Derneğimizin dokümantasyon biriminin hazırlamış olduğu hak ihlal raporu ve bilançosu incelendiğinde Türkiye’de birkaç yıldan beri devam eden otoriterleşme eğilimlerine paralel olarak insan hakları ihlallerinde belirgin geriye gidişler olduğu görülmektedir.
Türkiye’nin demokratikleşmesi noktasında barış ve çözüm süreci ile Avrupa Birliği Katılım Müzakerelerinin doğrudan doğruya etkili olduğunu, bu iki konudaki duraksamaların veya geriye gidişlerin Türkiye insan hakları ortamını olumsuz etkilediğini, dolayısıyla bu iki süreçte yaşanacak olumlu gelişmelerin insan hakları ortamını da olumlu etkileyeceğini belirtmek isteriz.
2014 yılı hak ihlalleri bilançosu bir önceki yılla karşılaştırıldığında yargısız infazlarda çok belirgin artışlar olduğu, özellikle sınır bölgelerinde çok fazla infaz vakasına rastlandığı, bu vakalarla ilgili etkili soruşturma ve kovuşturma yöntemlerine başvurulmadığı görülmektedir. Bir önceki yılla karşılaştırıldığında gözaltı merkezlerinde 5 kişinin şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiş olması antidemokratik uygulamaların ağır bir yansıması olarak kendisini göstermiştir.
2014 yılında otoriterleşme eğilimlerine bağlı olarak MİT Kanununun değiştirilip Türkiye’de herkesin özel hayatın gizliliği ilkesinin ihlal edilerek takip altına alınması, internet yasasında yapılan değişiklikler ile internetin kontrol altına alınmış olması, çeşitli yargı paketleri ile HSYK, Yargıtay ve Danıştayın hükümetin etkisine açık hale getirilmesi ve buna uygun atamaların yapılması kişi güvenliği ve özgürlüğü hakkının tehdit altında olduğunu gösteren olumsuz gelişmelerdir.
2014 yılında yaşanan birkaç olumlu gelişmeden birisi DGM’lerin devamı olan Özel Görevli ve Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin kapatılmış olmasıdır. Buna paralel olarak haksız yere tutuklu bulunan yüzlerce siyasi mahpus salıverilmiştir. Ancak bu olumlu gelişme kısa sürmüş 17 Şubat 2015 tarihli HSYK kararı ile Türkiye Özel Yetkili ve Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri ile yeniden tanışmış ve bu şekilde eski uygulama devam ettirilmiştir. 2014 yılının diğer bir önemli kazanımı ise 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren darbeci generallerin cezalandırılmış olmasıdır.
2014 yılında Türkiye Cezaevlerindeki sorunlar devam etmiş, ağır hasta mahpusların sorunları çözülmemiş ve sayıları giderek artan bir noktaya vararak kamu vicdanında kanayan bir yara olmaya devam etmiştir.
2014 yılında siyasal iktidarın otoriterleşme eğilimine bağlı olarak toplantı ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler had safhaya varmış, tıpkı 2013 yılında olduğu gibi çok sık müdahaleler yapılarak gösteri hakkı kullanılamaz hale getirilmiştir. 2014 yılında Kobanê Direnişini sahiplenmek için yapılan gösterilerde yaygın şiddet hareketlerinin görülmesi üzerine 6 ilde sokağa çıkma yasağı ilan edilerek gösteri hakkının tamamen kullanılamaz bir noktaya geldiğine tanıklık ettik.
2014 yılında Suriye’de yaşanan iç savaşta İŞID isimli çete yapılanmasının Rojava/Kobanê’ye ve Irak/Şengal Bölgesinde yaşayan Ezidilere saldırması sonucu Türkiye yeni bir göç dalgası ile karşılaşmıştır. 2014 yılında 2 milyona yakın sığınmacının bulunduğu Türkiye’de sığınmacı hakları yönünden yeni sorun alanları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu konuda Türkiye sığınmacıların yaklaşık %15’lik kısmını oluşturduğu kamplarda barındırmış, geri kalan büyük çoğunluk ise kendi kaderine terk edilmiştir.
2014 yılında Türkiye’de kadına yönelik şiddet artarak devam etmiştir. Bu konuda yasal altyapı ile ilgili tedbirler alınmış olmasına rağmen uygulama değişmemiş, siyasal iktidarın yaklaşımı sorunun çözümü önünde engel teşkil etmeye devam etmiştir.
2014 yılının en bariz hak ihlali yaşanan diğer bir alanı ise toplu işçi katliamı ile kendisini gösteren iş cinayetleridir. 13 Mayıs 2014 günü Soma’da 301 madencinin ölümü ile sonuçlanan katliam ve 28 Ekim 2014 günü Ermenek’te 18 madencinin yaşamını yitirmesi Türkiye’de iş sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin çok yetersiz olduğunu, siyasal iktidarın bu alanda işçileri ölüme terk eden bir vurdumduymazlığı yaşadığını göstermiştir.
2014 yılında özellikle yerel seçim sürecinde HDP ve BDP’ye yönelik ırkçı linç teşebbüslerinin Türkiye’nin tamamında gerçekleşmiş olması Türkiye’deki barış sürecinin kırılganlığını göstermesi bakımından önemli bir gösterge olmuştur. Bunun yanı sıra Türkiye’nin Kobanê’ye yapılan IŞID saldırısını seyretmesi karşısında Kürtlerin ve Türkiye sosyalistlerinin buna karşı gerçekleştirdiği eylem ve etkinlikler barış sürecinin kırılganlığını göstermiştir. Bütün bu olaylar Türkiye’de nefret söyleminin yasaklanması gerektiğini, nefret suçlarının düzenlenmesini ve ayrımcılıkla mücadele konusunda etkili tedbirler alınması gerektiğini ortaya koymuştur.
2014 yılında barış süreci kopma noktasına gelmiş, taraflar Kobanê direnişini sahiplenmek nedeni ile yapılan gösterilerde yaşanan yaygın şiddet hareketlerinden çekinerek barışa giden yolun kaçınılmaz olduğunu görmüş ve geri adım atmışlardır. 6-8 Ekim 2014 tarihleri arasında yaşanan olayların Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile sona ermesi ve yeniden tarafların soğukkanlı bir biçimde süreci ilerletme konusunda görüş birliğine varmaları şiddet dışında çözümün zorunlu olduğunu bir kez daha ortaya koymuştur.
Türkiye’de yapısal insan hakları sorunları 2014 yılında devam etmiştir. Türkiye’de devam eden cezasızlık politikası varlığını sürdürmüş ve özellikle insanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı kuralının uygulanarak sorumluların yargılanmasının önüne geçilmesi cezasızlığın bir başka boyutuyla sürdürüldüğünü göstermiştir.
2014 yılında siyasal iktidarın yargı yolu ile baskı politikası devam etmiştir. Nitekim çeşitli yargı paketleri ile HSYK, Yargıtay ve Danıştay Kanunlarında ve diğer mahkemeleri ilgilendiren kanunlarda yapılan değişikliklerle siyasal iktidarın yargıyı kullanarak toplumsal muhalefet üzerinde baskıyı sürdürdüğü özel bir döneme girilmiştir. Bu nedenle Türkiye’de hukuk güvenliği yok edilmiş, yurttaşın kişi özgürlüğü ve güvenliği ciddi tehdit altına alınmıştır.
2014 yılında Türkiye’nin Ortadoğu da uyguladığı anti Kürt ve anti Şii politika iflas etmiş, Kobanê direnişinin Kobanê zaferine dönüşmesi ile Türkiye’nin bu politikasını değiştirmek zorunda olduğu gerçeği bir kez daha ortaya konmuştur.
Siyasal iktidarın otoriterleşme eğilimleri giderek artmış ve halen görüşmeleri devam eden iç güvenlik yasa tasarısı ile Türkiye polis devleti haline getirilmek istenmektedir. 2014 yılında Kürt sorununun çözümü noktasında hükümet/devlet yetkilileri ile Abdullah Öcalan arasında devam eden diyalog sürecinin müzakereye geçememesinin yarattığı sakıncalar kendisini ortaya çıkartmıştır. Buna rağmen 28 Şubat 2015 günü devlet/hükümet yetkilileri ile HDP heyetinin üzerinde mutabık kalınan ve Abdullah Öcalan tarafından kaleme alınan ortak irade beyanını içeren ilkesel metnin kamuoyuna birlikte deklere edilmesi tarihsel bakımdan önemli ve Kürt sorunun çözümünde bundan sonra müzakereye geçileceğini gösteren en önemli gelişme olmuştur.
Hak savunucuları olarak Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorununun çözümünde mücadelemizin süreceğini, barış ve çözüm sürecinde üzerimize düşen her türlü katkıyı yerine getireceğimizi ve hak ihlallerinin giderilmesinde her türlü farkındalık çalışmalarını yapacağımızı bir kez daha belirtmek istiyoruz.
İnsan Hakları Derneği