizde İstiklal Mahkemeleri ile başlayan olağanüstü yargılama usulünü kurumsallaştıran Devlet Güvenlik Mahkemeleri 2004 yılında yürürlülüğe giren 5190 Sayılı Yasa ile kaldırılmış yerine Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri kurulmuştur. Daha sonra 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. Maddesi ile yetkilendirilen bu mahkemelerin bugüne kadarki pratiği adil yargılama açısından dehşet vericidir.

Tamamen Devlet Güvenlik Mahkemelerinin devamı olan, onlarla aynı mahkeme salonlarında, onların derdest dosyaları üzerinden aynı esasla, aynı hâkim ve savcılarla, aynı kolluk ve soruşturma usulü ile yargılamaya devam eden bu mahkeme gerçeği, Türkiye’de halen olağandışı -olağanüstü yargılamanın sürdüğünü göstermektedir. Terörle Mücadele Yasası’nda yapılan değişiklikle Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen suçların 1/3’ünü yargılama yetkisine kavuşan bu mahkemeler adil ve tarafsız yargılama önündeki en büyük engel olma durumunu sürdürmektedir. Bugün bu mahkemeler adeta muhaliflere yönelik devlet terörünün merkezi haline gelmiştir. Halka karşı işlenmiş kimi suç ve suçlulara konu yargılamalar nedeniyle kamuoyunda meşrulaştırılmaya çalışılan özel yetkili mahkemelerin, asıl olarak devrimciler ve Kürt siyasal hareketi başta olmak üzere halkın her kesimine yönelik saldırıların hukuki ayağını oluşturduğu unutulmamalıdır.
Mesele artık Adil Yargılanma Hakkı’nın soyut güvencesini talep etmeyi aşmış; KCK davaları ile somut olarak kamuoyuna taşınan “anadilde savunma hakkının ihlali”, “mahkeme önüne getirilme hakkının ihlali”, “hâkim önüne çıkarılmaksızın uzun tutukluluk”, “savunmanın tehdidi” gibi kişi güvenliğini ortadan kaldıran bir mahiyete bürünmüştür.

Hâkim ve Savcı örgütleri gibi savunma örgütleri, barolar ve hak mücadelesi veren derneklerimiz de soruşturma ve kovuşturma tahdidi altında tutulmaktadır.

Cezaevi tecrit/tretmanı, hasta tutuklu ve hükümlülere insanlık dışı tutumlar, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarındaki kabul edilemez izolasyon azalmadığı gibi artarak derinleşmektedir. Hükümet adalet alanında yeni Adliye Binası inşaatı dışında ciddi bir iyileşme gerçekleştirmediği gibi, böyle bir niyet de beyan etmemektedir.

Unutulmamalıdır ki, azalan hukuksal güvenlik inancı, belirsizlik, adalet arayışı insanları başlangıçta karamsarlığa sevk etse bile, uzun vadede siyasal muhalefetin örgütlü ve eylemli muhalefet araçlarına başvurarak bu hale karşı çıkması kaçınılmazdır.

Kimse bizlerden, olana razı olmamızı ve hukuk adı altında siyasal hegemonya pekiştirilmesine izin vermemizi beklememelidir. Karamsarlığımız sadece reforma ilişkindir. Mücadele zamanı ve imkânları önümüzde durmaktadır. Mücadele etmekte de kararlıyız.

Saygılarımızla,

Avukat Öztürk TÜRKDOĞAN                                            Avukat Selçuk KOZAĞAÇLI
İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı                                Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı

 

Bir cevap yazın