Halen etkisini sürdüren pandemi (Koronavirüs pandemisi) 2020 yılına damgasını vurmuştur. Denilebilir ki, 1919-1920 yıllarında görülen İspanyol gribinden neredeyse 100 yıl sonra tüm dünyayı sarsıcı bir şekilde etkileyen bir pandemi dönemi yaşanmaktadır. Bu dönem ülkelerin yönetildiği rejimlerin karakterini iyice ortaya çıkarmış ve Türkiye gibi ülkelerin daha otoriter bir anlayışa yönelmesiyle sonuçlanmıştır.
24 Temmuz 2015 tarihinde başlayan silahlı çatışmalar ve devamında 15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsü gerekçe gösterilerek 20 Temmuz 2016’da başlatılıp 19 Temmuz 2018 tarihinde sona erdirilen OHAL (Olağanüstü Hal Uygulaması) çıkarılan 7145 sayılı kanunla kalıcı hale getirilmiştir. Türkiye bugün OHAL rejimi özelliği taşıyan otoriter bir dönemi yaşamaktadır. OHAL koşullarında yapılan ve 16 Nisan 2017 tarihinde kabul edilen Anayasa değişikliği ile rejim değiştirilmiş ve bu rejim “Türk Tipi Başkanlık Modeli” veya “Cumhurbaşkanlığı Kabinesi” gibi isimlerle adlandırılmıştır. Bu rejimin tipik özelliği otoriter bir yönetim anlayışı olmasıdır. Türkiye’deki bu yönetim, pandemi süreci ile karşılaşınca otoriter uygulamalarını çeşitli idari tedbirler adı altında ve Anayasaya aykırı olacak şekilde yasaklama tedbirleri ile yönetmeye çalışmıştır. Bir başka ifadeyle, 2020 yılında pandemi yönetimi daha çok İçişleri Bakanlığı ve valiliklerin “yasallık ilkesi”ne aykırı olacak şekilde aldığı yasaklama kararları ile geçmiştir.
2020 yılında pandemi koşullarının dayatması ile alınan yasaklama tedbirleri kapsamında yurttaşların hakları kısıtlanırken siyasi iktidar tam tersini yapmış, çıkardığı çok sayıda kanunla hak ve özgürlükleri daha da kısıtlayıp sınırlandırmıştır. 7242 sayılı” İnfaz Kanunu Değişikliği”, 7245 sayılı “Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu”, 7249 sayılı çoklu baro sistemini getiren kanun, 7252 sayılı “Dijital Mecralar Kurulması Kanunu”, 7253 sayılı “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Kanunu” gibi kanunlarla otoriter rejimi daha da pekiştirilmiştir.
Kürt sorunun çözümsüzlüğü ve silahlı çatışmaların devamı maalesef 2020 yılı boyunca da devam etmiştir. Haziran 2020 ile birlikte Türkiye’nin askeri harekâtları Irak’ın kuzeyini kapsayacak şekilde genişletilmiş ve Suriye’den sonra Irak’ın da kuzeyinde belirli bölgeler denetim altına alınmaya çalışılmış ve çatışma sahası genişlemiştir. Kayyım atama ve yerel yönetimlerde halkın iradesinin yok sayılması siyaseti 2020 yılı boyunca da devam ettirilmiştir.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinin 25 Nisan 2017’de Türkiye’yi yeniden siyasi denetime tabi tutması ile ilgili süreç 2020 yılında da devam etmiştir. Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları sorunlarının büyüklüğü karşısında AİHM’in göstermiş olduğu tutum ibret vericidir. Demirtaş ve Kavala davaları ile sınırlı olarak verilen ihlal karalarının gereği bile yapılamamıştır. Hukukun üstünlüğü ilkesinden uzaklaşan AİHM’in kendisine dava gelmemesi için sürekli olarak Türkiye’deki Anayasa Mahkemesi’ni işaret etmesi insan hakları değerlerinin korunmasında yaşanan aşınmayı çok net olarak ortaya koymuştur. Buna karşın Anayasa Mahkemesi’nin özellikle “devletin milli güvenlik politikaları” konusunda insan haklarından yana karar üretmediği ve olumsuz bir tutum içerisinde olduğu gözlemlenmiştir. Özellikle OHAL KHK’ları hususundaki olumsuz tutumu insan haklarının korunmasında etkili bir mahkeme olmadığını ortaya koymuştur. OHAL sona erdikten sonra yasalaşan OHAL KHK’ları ile ilgili 2019 yılında kısmi bazı iptal kararlarının verilmeye başlanması ve bu tutumun 2020 yılı boyunca sürdürülmesi ise umut verici olarak değerlendirilebilir.
2020 yılı da pandeminin de etkisi ile kalıcı OHAL rejiminin liberalizmin belirsizlik yaratan yeni tip otokratik rejimi olarak uygulanmış, en temel haklardan olan ifade, örgütlenme, toplanma ve gösteri haklarının oldukça fazla sınırlandırılıp, yasaklandığı bir yıl olmuştur. Baskı araçlarının başında ise maalesef yargı kullanılmıştır.
Raporun tamamı için:
2020 Yılı Hak İhlalleri Bilançosu için::