Cezaevlerinde Yaşanan Hak İhlalleri

“BİZİ MAHKÛM EDENLERDEN DAHA GENİŞ BİR İNSANLIK KAVRAMININ PARÇASI OLDUĞUMUZU BİLMEK BİLGİ BİZE GÜÇ VE SEBAT VERİYORDU.”

NELSON MANDELA   

 

1 Kasım seçimlerinden sonra seçimi kazanan AKP sözcülerinin Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü yerine bu sorunu terörle mücadele kapsamında değerlendirip güvenlik ve şiddet politikalarını sonuna kadar uygulayacaklarına dair beyanları KCK’nin tek taraflı eylemsizlik kararını sona erdirmesine gerekçe yapılmıştır. Türkiye şu anda silahlı çatışmaların yoğun olarak yaşandığı ve her gün çok sayıda insanın yaşamını yitirdiği bir şiddet ortamında bırakılmıştır. Türkiye’nin temel sorunları olduğu gibi durmaktadır.

Bunların başında 30 yıllık mücadele tarihimizde ısrarla belirttiğimiz dört duvarların arkası yani hapishaneler gelmektedir.

2015 yılının son aylarını yaşadığımız bu günlerde hapishanelerde ciddi hak ihlalleri ile karşı karşıyayız. Bir mahpusun dış dünyayla ilişkisi ne kadar kesilirse, işkence ve kötü muamele riski de o kadar artar. Ülkemizdeki çatışmalı sürecin hapishanelere hemen yansımalarını görmekteyiz.

Bilhassa da çocuk ve kadın mahpuslara yönelik işkence ve kötü muamele, taciz uygulamalarında da belirgin bir artış görülmektedir.  Her şeyden önce hapishanelerin genel koşulları (barınma, havalandırma, hijyen, sağlık, iletişim, vb koşullar) kapasitesinin yüzde yüz doluluk oranına yaklaşması nedeniyle ortaya çıkan mekânsal sıkışıklık tüm tutuklu ve hükümlüler üzerinde toplu eziyet etkisi yaratmaktadır. Bununla birlikte özelikle cezaevine giriş sırasında yapılan çıplak aramalar, süngerli oda uygulamaları ve kamerasız kör bölgelerde gerçekleştirilen şiddet, cezaevlerindeki arama ve denetimlerde, avukat ve aile görüşmesine gidiş ve gelişlerde, hastane sevkleri ya da mahkemelere götürülüp getirilirken uygulanan şiddet ve tabi ki izolasyon cezaevlerinde öne çıkan işkence ve kötü muamele uygulamaları olmaktadır.

Öyle ki Antalya L Tipi Cezaevi’nde tutulan mahpusların sayım esnasında esas duruşa geçmedikleri gerekçesiyle gardiyanlar tarafından darp edilmeleri, Eskişehir H Tipi Cezaevi’nde mahpusların elleri ve ayakları bağlanarak, bayıltılana kadar dövülmeleri, Silivri (İstanbul) 9 Nolu F Tipi Cezaevi’nde tutulan mahpusların “arama yapılacağı” bahanesiyle darp edildikleri ve “süngerli oda” olarak bilinen odalarda işkence gördükleri, Ordu E Tipi Kapalı Cezaevi’nde mahpusun kolunu bükerek onlarca personel ve mahpusun önünde tokatlaması, Osmaniye 2 Nolu T Tipi Cezaevi’ne sevk edilen 7 mahpusun cezaevine girişte yapılmak istenen çıplak arama uygulamasına karşı çıktıkları için darp edildikleri, Sincan (Ankara) Kadın Cezaevi’ne sevk edilen kadın belediye eş başkanlarına uygulanan çıplak arama, Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde bulunan kadın mahpusların hastanenin 3’üncü katından ring aracına kadar yerde sürüklenmeleri kısaca Türkiye hapishanelerinden verebileceğimiz insanlık dışı uygulamalardan sadece birkaçıdır.

HASTA MAHPUSLARIN SAĞLIK HAKKI

Yeni hasta listemizde de görüleceği gibi 298 ağır olmak üzere toplam 740 mahpus bulunmaktadır.

Mahpusların sağlık hakkı iki kimlik etrafında tartışılmaktadır. Bunlardan birincisi ulusal mahkemelerin aldığı kararlar neticesinde hapis altında tutulmalarını zorunlu kılan “mahpus” kimliği; diğeri ise sağlık sorunlarının tedavisi için gerekli tıbbi bakım ve tedavi koşullarının sağlanmasını zorunlu kılan “hasta” kimliğidir. Otoriter rejimlerde mahpusluk kimliğinin belirlediği zorunlu yaşam alanı ile hasta kimliğinin gerekli kıldığı uygun tıbbi koşulların olgunlaştırılması sürekli çatışma halindedir. Türkiye mahpushanelerinde mahpusluk kimliğini ön planda tutan bir politik anlayışın benimsendiği artan hasta mahpus sayılarından ve yasal düzenlemelerden net olarak görülmektedir.

Özelikle kelepçeli tedavi uygulaması bu yılda artış göstermiştir. Artık tek kelepçe ile yetinmeyen anlayış İzmir kırıklar ve şakran hapishanelerinde çift kelepçe uygulamalarına başlamıştır. Bu uygulamalara karşı çıkan mahpusların kollarını bile kırarak bu uygulamaları dayatmaktadır.

Mahpuslar jandarmanın elinden kolları kırılmadan kurtuldukları koşulda karşılarına yeni bir engel olarak hekimler çıkmaktadır. Eğer bir hekim hastasını kelepçe ile muayene etmiş ya da etmek istemişse; – Hasta hakları, hekimlik meslek etiği kuralları, İstanbul Protokolü ilkeleri, Biyotıp Sözleşmesi ve Anayasa 90. Madde hükümlerine aykırı davranmış, Tutukluların diğer hastalar gibi eşit sağlık hizmeti alma hakkına engel olmuş demektir. Herkese eşit sağlık hizmeti sunmak hekimin birincil görevidir, hiç kimse kelepçeli muayene edilemez. Hiçbir hekim kelepçeli hasta muayenesine zorlanamaz. Eğer bir cezaevi idarecisi, savcısı ya da Adalet Bakanı kelepçeli muayeneye ve sağlık hakkı ihlaline yol açan uygulamalara sessiz kalmışsa, o ülkede insan haklarından ve demokrasiden söz edilemez.

 

Ağır ve kronik hastalığı olan mahpus ve tutukluların sağlık kuruluşlarının mahpus koğuşlarında sürdürülen tedavileri de ayrı bir ihlal konusudur. Hastanelerin bodrum katlarında, güneş almayan, havalandırması olmayan mahpus koğuşlarında, sağlık personelinin hizmeti düzenli olarak takip etmekte zorlandığı, insan onuruna yakışmayan bir ortamda terminal dönem hastalar yatmakta ve ne yazık ki bir kısım mahpus ve tutuklu bu koşullarda hayatını kaybetmektedir. Bir kısım mahpus ise Adli Tıp Kurumu tarafından “cezaevi koşullarında tedavisi mümkündür” şeklinde verilen raporlarla yeniden cezaevine gönderilmekte ve burada hayatlarını kaybetmektedirler.

 

ATK BAĞIMSIZ DEĞİLDİR.

Hapishanelerde yaşamını tek başına idame edemeyen mahpusa ilişkin ceza infazının geri bırakılmasına kararı verilmesi için iki kademeli bir yol çizilmiştir. Yeni düzenlemeyle beraber ceza infazının geri bırakılması kararı;

-Adli Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurulları tarafından düzenlenip Adli Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine;

-İnfazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, hasta mahpusa ilişkin, toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmadığı değerlendirmesi sonucunda verilmektedir.

Öncelikle tam teşekküllü hastanelerden alınan bilimsel nitelikli sağlık raporları için Adli Tıp Kurumu’nun onayının alınması, tıbbi alanda kurumlar arasında bir hiyerarşi olmamakla birlikte başkan ve üyeleri siyasi otorite tarafından atanan Adli Tıp Kurumu’nu filli olarak yüksek otorite ilan etmektedir. Diğer yandan tıbbi raporlarla “cezaevinde yaşamını tek başına idame edemez” olduğu tespit edilen bir mahpusun “toplum güvenliğini tehdit etmemesi” gibi devlet otoritesinin şahsında somutlaştığı Cumhuriyet Başsavcısının hiçbir objektif kriteri barındırmayan bireysel değerlendirmesine tabi tutulmaktadır. Mahpusun cezalandırılmasında taraf olan bir merciinin karar verici durumuna getirilmesi anlaşılır değildir.

Halen cezaevlerinde bulunan ağır hasta mahpusların tümü tam teşekkülü herhangi bir hastane raporuna istinaden derhal salıverilmeli, tedavileri ailelerinin yanında sürdürülmeli ve sağlık sigortası devlet tarafından karşılanmalıdır.

 

ÖLÜMLERE SESSİZ KALMAYACAĞIZ.

Toplamda, 61 cezaevinde 221 kişi sağlık ve intihar ve çeşitli nedenlerle yaşamını yitirmiştir. Onların hepsi devletin gözetimi, koruması altındadır. Ama buradan anlaşılacağı gibi devlet onlara bakamıyor! Çok büyük olasılıkla da kasıtlı olarak “bakmıyor”, ya da daha doğru bir deyişle “ölsünler diye bakıyor!”

MAHPUSLAR HER YENİ GÜNE BAŞKA BİR HAPİSHANEDE UYANIYOR.

“6 Temmuz 2015’te Osmaniye 2 Nolu T Tipi Cezaevi’nde tutulan 3 mahpusun “milletvekili seçimleri üzerine sohbet edeceğiz” denerek koğuşlarından çıkarıldıkları ve zorla başka cezaevlerine sevk edildikleri öğrenildi.”

Vermiş olduğumuz örnek hapishane idarelerinin traji komik uygulamalarından sadece bir tanesidir.

İHD verilerine göre son aylarda 597 mahpus doğu ve güney doğu hapishanelerinden Karadeniz, ege,Marmara ve iç anadoludaki hapishanelere sürgün edilmiştir. Yaptığımız incelemelere göre bu mahpusların bir çoğu yeni tutuklamalardır. Yani yargı süreçleri başlamamış insanlarımızdır.Mahpusların SEGBİS (SESLİ VE GÖRÜNTÜLÜ BİLİŞİM SİSTEMİ) üzerinden duruşmalara katılması öngörülmekte bu sanığın kendisini ifade etmesi bakımından da zorlayıcı bir etkendir; sanık için sağlıklı bir iletişim yöntemi değildir. Nakillere gerekçe olarak yer sıkıntısı gösterilmektedir ki bu ceza ve güvenlik tedbirlerinin uygulanması hakkında kanunun 56. Maddesine göre geçerli bir sebeptir.(MADDE 56.- (1) Kurumların elverişsiz ve yetersiz kalması, kapsama gücünün aşılması, kullanılamaz hâle gelmesi, asayiş, güvenlik, doğal afet, yangın ve büyük onarım gibi zorunlu nedenlerle başka kurumlara nakledilmeleri gerekli görülen hükümlüler, yargı çevresi dışında Adalet Bakanlığınca belirlenen ve konumlarına uygun olan diğer kurumlara nakledilebilirler.) .Ancak m 56 nın yorumundan da anlaşılabildiği gibi ‘konumlarına uygun kurumlara nakledilmeleri ‘ gerekmektedir. Yani Batmandan, Diyarbakır’dan, Mardin’den alınan hükümlü ve tutukluların Türkiye’nin öteki ucu anlamına gelen Edirne, Tekirdağ, Balıkesir, Ankara vb. illerdeki hapishaneler e gönderilmesinin konumlarına uygun olmasıyla bir bağlantısı yoktur. Ayrıca sürgün edilen hükümlü ve tutukluların hepsinin siyasi mahpuslar olduğu belirlenmiştir. Bu durum infaz kanunun 2. maddesi ile bağdaşmamaktadır. MADDE 2.- (1) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır. Bütün bu bireyin hukuki güvenliğini tehdit eden keyfi uygulamalar bile zaten sosyal çevresinden koparılmış olan mahpusun havasına bile aşina olmadığı memleketlere sürgün edildikten sonra yaşayacağı travmanın yanında teferruattır. Aslında bu noktada hukuki düşünmek bile bu travmayı yaşayan mahpus ve ailelerine haksızlıktır. Hukuktan üstün adalet duygusu vardır. Yani madde 3 e uyar madde 5e aykırıdır mantığı aslında yanlıştır. Bu sürgünler harfiyen mevzuata uysa dahi insanlık onuru ile bağdaşmaz.

İMRALI HAPİSHANESİNDEKİ TECRİT KABUL EDİLEMEZ.

 

İmralı Cezaevi’nde Abdullah Öcalan’a özel hukuk ve ağırlaştırılmış tecrit uygulanmaktadır.

  1. Temmuz.2011 tarihinden beri avukatları,05.Ekim 2014 tarihinden beri de ailesi ile görüştürülmemektedir. Tutuklandığı günden bu yana, PKK lideri Abdullah Öcalan, İmralı’da ağır tecrit koşulları altında tutulmaktadır. Bu nedenle İmralı Cezaevi derhal kapatılmalı, Abdullah Öcalan ve arkadaşları yasal haklarından yararlandırılmalıdır. Tecrit koşulları keyfiyetle ve ciddiyetsizlikle her geçen gün derinleştirilmektedir. İmralı statüsü, infaz rejimi ve uygulanan derinleştirilmiş bu tecrit; hukuka aykırı ve insanlık dışıdır.

 

Taleplerimiz bu süreç devam ettiği müddetçe sürecek ve asla vazgeçmeyeceğiz. Bu yok edici planı red ediyor ve bu uygulamalardan vazgeçilmesini bir kez daha istiyoruz.

 

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ GENEL MERKEZİ

HAPİSHANELER KOMİSYONU

 

Bir cevap yazın