2022 ‘AYŞENUR ZARAKOLU DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ÖDÜLÜ Sahiplerini Buldu!
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, insan hakları savunucusu ve yayıncı Ayşenur Zarakolu’nun aramızdan ayrılmasını takiben, 2003 yılından bu yana her yıl; genelde insan haklarına, demokrasiye ve barışa, özelde düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik ağır baskılarla karşılaşan ancak bu ağır baskıya rağmen susmayarak topluma yol gösteren, umut olan kişi, kurum ve kesimlere, ‘Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade özgürlüğü Ödülü’ vermektedir. Bu yıl 20.si düzenlenen AYŞENUR ZARAKOLU DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ÖDÜLÜ,Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi tarafından oluşturulan Ödül Jürisinin değerlendirmeleri doğrultusunda Taksim Dayanışması ve Tutuklu siyasetçi ve hasta mahpuslar adına Aysel Tuğluk’a verilmiştir.
Verilen ödüllerle: İnsanıyla doğasıyla yaşamın bir bütün olarak korunması, gençlerin siyaset yapma yeteneklerinin ve birikimlerinin ortaya çıkması ve de tüm farklılıklarımıza rağmen ortak değerler için ortak mücadele pratiği ile öne çıkan Gezi direnişinin, toplumsal mücadeledeki tarihsel önemi ve ödül sahipleri belirlenirken henüz devam eden Gezi Davası’nda verilen hukuksuz karar ve tutuklamalar karşısında dayanışma ve mücadeleyi güçlendirme ihtiyacına, ve
Tutuklu siyasetçi olmasının ötesinde hastalığı nedeni ile serbest bırakılması gerekirken hapiste tutularak sağlık ve yaşam hakkı tehlikeye atılan Aysel Tuğluk şahsında, tüm hasta mahpusların durumuna ve insan haklarına aykırı ceza infaz uygulamaları ile hapishanelerin eza evi , ölüm evi benzetmelerini haklı çıkartan yapısına dikkat çekilmek istenmektedir.
Aysel Tuğluk ve Ödül sahipleri belirlenirken henüz devam eden Gezi Davasında, sonrasında haklarında ağır cezalara hükmedilerek tutuklama kararı verilen Osman Kavala, mahkeme salonunda “son sözünüz nedir?” diyen hakime ‘Son sözüm olduğunu düşünmüyorum.’ Diyerek Gezi’nin geride bırakılmış bir olay değil, devam eden ve geleceği şekillendirecek mücadele potansiyeline işaret eden Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, tutulmakta olduğu Silivri Cezaevi’nden “Gezi Direnişi’ni savunma görevi bize düştü, bu da gurur verici” diyen Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi ve Tayfun Kahraman’ı ve onların şahsında tüm direnenleri selamlıyoruz.
Tema :
Bu yıl 20. si verilecek olan ödülün teması “ Adil, Özgür, Yaşanabilir Bir Dünya için Ortak Mücadele, Ortak Kazanım. Biz Bitti Demeden Bu dava Bitmez!” olarak belirlenmiştir.
Gerekçe :
Pek çok farklı örneği olmakla birlikte; Cumartesi Anneleri’ne dair hukuksuz yasağın, 700. Hafta etkinliğine katılmak için gelen cumartesi insanlarına karşı açılan dava ile büyütülmesi, ülkeyi yönetenlerin hakikat ve adalet mücadelesinden duyduğu rahatsızlığın açık göstergesi olarak zihinlere kaydedilirken, İktidarın hak ihlali ve ekolojik yıkım politikalarına karşı yaşanabilir bir dünya için mücadelenin yargılandığı Gezi Davasında verilen hukuksuz ceza ve tutuklama kararı ile ortak değerler etrafında gelişen ortak mücadele pratiğinden de aynı şiddette korkulduğu netleşmiştir.
Üstte iki örneğini verdiğimiz olaylar sadece toplantı ve gösteri hakkının ihlali ile açıklanamaz tabii ki, ancak sürecin önemli birer göstergesi oldukları malum. Yıllardır dediğimiz gibi; Güvenlikçi politikalar, yeni yasalar ve uygulamalarla özgürlüklerin tamamen baskı altına alındığı, hukukun, özgürlükler için güvence olmaktan tamamen çıkarılmakla kalmayıp, özgürlüklerin baskı altına alınması maksadı ile yeniden oluşturulduğu, adaletsizliklerin derinleştiği, tek adamdan sonra tek partili rejimin tartışıldığı ve bu hali ile sadece demokrasiden ve insan haklarından uzaklaşmakla kalmayıp, rejimin hızla totaliter tarzda yeniden dizayn edildiği günlerden geçiyoruz.
Bu süreçte, degisik iktidar araçları ile yerleştirilen şiddet, hukuk dışılık, eşitsizlik, ayrımcılık ve ırkçılık gibi insan onuruna aykırı uygulamaların yanında, bir yandan da sivil toplumu ve demokratik siyaseti tamamen devre dışı bırakacak yönelimler dikkat çekmektedir.
Belediyeler ve ticari kurumlardan sonra sivil toplum örgütlerine de kayyum atanmasına imkan veren yasal düzenleme yanında, özgür düşünce ve bilgi paylaşımını ortadan kaldırmaya dönük baskı ve ceza tehdidi demek olan 1 Ekim 2020 tarihli sosyal medya yasası ile sosyal medyaya kullanıcılarını aşan bir denetim, kontrol ve cezalandırma sistemi getirilmişken, bugün bu tehdidi daha da büyüten yasal düzenlemeler tartışılmaktadır.
Ülkeyi yönetenler, Sedat Peker’in benzerlerini aşan ifşa ve itirafları ile gittikçe büyüyen mafya- devlet- siyaset üçgeni tartışmaları ile yaşadığı itibarsızlaşmayı, savaş ve çatışma politikalarının yarattığı ekonomik ve siyasi krizi algı operasyonları, gündem değiştirme ve baskıyı artırarak aşma becerilerine her geçen gün yenilerini ekleyerek iktidarını sürdürmektedir.
Bilindiği üzere; Otoriter rejimler genelde insan haklarına, demokrasiye, özelde düşünce ve ifade özgürlüğüne tahammülsüzlüğüyle tanınmakla birlikte, gelinen aşamada, siyasi iktidarın bu tutumu, tahammülsüzlük boyutunu aşarak, düşünce ve ifade özgürlüğünün tüm bağlantılı haklarla birlikte, herkes için ve her yerde tamamen kullanılamaz hale getirilmesiyle sonuçlanmıştır.
Her türlü muhalif söylemi, eleştiriyi, itirazı cezalandırma boyutuna varmış bulunan bu saldırgan tutum, Türkiye’nin dünyada en çok gazeteci tutuklayan ülke konumunda bulunması ile dahi yeterince açıklanamamaktadır. Medyanın iktidar tarafından yönetiliyor olması ve özgür basın yayın organlarını giderek çalışamaz hale getiren yasak ve cezalar yanında, sosyal medya paylaşımlarından dolayı açılan davalarla on binlerce kişinin tutuklanması ve cezalandırılması yoluyla, tüm özgür bilgi ve görüş üretim ve paylaşım platformları baskı altına alınmaya çalışılmaktadır.
Ekolojiden insan haklarına , hayvan haklarına tüm alanlarda yaşanan ağır ihlalleri durdurma gayretindeki hak savunuculuğuna yönelik baskının, İnsan Hakları Derneği Eş Genel Başkanları Eren Keskin ve Öztürk Türkdoğan’a açılan davalarla en üst noktaya vardırıldığına, hak savunucularının hedef gösterme, tehdit ve cezalarla hak savunuculuğundan vazgeçmeye zorlandığına, siyasetçilerin muhalif politikaları ve kurdukları sözler nedeniyle ağır cezalara çarptırıldıklarına tanıklık ediyoruz bugün.
Ve son iki yıla damgasını vuran küresel Covid 19 salgını sürecinin; sağlık, çalışma yaşamı ve gelir dağılımında ortaya çıkan adaletsizlikler ve hak ihlalleri ile Türkiye’nin bu karanlık tablosunu daha da ağırlaştırdığına, üstüne üstlük bu salgını baskı ve sömürü politikalarını hayata geçirmek için fırsata çeviren iktidar pratiğine tanıklık ediyoruz.
Covid 19 bahanesi ile hak ihlallerinin sistematik hale getirildiği yerlerden biri de hapishaneler oldu. Tüm mahpusları tehdit eden hak ihlallerinin, ayrımcı infaz uygulamalarına maruz bırakılan politik mahpuslara yönelik çok daha ağır uygulamalarına, İmralı Hapishanesi’nde uç bir örneğine tanıklık ettiğimiz bir işkence yöntemi olan tecrit uygulamasının tüm hapishanelere yaygınlaştırıldığına ve tecride bağlı olarak mahpusların sağlıklarında ortaya çıkan ciddi yaralanmalara tanıklık ediyoruz.
Gezi Davasında verilen hukuki gerekçeden yoksun tutuklama kararları iktidarın tüm muhalifleri tutuklatma gayretini bir kez daha gözler önüne sererken, aşırı doluluk ve hasta mahpuslar meselesi ile gündemde giderek daha fazla yer tutan ve rejimin çıplak yüzü olarak da değerlendirilen hapishaneler ve ceza infaz uygulamaları bu sürecin önemli göstergelerinden biri durumundadır. Düşünce ve ifade özgürlüğü de dahil temel hakların gaspı boyutuyla her daim gündemde olan hapishaneler son süreçte özellikle hastalık ve baskılar nedeniyle yaşanan mahpus cinayetleri ile gündeme oturmuş bulunuyor. Mahpusların can güvenliğini sağlamakla sorumlu devlet, mahpusların tedavi ve sağlığa erişimlerine getirdiği engeller ile mahpusların sağlık ve yaşam haklarını tehlikeye atmakta, mahpuslar sırf tedavi erişimleri engellendiği için yaşamlarından olmaktadırlar. İnsan Hakları Derneği’nin verilerine göre 2021 yılında en az 46 mahpus ve 2022 yılı başından bu yana en az 12 mahpus tedavi hakkı engellendiği için yaşamını yitirdi.
Yaşama yönelik tehditlerin öne çıktığı bu karanlık tablo karşısında toplumun ortak talebi; yaşanan sorunların çözümü, hak ihlallerinin son bulması, adaletin özgürlükçü bir zeminde gerçekleşmesi , bir başka deyişle adalet ve özgürlük talebinin birbirini içerdiği ve ekolojik denge ile buluştuğu yer, yaşanabilir bir dünya. İşte bu, hepimizin varoluşumuzla bütünleşmiş ve vazgeçilemez ortak düşü.
Bu nedenlerle bu yılki ödülün temasını “ Adil, Özgür, Yaşanabilir Bir Dünya için Ortak Mücadele, Ortak Kazanım. Biz Bitti Demeden Bu dava Bitmez!” olarak belirledik.
Ödül kriterleri :
Bilindiği üzere, ödül ; genelde insan haklarına, demokrasiye ve barışa, özelde düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik ağır baskılarla karşılaşan ancak bu ağır baskıya rağmen susmayarak topluma yol gösteren, umut olan kişi, kurum ve kesimlere verilmektedir. Ödülleri alanlar ve verenler aracığıyla, toplumun baskı altına alınan kesimlerinin bir araya getirilmesi amaçlanmaktadır.
2022 Yılı Ödül sahipleri:
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından oluşturulan Ödül Jürisinin, ödül gerekçesi ve belirlenen 2022 teması çerçevesinde yaptığı değerlendirmeler neticesinde bu yıl 20.si düzenlenecek olan AYŞENUR ZARAKOLU DÜŞÜNCE VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ÖDÜLÜ, Taksim Dayanışması ve Tutuklu siyasetçi ve hasta mahpuslar adına Aysel Tuğluk’a verilecektir.
Ödül sahiplerinin özgeçmişleri:
1- AYSEL TUĞLUK
“Aysel Tuğluk, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra serbest avukatlık yaptı. 1990’larda Toplumsal Hukuk Araştırmaları Vakfı ve Yurtsever Kadınlar Derneği kurucusu ve İHD üyesidir. Türkiye siyasi partiler yasasına eşbaşkanlık sisteminin getirilmesindeki süreçte ciddi emeği olmuş, eş genel başkanlık sisteminin ilk kabul edildiği Demokratik Toplum Partisi kurucu eş genel başkandır. 2007 genel seçimlerinde Diyarbakır ilinden milletvekili seçilmiş; Aralık 2009’da Demokratik Toplum Partisi’nin kapatılması ile milletvekilliği düşürülen tek kadın milletvekilidir. 2016’da gerçekleşen Halkların Demokratik partisi (HDP) kongresinde Parti Meclisi’ne seçilen Tuğluk, HDP eş genel başkan yardımcısı iken Aralık 2016’ da tutuklanarak, diğer HDP’li kadın siyasetçilerin de bulunduğu Kandıra Cezaevine konuldu. Anayasal siyasi faaliyet hakkı çerçevesindeki çalışmaları gerekçe gösterilerek hakkında on yıl hapis cezası verildi ve cezası onandı, dosyası halen Anayasa Mahkemesi’nde devam etmekte. “HDP ‘ye kumpas” davası olarak tanımlanan ve “6-8 Ekim olayları” olarak yansıtılan dava kapsamında ayrıca tutuklu bulunmaktadır.
Kendisine ilk Demans teşhisi Şubat 2021’de konulmuş olup, akabinde Kocaeli Tıp Fak. Adli Tıp Kurulu tarafından uzun süre tetkik ve muayenelerden geçirilen Tuğluk’un sağlık durumunun ağırlaşması ve hastalığının ciddiyeti sebebiyle cezaevinde hayatını tek başına idame ettiremeyeceğine dair rapor düzenlenmiştir. Bu rapora rağmen Adli Tıp Kurumu’nun objektiflikten ve tıp etiğinden uzak raporları sebebiyle halen cezaevinde tutulmaktadır.”
2- TAKSİM DAYANIŞMASI
“Taksim Meydanı ve Gezisi’ni yok edeceği açık olan ve bizzat dönemin Başbakanı tarafından üç boyutlu modellemeler ile topluma “yayalaştırma” ve “ihya” olarak sunulan projelerin bilim, teknik ve hukuk tanımazlığını ortaya koymak üzere bir araya gelen meslek odaları, sendikalar, sivil toplum örgütleri, semt inisiyatifleri, mahalle dernekleri ve siyasi partiler 15 Şubat 2012 tarihinde bir araya gelerek ilk toplantısını yaptı. Toplantıda alınan kararla kurulan ve bir dayanışma platformu olan Taksim Dayanışması’nın sekreteryasını, bileşenlerin ortak kararıyla Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi ve Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi yürütmeye başladı.
Taksim Dayanışması bileşenleriyle bir araya geldiği günden bu yana çok sayıda basın açıklaması yaptı, gerçekleştirdiği basına açıklamaları ve etkinliklerle yayalaştırma projesi adı altında İstanbul’a dayatılan bu hukuksuz ve antidemokratik proje süreci hakkında kamuoyunda duyarlılık oluşturmaya çalıştı.
27 Mayıs 2013’te iş makinalarının hukuksuzca ve herhangi bir ruhsat olmadan Gezi Parkı’na müdahale etmesine tepki gösteren yurttaşlar arasında Taksim Dayanışması da yer almış, demokratik girişimlerde bulunmuştur. Bu hukuksuzluğa karşı demokratik haklarını kullanan yurttaşlara ve kurum temsilcilerine karşı polis tarafından giderek daha sert bir biçimde uygulanan orantısız şiddet, başta İstanbul olmak üzere ülke genelinde tepki çekmiş, bu tepkiler günler içinde kitleselleşerek Gezi Parkı’ndan tüm Türkiye’ye yayılan protestolarla birlikte hak, adalet ve demokrasi talebine dönüşmüştür.
Resmi açıklamalara göre “77 ilde 600 den fazla eylem gerçekleşmiş, gösterilere yapılan müdahaleler sonucunda 8 sivil (Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Burak Can Karamanoğlu, Mehmet İstif ve Elif Çermik ve 2 güvenlik görevlisi (polis komiseri Mustafa Sarı ve polis memuru Ahmet Küçüktağ) hayatını kaybetmiş, 9063 kişi yaralanmıştır.” Sonrasında ise sürece aktif olarak katılanlara onlarca dava açılmıştır.
Süreci ilk günden beri Taksim Dayanışması çatısı altında takip eden tüm kurumlar, protestoların kitleselleşmesiyle başlayan süreç boyunca sorumluluk alarak parkta bulunmuş, parktan yükselen barışçı ve demokratik talepleri kamuoyuna aktaran bir tercüman olmuştur.
Gezi Davası, olarak bilinen davada ise; “28 Mayıs – 30 Ağustos 2013 tarihleri arasında gerçekleşen Gezi Parkı olaylarını organize ettikleri” iddiası ile 16 kişi yargılanmıştır.
İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yürütülen ve ilk duruşması 24-25 Haziran 2019’da Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü‘nde gerçekleştirilen davada 18 Şubat 2020 tarihinde verilen kararla 16 sanığın 10’u, haklarındaki bütün suçlamalardan beraat etti, davanın tek tutuklu sanığı Osman Kavala tahliye edildi ve yurtdışında bulunan sanıklar hakkındaki yakalama kararı kaldırıldı.
Savcılığın yerel mahkemenin kararını istinafa taşımasının ardından İstanbul Bölge Adliye 3. Ceza Dairesi 22 Ocak 2021’de 9 sanık hakkındaki beraat kararını bozdu.
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, 25 Nisan 2022 tarihindeki karar duruşmasında Osman Kavala hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Can Atalay, Mine Özerden, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman’a TCK 312’den yardım etme suçundan 18’er yıl hapis cezası verildi. Kavala dışındakilerin de ayrıca tutuklanmasına karar verildi.
Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater ve Mine Özerden Bakırköy Kadın Hapishanesi’nde ve Osman Kavala, Hakan Altınay, Can Atalay, Tayfun Kahraman halen Silivri Kampüs Hapishanesinde tutulmaktadırlar.”
Sonuç olarak ;
İktidarın bir anlamda güçsüzlüğü ve özgüven noksanlığını da gösteren bu topyekun baskının hedefine tüm muhalifleri koyduğunu biliyoruz. İnsan hakları savunucuları, hukukçular, akademisyenler, öğrenciler, eğitimciler, siyasetçiler, hekimler dahil tüm meslek grupları, işsizler, çalışanlar, kadınlar, çocuklar, yaşlılar, engelliler, mülteciler herkes hedefte. Ancak insanı, güç ve çıkar için araçsallaştıran, bir hak öznesi olarak görmeyen iktidarın karşısında özgürlüklerden, barıştan, yaşam hakkından, işkenceye karşı olmaktan, haktan hukuktan, sadece söz etmek bile onun özgüvenini yerle bir etmeye yetiyor.
Yukarıda özetlediğimiz sürecin, hep söylediğimiz gibi, iki gerçeği var. Biri kısaca özetlediğimiz yoğun baskı ve hak ihlalleri, diğeri ise; giderek derinleşen ve yaygınlaşarak tüm toplumu içine alan bu azgın baskıya rağmen; insanı ağacı, taşı toprağı, havası suyuyla, içinde ve birlikte var olduğumuz tüm varlıklar için özgürlük isteyenler, barış isteyenler, demokrasi isteyenler, adalet isteyenler, gerçekleri yazmak aktarmak isteyenler, yaşatmak isteyenler, eşit özgür bir yaşam isteyenler ve bu uğurda yürüttükleri MÜCADELELERİ, İTİRAZLARI VE ISRARLI TALEPLERİ. YANİ BİR YANDA ZULÜM , ÖTE YANDA DİRENİŞ VAR. VE TARİHİ DİRENENLER YAZAR.
Baskıya karşı susmayanları saygıyla selamlıyoruz.
İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi adına ‘Ödül Jürisi’