2022 Yılı Hak İhlalleri Raporu

İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi’nin hazırladığı, 2022 yılı hak ihlalleri raporu okunduğunda görülecektir ki Türkiye Cumhuriyeti devleti, altına imza attığı uluslararası sözleşmeler başta olmak üzere, kendi iç hukukunu da uygulamaz bir durumdadır.

Anayasanın 90. maddesi ile uluslararası sözleşmeler, iç hukukun da üstünde kabul edilmiştir. Ancak kendi anayasasına dahi uygun davranmayan Türkiye Cumhuriyeti devleti, yaşama hakkı başta olmak üzere işkence görmeme hakkı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü hakkı, ayrımcılığa maruz kalmama hakkı gibi çok temel haklar konusunda maalesef ki son derece kötü bir noktadadır.

İnsan hakları savunucuları olarak, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana devlet güçleri tarafından işlenen suçlarda büyük bir cezasızlık olduğunu çok yakından biliyoruz. Bu cezasızlık politikasının aynen devam ettiğini görmek, adeta zaman aşımı müessesesinin devlet suçlarını koruyan bir mekanizma haline geldiğini görmek, son derece üzücü bir durum. En son 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde 33 aydın ve sanatçının yakılarak hayatını kaybettiği katliama ilişkin davanın son duruşmasında da zamanaşımı yoluyla cezasızlık politikası tercih edilmiştir.

Coğrafyamızda çok yakıcı bir sorun olan -gözaltında kaybetme- sorunu, failler açıklanmadığı sürece bizce devam etmektedir. Yakınlarını gözaltında kaybeden insanlarımızın başlattığı Cumartesi Anneleri eylemine yönelik hukuksuz yasaklamalar halen varlıklarını devam ettirmektedir. Bu nedenle özellikle 90’larda kaybetme politikasının sürdüğünü söylemek, çok doğru olacaktır.

İşkence, maalesef ki devam etmektedir. Uluslararası sözleşmeler ve iç hukukla yasak bir yöntem olmasına rağmen işkencenin devam ettiğini görmek son derece üzücüdür. İşkencenin belgelenmesi de ayrı bir sorun oluşturmaktadır çünkü Türk yargısı sadece Adli Tıp Kurumu’nun raporlarını delil olarak kabul etmektedir yani işkencenin ancak bir resmi bilirkişi kurumu ile belgelenmesi gerekmektedir oysaki Adli Tıp Kurumu bir devlet kuruluşudur.

Adli Tıp Kurumu hekimleri, tümüyle siyasi iradeye bağımlı kılınmışlardır bu nedenle işkencenin belgelenmesi de çok önemli bir sorun olarak varlığını devam ettirmektedir.

İfade ve örgütlenme özgürlüğü, hiç olmadığı kadar ağır bir baskı altındadır. Kişiler, yazdıkları yazılar, yaptıkları konuşmalar, attıkları tweetler nedeniyle sorgusuz sualsiz tutuklanmakta özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9 ve 10. maddeleri sürekli ihlal edilmektedir.

Şu anda düşünceleri nedeniyle cezaevinde bulunan birçok aydın, yazar, sanatçı, politikacı tamamen altına imza atılan uluslararası sözleşmelere aykırı bir biçimde cezaevinde mahpus olarak tutulmaktadırlar.

Cezaevinde, ölümcül hastalıkları olan birçok hasta mahpus bulunmaktadır. Bu hasta mahpusların tahliyeleri de yine resmi bilirkişi kurumu olan Adli Tıp Kurumu’nun verdiği cezaevinde kalabilir raporları ile devam ettirilmekte birçok hasta mahpus cezaevlerinde yaşamlarını yitirmektedir

Örgütlenme ve örgütlerin kendilerini ifade etme hakları da büyük baskı altındadır. Birçok şehirde hiçbir kurum hiçbir dernek hiçbir vakıf maalesef ki basın açıklamaları dahi yapamamakta. Son derece gerekçesiz bir şekilde bu tür basın açıklamaları engellenmekte ifade ve örgütlenme özgürlüğü büyük baskı altında tutulmaktadır.

Kadına yönelik şiddet var gücüyle devam etmektedir. Maalesef ki devletin kullandığı ayrıştırıcı, şiddet içeren nefret dili, kadınlara ve çocuklara şiddet olarak geri dönmektedir. Bu nedenledir ki biz daima insan hakları savunucuları olarak -kadına yönelik şiddet, politiktir- demekteyiz. Çünkü devletin uyguladığı şiddet politikalarını, kadına yönelik şiddetten bağımsız tartışmak mümkün değildir

LGBTİ+’lara yönelik büyük bir nefret örgütlenmektedir ve bu nefretin örgütleyicisi de bizzat devleti yönetenlerdir. Yaşamın tüm alanlarında maalesef ki bu nefret örgütlenmekte ve LGBTİ+ insanlarımız coğrafyamızda ölüm tehlikesiyle yaşamaya devam etmektedirler.

Ekonomik sorunlar, coğrafyada yaşayan tüm insanları, özellikle de emeği ile geçinen insanlarımızı çok yoğun şekilde etkilemektedir. Birçok alanda işten çıkarmalar yoğun olarak yaşanmakta, sendikaların örgütlenmeleri ve kendilerini ifade etmelerine yönelik baskılar devam etmektedir.

İnsan hakları savunucuları olarak, yıllarca, varoluşumuzdan itibaren özellikle Kürt sorununa yönelik barış çağrılarını devam ettirmekteyiz. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki uygulanan savaş politikası soframızdaki ekmeği çalmaktadır. Savaş ve çatışmalı ortam on binlerce can kaybı yanısıra toplumsal barışı ve halkların bir arada yaşama arzusuna da zarar vermektedir. Ret, inkâr ve asimilasyona dayalı güvenlikçi politikalar terk edilerek barışçıl politikalar yoluyla toplumsal barışa olanak sağlanmalıdır.

Savaşa harcanan bütçenin barışçıl politikalara, eğitime, sağlığa, ekonomiye ayrılması son derece önemli olacaktır ve bütün coğrafyayı rahatlatacaktır.

90’larda dahi ki 90’lar insan hakları ihlallerinin çok yoğun yaşandığı bir dönemdi o dönemde bile uygulanmayan kanun hükmünde kararnamelerle işten çıkarmalar birçok aileyi son derece zor durumda bırakmıştır. Binlerce kamu emekçisi ve çalışan, sadece düşünceleri nedeniyle hukukta yeri olmayan iltisak vb. ithamlarla sorgusuz sualsiz hiçbir yargı kararı olmadan, işlerinden atılmış, aileleriyle birlikte adeta ölüme mahkûm edilmiştir.

2022 yılı insan hakları ihlalleri raporumuzda son derece açık biçimde görüleceği üzere, sığınmacılara yönelik devlet politikası da son derece ayrımcı ve ötekileştiricidir. Maalesef ki Türkiye Cumhuriyeti devleti Birleşmiş Milletler Mülteci Hakları Sözleşmesi’ne coğrafi kısıtlama getirmiş ve sadece Avrupa’dan gelen insanlara mülteci statüsü verebileceği yönünde bir imza atmıştır.

Ancak coğrafyamıza özellikle Afrika ve Ortadoğu’dan sığınmacılar gelmekte ve statüsüz bir şekilde son derece kötü koşullarda yaşamaya devam etmektedirler ve maalesef ki bu sığınmacılara yönelik son derece ırkçı ve nefret içeren yaklaşımlarda bulunan siyasi partiler, dernekler bulunmaktadır. Toplum, sığınmacılara karşı maalesef ki nefret örgütlenmesine maruz bırakılmaktadır.

Cezaevlerinde çok yoğun hak ihlalleri gerçekleşmektedir. Özellikle ceza infaz politikasının son derece ayrımcı olduğunu yıllardır çok yakından izliyor ve kamuoyuna da anlatmaya çalışıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devleti yargısının infaz politikası, ayrımcıdır. Siyasi mahpuslar, maalesef ki adli mahpuslara göre cezalarının çok daha fazla bir oranını yatmaktadırlar.

İnfazdaki bu ayrımcı politika, maalesef ki bütün dünyayı saran covid salgını sırasında son derece açık bir biçimde ortaya çıkmıştır. Adli mahpusların çok büyük bir bölümüne sağlanan denetimli serbestlik hakkı maalesef ki siyasi mahpuslara sağlanmamıştır.

6 Şubat’ta yaşanan ve geniş bir coğrafyada milyonlarca insanı etkileyen, on binlerce can kaybına yol açan deprem ve sonrasında yaşananlar, devletin en temel işlevlerinden olan yurttaşların can ve mal güvenliğini sağlama; arama, kurtarma ve insani yardım konusunda da kalıcı bir politikaya sahip olunmadığını ortaya çıkarmıştır. Doğal afetlere duyarlı, çevreye saygılı kentleşme yerine rant ve çevrenin tahribatına dayalı politikaların tercih edilmesi afetlerin yarattığı tahribat ve can kayıplarını arttırdığı ne yazık ki bir kez daha görülmüştür.

Coğrafyamızda bu kadar büyük ayrımcı, ötekileştirici, nefret örgütleyici bir politika izlenirken maalesef ki kendilerini muhalefet olarak tanımlayan siyasi partilerin çok büyük bir bölümü de bu haksızlıklara karşı ses çıkarmamaktadırlar. Sürekli dile getirdiğimiz gibi iktidar ve muhalefetin aynı kaynaktan beslendiği bir coğrafyada, insan hakları mücadelesinin ne kadar zor olduğunu her an gözlemlemekteyiz.

Bizler insan hakları savunucuları olarak ‘2022 hak ihlalleri raporumuzu açıklarken bir kez daha insan hakları mücadelesinde ne kadar kararlı olduğumuzu biatsız bir mücadeleye devam edecek olduğumuzu tüm kamuoyuyla paylaşmak istiyoruz.

 

raporun tamamına ulaşmak için: 2022 Yılı Hak İhlalleri Raporu

2022 yılı bilançosu için:  2022 yılı bilançosu