Mihdi Perinçek
Kürt Coğrafyasında Yaşanan Zorunlu İç Göç ya da Yerinden Edilmenin Boyutları:Kürt coğrafyasında yaşanan iç göçün, yıllara yayılan bir serüveni vardır. Kimi zaman ekonomik nedenlerle, kimi zaman da siyasal-askeri saikle olagelmiştir. Kitlesel olarak en kapsamlısı, kimilerinin “savaş”, kimilerinin “düşük yoğunluklu çatışma”, kimilerinin de “terörle mücadele” dönemi dediği 90’lı yıllarda meydana geldi.
Geçici Köy Korucularının GKK) “güvenlik-kimlik” gerekçeli zorla iç göçe olan etkisinin net olarak anlaşılabilmesi için, özet de olsa, 90’lı yıllarda yaşanan göçün amaç ve kapsamını açmak ve bunu rakamlarla ifade etmek gerekir.
Göç konusunda Devletin yaptığı ve kamuoyu ile sınırlı da olsa paylaştığı en kapsamlı çalışma, “TBMM Doğu Ve Güneydoğu Anadolu’da Boşaltılan Yerleşim Birimleri Nedeniyle Göç Eden Yurttaşlarımızın Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu”na aittir. Bu komisyonun 1998 yılında hazırladığı rapora göre; 3428 köy ve mezranın boşaltılmış olduğu ve yaklaşık 500 bin insanın zorla yerinden edilmiştir. Bazı siyasi parti ve Sivil toplum örgütüne göre ise; 4 bin yerleşim yeri boşaltılmış, yaklaşık 3,5 milyon yurttaş iç göçe zorlanmış-göç ettirilmiştir. İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) ulaştığı verilere göre ise; 3688 yerleşim yeri boşaltılmış, yaklaşık 2,3 milyon yurttaş yerinden göç ettirilmiştir.
Bu alt başlığın özetinde diyebiliriz ki; 1990’lı yıllarda Kürt sorununa bağlı olarak yaşanan zorunlu göç, Türkiye’nin doğu ve güneydoğu coğrafyasına yönelik ayrımcı politika ve uygulamaların bir sonucudur, silahlı çatışma ortamında ise sınırsız ve hızlı bir şekilde uygulanmıştır.
Zorunlu göç, hem demografik ve çevresel, hem de siyasal, sosyal ve ekonomik yönlerden bir altüst oluşu yaşatmış, kapsamlı tahribatlara yol açmıştır. Bu durum, devlet otoriteleri açısından bir yanılgı ya da eksiklik değil, sistemli bir tercihin sonucudur.
Zorunlu göç, göçmenlerin yoğun olarak göç ettiği, yerleştiği ya da göç silsilesi içinde uğradığı kentsel merkezler açısından da, çevresel ve kentsel dokunun bozulmasına yol açmıştır. Özellikle bölgedeki büyük merkezlerden batıdaki metropollere, zorunlu göçün getirdiği sosyal problemler nedeniyle ikinci bir göç dalgası yaşanmıştır.
GKK’luğu bu dönemde kurumsallaştırılmış, korucu sayıları hızla artmıştır. Öyleyse denilebilir ki; GK Koruculuğu kurumu oluşturulmasaydı bu kadar büyük ölçekli bir iç göç yaşanmazdı.
Köy koruculuğunun yasal dayanağı:
Türk Dil Kurumu, korucu kelimesinin anlamını 1924 yılında çıkarılan 442 sayılı yasaya göre orman veya kır bekçisi olarak tanımlar. Ancak, daha sonraki yasa değişiklerini dikkate alarak ikinci bir tanım getirir. Korucuyu, kırsal bölgede güvenlik güçlerine yardımcı olan sivil görevli kişi olarak da tanımlar.
Günümüzde geçici veya gönüllü olarak ifade edilen köy koruculuğu, 1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanunu’na 26 Mart 1985 tarihinde 3175 sayılı yasa ile eklenen bir hüküm ile kurumsallaştırıldı. 442 sayılı “ Köy Kanunu” 1985 yılına kadar 20 defa, 2006 yılına kadar ise toplam 28 defa değişikliğe uğramıştır. Bu değişiklikler; yürürlükteki kanuna madde eklenmesi ya da bazı maddelerinin değiştirilmesi biçiminde olmuştur.
Geçici ve Gönüllü Köy Korucularının Sayıları ve Özgünlükleri:
1987’de yürürlüğe sokulan OHAL ile birlikte, çatışmaların yaşandığı bölgede korucu sayısı hızla artmıştır. 1990’ların sonlarına gelindiğinde bu sayı 90.000’lere ulaşmıştır. 1999 ile Haziran 2004 arasında yaşanan çatışmazsızlık ortamının bir sonucu olarak bu sayıda azalma gözlemlenmiş, resmi verilere göre Mart 2006 sonu itibariyle bu sayı 57.000 dolaylarına düşmüştür. Geçmişten günümüze çeşitli tanımlarla, görev alanı ve kapsamı değişen köy koruculuğunda; görevlendirme makamı farklılık arz etmektedir.
Dayanak olarak gösterilen 442 sayılı yasanın, 13 maddesinin 21. bendinde; “ köye ortaklaşa korucu, sığırtmaç, danacı ve çoban”ın tutulacağını, köylünün mecburi işleri içinde gösterir. 68. maddede “Köy sınırı içinde herkesin ırzını, canını ve malını korumak için köy korucuları”nın bulundurulacağı belirtilir. 44. maddenin, “İhtiyar meclisi köylüye ait işleri konuşur ve hangi işleri köylü tarafından kendileri çalışarak doğrudan doğruya ve hangi işlerin para ile veya ırgat ile görülebileceğine karar verir” amil hükmü dikkate alınarak, 70. maddeye göre; “ihtiyar meclisi tarafından tutulduğu ve köy muhtarının vereceği haber üzerine kaymakamın buyurultusu ile işe” başladığı, 72. maddeye göre; “köy muhtarının emri altında” ve “resmi işlerde onun her emrini tutmağa mecbur” olduğu belirtilir.
Köy bütçesi ücretlerini karşılamak için yeterli olma durumunu yitirince 1939 yılında çıkarılan 3664 sayılı yasa ile 16. maddede değişikliğe gidildi. Madde, “Köy gelirleri, köy işlerini gören köyün aylıklı adamlarının aylık ve yıllıklarıyla köy sınırları içinde yapılacak mecburi köy işlerine yetmezse: En yüksek haddi yirmi lirayı aşmamak üzere herkesin hal ve vaktine göre köy ihtiyar meclisi kararıyla köyde oturanlara ve köyde maddi alakası bulunanlara salma salınır.” biçiminde yeniden düzenlendi.
Aynı yasanın 74. maddesi, “Köy muhtarı ve ihtiyar meclisi mahsul zamanlarında çapulcular ve eşkıya türemiş ise yağmadan köy halkını korumak için köylünün eli silah tutanlarından lüzumu kadarını gönüllü korucu ayırarak bunların isimlerini bir kâğıda yazıp kaymakama götürür. Kaymakamın müsaadesi olursa bu gönüllü korucular asıl korucularla beraber yağmacılara ve eşkıyaya karşı köy ve köylüyü korurlar.”
Görüldüğü üzere, 1985 yılında yapılan değişiklik öncesinde 442 sayılı yasanın belirlediği koruculuk; ücretli ve sürekli görev yapanlar ile ücretsiz görev yapanlar biçimindedir. Ücretli olanların ücretleri, köy ortak bütçesinden karşılanır, köy ihtiyar meclisi bu kişileri tespit eder, köy muhtarı isimleri kaymakama sunar, kaymakamın onayıyla göreve başlarlar ve köy muhtarı emri altında görev yaparlar. Görev alanları köyleri ile sınırlı olurken, adi ve adli suç teşebbüslerine karşı köyü ve köylüyü korurlar.
Koruculuğun bölgedeki geçmişine baktığımızda, 1985 yılı öncesinde bu görevi yapan yurttaşların olmadığını görüyoruz. Bölgedeki köylerin köy bütçeleri ya olmamış ya da yetersiz kalmıştır. Bu nedenle, ücretli veya gönüllü-ücretsiz köy koruculuğu mekanizması kurulamamıştı.
Ancak, 1985 yılında çıkarılan 3175 sayılı yasa ile 442 sayılı “Köy Kanunu”nun bazı maddeleri değiştirildi. Bu değişiklik; koruculuk mekanizmasının; ismini, amacını, atama merci’ini, ücret ödeyen makamı, görev sınırlarını ve görev konularını farklılaştırdı.
1985 yılında çıkarılan 3175 sayılı yasa ile eklenen ve 1990 yılında çıkarılan 3612 sayılı yasa ile değiştirilen madde;
“Bakanlar Kurulunca tespit edilecek illerde; olağanüstü hal ilanını gerektiren sebeplere ve şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin köyde veya çevrede ortaya çıkması veya ne sebeple olursa olsun köylünün canına ve malına tecavüz hareketlerinin artması hallerinde de, Valinin teklifi ve İçişleri Bakanlığının onayı ile yeteri kadar “geçici köy korucusu” görevlendirilebilir. Bu şekilde görevlendirilen geçici köy korucularına görevleri süresince ödenecek ücret ile hizmetin bitiminde verilecek tazminat miktarı ve giyim bedelleri İçişleri ile Maliye ve Gümrük Bakanlıklarınca müştereken tespit edilir ve Maliye ve Gümrük Bakanlığı bütçesinin ilgili transfer harcamaları bölümünden İçişleri Bakanlığı bütçesine aktarılacak ödenekten bu Bakanlıkça karşılanır.”
Diğer bir madde de; “Köy Korucuları ve Geçici Köy Korucularının görevde bulundukları süre içinde yaralanmaları, sakatlanmaları veya ölümleri halinde “2330 sayılı Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun” hükümleri uygulanır.” 2005 yılında çıkarılan 5443 sayılı yasa ile yapılan ekleme;
“Hiçbir sosyal güvenlik kurumunun güvencesi altında bulunmayan geçici köy korucuları ile bunların eşleri, bakmakla yükümlü oldukları anne, baba ve çocuklarının muayene, tetkik ve tedavileri, 3816 sayılı Ödeme Gücü Olmayan Vatandaşların Tedavi Giderlerinin Yeşil Kart Verilerek Devlet Tarafından Karşılanması Hakkında Kanunda öngörülen şartlara bakılmaksızın anılan Kanun hükümlerine göre yeşil kart verilerek sağlanır. Bakmakla yükümlü oldukları anne, baba ve çocuklarının tespitinde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda belirtilen esaslar uygulanır. Bu fıkranın yürürlüğe girdiği tarihin öncesinde ve sonrasında asgari on yıl üzerinden tazminat alarak görevinden ayrılan geçici köy korucuları ile bunların eşleri, bakmakla yükümlü oldukları anne, baba ve çocuklarının muayene, tetkik ve tedavileri hakkında da bu fıkra hükümleri uygulanır.”
Der. Böylece korucuların köy tüzel kişiliği ile hukuku bitirilmiştir. Bu durum, bir anlamıyla köy ve köylünün koruculuğundan devletin koruculuğuna bir geçiştir. 1990 yılında çıkarılan 3612 sayılı yasa ile değiştirilen 78. maddenin 1. fıkrasında; “Korucuların kıyafetleri ve silahlarının şekli İçişleri Bakanlığı’nca tayin olunur.” 4. fıkrasında; “Korucuların taşıyacakları silahların cinsi harb silahlarındandır.” denilerek, koruculuğun yeni formatı belirlendi.
Ancak, bugün iki farklı makam onayı ile korucu olanların, pratik olarak yaptıkları aynılaşmıştır. Aynılaşma, çatışma ortamının yarattığı hukuk içi ya da hukuk dışı çerçeveye göre tezahür ediyor. Koruculukta önemli diğer bir olgu ise, görevlendirme makamı sivil idare olmasına rağmen sevk ve idare mekanizmasının, kırsal alanın güvenliğinden (iç güvenlik) sorumlu Jandarmaya, devamında ise askeri mekanizmanın emir komutasına tabii olmasıdır.
Kentteki sivil idare ile sivil toplumun kontrol ve denetleme mekanizmalarının, kırsal alanda yaşananlara etkin biçimde gözlemde bulunma-müdahale etme olanağına sahip olamayışı, zorla yerinden edilme trajedisinin başka bir yönüdür.
Koruculuk kurumu, bütünüyle askeri mekanizmanın iç disiplin ve kontrolüne tabidir. Ancak, burada göz ardı edilemeyecek bir durum daha vardır. O da bu kurumun içinde yer alan korucuların, kendi çıkarlarını temel alan uygulamalarıdır. Bu uygulamalara yönelik yaklaşımda ise, hep amaç ve fayda ortaklığı gözetilmiştir. Bu bağlamda, kesişen amaç-fayda ortaklığı derecesine göre, keyfiyete yol açmış, “hukuk dışına çıkma”ya zemin sunulmuş ve idari-adli takibattan muaf tutulma olanağını arttırmıştır. Adli suçlara bulaşmış korucu sayısı, bu suçlarda adli tedbir gereği gözaltına alınıp tutuklanan korucu sayısı ile yargılanan ve yargılama sonucu cezalandırılan korucu sayıları birlikte değerlendirildiğinde bu noktanın ne kadar reel ve hassas olduğu görülecektir.
GK Korucularının uygulamaları:
GKK korucularının pratikleri açısından çatışma bölgesi zengin bir deneyim ve veriye sahiptir. İnsan Hakları Derneği, bölgede bulunan şubelerine yapılan başvuruları, ulusal basına yansıyan olayları ve iddiaları dönemsel olarak rapor haline getirip, basın aracılığıyla paylaşır. İHD Diyarbakır Şubesinin “1990–2002 Yılları Korucu Raporu”ndan bazı bilgileri sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu raporun içerdiği örnekler, bize koruculuk ve koruculuk kurumu hakkında önemli bir düşünce zenginliği kazandırmaktadır.
Raporun 2002 yılı başlığından;
“Mardin ili Mazıdağı ilçesine bağlı Gümüşova Köyü korucuları, köyde işledikleri suçlardan dolayı köy halkı tarafından kovuldular. Bu korucular, Diyarbakır ili Çınar ilçesine bağlı Salyazı köyüne baskın düzenleyerek burada ikamet eden 18 haneyi boşalttılar. Korucular, boşalttıkları köyün halkına ait olan mal varlıklarına el koydular.”
Diyarbakır ili Hazro ilçesine bağlı Zoğbirin köyünden göç ettirilen ve isminin açıklanmasını istemeyen bir köylü, şu beyanlarda bulundu;
“Ben de diğer köylüler gibi korucu baskısında kaçarak Diyarbakır’a göç ettim. Geride kalan tarlamı Hazro’lu biriyle anlaşarak satmaya karar verdim. Tapulama işlemlerini yapmak için beraber Hazro’ya gittik. Tarlamı sattığım arkadaş tapulama işlemleriyle uğraşırken, ben de Adliye koridorundaki banklardan birine oturdum. Adliyede beni gören Korucubaşı karakola gidip, Hükümet Konağında bir terörist var diye ihbarda bulundu. Hükümet Konağına gelen yaklaşık 40 kişilik jandarma görevlisi tarafından gözaltına alındım. Bir kaç gün sonra serbest bırakıldım. Bu olay üzerine arkadaşım tarlayı almaktan vazgeçti. Köyde tarlası olan ve göç eden tüm ailelerin tarlalarına başta Korucubaşı olmak üzere korucular tarafından el konuldu.”
1993 yılı başlığından;
Mardin ili Midyat ilçesi Bağlarbaşı köyüne Abdullah Taş adlı korucu başı ile beraberindeki korucular tarafından baskın düzenlendi. Baskın sırasında yaşanılanlar köylüler tarafından şöyle aktarılmakta:
“Baskın sırasında, köy imamı Abdülvahap Altınkaynak, cami hoparlöründen anons yapmak üzere çağrıldı. Korucubaşı Abdullah Taş, yaptığı konuşmada imamın Ermeni olduğu iddiasında bulunarak, imamın köydeki kiliseye götürülüp kiliseyle beraber yakılması emrini beraberindeki koruculara verdi. Taş, korucuları da yanına alarak imamı kiliseye götürdü. Önce işkence ettiler. Daha sonra saçlarını ve bıyıklarını ateşe verdiler. Biz kiliseye gidinceye kadar imamın vücudu işkenceden paramparça olmuştu. Korucular daha sonra bizi sıra dayağına çekerek tehdit ettiler. O sırada köye askerler geldi. İmamın nerede olduğunu sorunca, korucular da imamın köyden kaçtığını söylediler. Ertesi gün OHAL Bölge Valiliği, köyümüzde ‘Bir teröristin ölü olarak ele geçirildiği’ açıklamasında bulundu. Kaymakamlığa yaptığımız başvurular da sonuçsuz kaldı.”.
“20 Nisan 1993 günü akşam saatlerinde, Mardin ili Midyat ilçesinde 8 kişinin ölümü, 9 kişinin de yaralanmasıyla sonuçlanan minibüs taranması olayının, Kutlubey köyü korucuları tarafından yapıldığı ortaya çıktı. Köylülerin başvurusu üzerine açılan soruşturmada, Tacettin Sakan, Nevat Aydın, Halit Aktar, Rahmi Kaçmaz, Vecdi Özbay, Ethem Şeyhan, Mehmet Şeyhan, Tevkif Akbay, Abbas Taş ve Şehmus Şeyda adlı korucular tutuklandılar.”
“Şırnak ili İdil ilçesine bağlı 50 haneli Temelze köyüne korucular tarafından yapılan baskın sonrasında köy halkı göç ettirildi. “
1994 yılı başlığından;
“5 Ağustos 1994 günü Batman ili Kozluk ilçesi Cezne (Yazpınar) köyüne köy korucuları tarafından baskın yapıldı. Baskın sırasında köylülere ait bağ ve bahçeler ateşe verildi. Daha sonra köyden ayrıldılar. “
1996 yılı başlığından;
“Askerlerce 28 Mayıs günü boşaltılan Diyarbakır ili Silvan ilçesine bağlı Kuruçayır Köyüne, aynı ilçeye bağlı Hüseyna (Sulubağ), Teverz (Keklidere) ve Boşat (Boyunlu) köyü korucularının yerleştirildiği bildirildi. Köylerinin yakılması üzerine Diyarbakır’a göç ettiklerini belirten köylüler, köylerine yerleştirilen korucuların kendilerine ait yaklaşık 6 bin dönümlük buğday ve arpa tarlalarını biçmelerine izin vermediklerini belirttiler.”
1997 yılı başlığından;
“5 Haziran 1997 tarihinde, Urfa ili Hilvan ilçe Kaymakamı İbrahim Akpınar’ın evi korucular tarafından gece saat 02.00 sıralarında tarandı. Kaymakamın ikamet ettiği evin taranması olayı İçişleri Bakanı Meral Akşener tarafından da doğruladığı belirtildi.”
1988 yılı başlığından;
“1998 Diyarbakır ili Çınar ilçesine bağlı Çepenya, Cobin, Arwari, Xelewara, Korye, Gelgur, Bugus, Tiniver, Geresor, Melkiş, Riserik, Xanika Jer, Başpınar ile Mardin’in Giresor köylerine son günlerde korucular tarafından baskı uygulandığı, söz konusu köylerde ikamet eden köylülerin, korucuların tehditlerine maruz kaldıkları, köy girişinde arandıkları, bekletildikleri ve korucuların kişisel sorunlarının olduğu köylülere devletten aldıkları silahlarla gözdağı verdikleri belirtildi.”
“Hakkâri’nin Çukurca ilçe merkezinde 16 Haziran 1998 günü gece saatlerinde soy ismi Menaf olan korucunun, içkili halde komşularının evine girip kadınlara sarkıntılık yapmasıyla başlayan olay, kısa sürede korucular arasında kavgaya dönüştü. Olayı haber alan ev sahibi korucuların, saldırgan korucuyu dışarı çıkararak dövdüğü, bunun üzerine büyüyen kavgada ağır yaralanan Sıddık isimli korucunun hastaneye kaldırılırken yaşamını yitirdiği belirtildi. Üç korucunun da ağır yaralandığı olaylarda Şevket Kanat ve isimleri tespit edilemeyen bazı korucular gözaltına alındı.”
Diyarbakır Kulp nüfusuna kayıtlı Hediye Uludağ, 29 Haziran 2001 günü şubemize yaptığı başvuruda; “ikamet ettiği Savaş (Baviranka) köyünden 1993 yılında göç ettiğini, 2001 yılında tekrar köye döndüklerini, ancak köylerine Kanika köyü korucularının yerleştiğini ve kendilerine ait arazi ve odunları kullandıklarını” belirtti
Cemal Açık şubemize yaptığı başvuruda, “Diyarbakır ili Kulp ilçesine bağlı Kayhan köyünde koruculuk yapan Agit Kocaağa’nın kendilerine ait olan tapulu arazilere 1992 yılından beri el koyduğunu ve o tarihten bu yana kendi arazilerini ekip biçemediklerini belirterek, köye girmelerine izin verilmediğinden” yakındı.
2002 yılı başlığından;
1942 Diyarbakır ili Lice ilçe nüfusuna kayıtlı Recep Okçu, 4 Şubat günü yaptığı başvuruda,
1994 yılına kadar Lice’ye bağlı 180 haneli Çavundur köyünde ikamet ettiklerini, ancak 1994 yılının Eylül ayında askerler ve korucuların köye geldiğini, köyde bulunan bütün evleri yaktıklarını, 60 yaşındaki Hayati Zengin adlı köylüyü kurşuna dizerek öldürdüklerini, 55 yaşındaki Bahri Akdemir adlı köylüyü döverek kafasını parçaladığını ve yaşamını yitirdiğini, 70 yaşındaki Asiye Pehlivan adlı köylüyü de kurşuna dizdiklerini ve bunun sonucunda sakat kaldığını, bütün bu uygulamaların köy halkının gözleri önünde yapıldığını belirtti. Bu olaylar sonrası köyden göç etmek zorunda kaldıklarını, şu anda ise 30–35 ailenin geri döndüğünü ama kendilerine izin verilmediğini belirtti.”
Bingöl ili Solhan ilçesine bağlı Amasi (Eğlence) köyü nüfusuna kayıtlı A.Rahim Işık ile Mahmut Işık, 10 Mayıs günü yaptıkları başvuruda,
“1994 yılında köylerinin güvenlik kuvvetlerince yakılarak boşlatıldığını, şimdi ise köye dönmek istediklerini, ancak ekonomik durumlarının düşük olması nedeniyle ev yapamadıklarını, ayrıca Muş ili Yaygın Beldesi korucularından Ömer Yaşlı ile Mahmut Işık’ın hayvanları ile birlikte gelip köye yerleştiklerini ve kendilerini tehdit ettiklerini bu tehditlerden dolayı köye geri dönemediklerini belirttiler.”
Son bir örnek: Şırnak ili İdil ilçesine bağlı ve Ezidi inancındaki yurttaşların adına tapulu olan Kivak köyü, 90’lı yılların başında boşaltılır. Bu yurttaşlar 2004 yılında köylerine dönmeye başlar, ancak, köye yerleşen korucular tarafından engellenirler. Tarlaları korucular tarafından ekilip biçilmektedir. Bunun üzerine tapulu arazi sahipleri bir yanda Asliye Ceza Mahkemesi’ne dava açarken, diğer yandan idari hukuku da devreye sokar. Mülki idare amirinden meni müdahale talebinde bulunurlar. Tarlaları ve köyleri 2005 yılında mülki idare tarafından kendilerine teslim edilir.
Korucu olma nedenleri:
1985 yılından sonra boyutlanan çatışma, devleti koruculuk olgusunu kurumsallaştırma çabasına yöneltti. Çatışma ve çatışmanın ortaya çıkardığı yeni durum, farklı nedenlere dayanan korucu olma isteklerini yarattı. 1997’lere gelindiğinde, korucu olma nedenleri farklılaşan beş geçici köy korucusu grubu oluştu.
Bu gruplar:
1. Silahlı çatışmada güvenlik güçleri ile birlikte olma isteğinde olanlar, çatışmaların sonucu olarak; aşiret bireyleri veya aşiretleri silahlı örgüt militanlarının mağduriyetine maruz kalanların oluşturduğu GKK grubu.
2. Asgari düzeyde de olsa, bir gelir kaynağına sahip olmadığı için, yani ekonomik nedenlerle GKK olanlar.
3. Resmi formatlı silaha sahip olarak yerel hasımlara (kan davalılara) ya da yerel nüfusa karşı üstünlük sağlamak için GKK olanlar.
4. Devlet görevlilerinin baskısı sonucu korucu olanlar ile aldıkları silahlarla korucu olan ve yerelde üstünlük sağlayan hasımlarına karşı denge sağlamak ve mülklerini bu kesimlerin yöneliminden korumak için GKK olanlar.
5. Silahlı örgütün kırsal alanda ihtiyacı olan lojistik desteği temin etmek için korucu olmasında sakınca görmediği kişilerden oluşan GKK grubu.
Bu gruplara giren GKK sayıları net olarak bilinmemekle birlikte; birinci, ikinci ve üçüncü gruba giren GKK’ların, 1998–1999 yılındaki korucuların % 85-90’ını oluşturduğu tahmin edilmektedir. İHD’nin bölgede bulunan şubelerine yapılan başvurular ile İHD’nin yaptığı araştırma sonuçları böylesi bir eğilimi işaret ettiğini söyleyebiliriz.
Koruculuğun sağladığı olanaklar:
GKK’ları korucu olduklarında bölgenin sosyo-ekonomik yapısı düşünüldüğünde çok önemli bazı olanaklara sahip olmaktadırlar.
Bu olanakların başlıcaları:
1. Devletin desteğini almak, devletin gücünü arkalarına almak ve sınırlı da olsa olanaklarına ulaşmak. Birey veya aşiret olarak güçsüz iken bu destekle tahmin edemeyeceği bir güce ulaşmış oluyor.
2. Silaha sahip olarak yerel nüfusa psikolojik üstünlük sağlamak, hegemonya kurmak. Silah, günümüzde egemen olan siyasal, sosyal ve ekonomik yaşamda hatırı sayılır ve tartışmasız bir üstünlük sağlamaktadır.
3. Hukuk dışına çıkma serbestliğine sahip olmak, hukuk dışına çıkmalarda devletin(?) korumasına sahip olmak. 1985–2005 yılları arasında birçok adli ( tecavüz, kaçırma, öldürme, yaralama, mala el koyma, uyuşturucu vb.) olaya karışan korucuların hazırlık soruşturması aşamasında; soruşturmayı yürüten kolluk görevlileri tarafından korunduğu, maddi gerçeğin açığa çıkarılması için delillerin karartıldığı ve gerekli delillerin toplanmadığı iddiaları yaygındır. Bu olgu, birçok vakada mahkeme kararıyla tescil edilmiş ve ulusal basına da yansımıştır.
4. Bir ekonomik gelire kavuşmak. Bu bölgedeki köylerde tek geçim kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Toprak mülkiyeti de topludur. Aynı köyde ikamet edip, toprağı olmayan köylü sayısı yüksektir. Toprak sahibinin arazisini icarla sürmekte, kıt kanaat geçinebilmektedir. Tarım arazisi daha az olan köylerde ise, var olan arazi miras yoluyla çok küçük parçalar haline gelmiştir. Bu arazi miktarıyla geçim olanaklı değildir. Yayla, otlak ve mera yasakları da eklenince, ciddi bir yoksullaşma, hatta bir açlık sorunu meydana geldi
GGK Korucularının suç işleme durumu:
İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, 1985–2006 yılları arasında 5139 korucu suç işlemiş, 853’ü tutuklanmıştır. Bunların 964’ü mala karşı 1341’i şahsa karşı (öldürme, yaralama, tecavüz vb.) işlenen, 443’ü kaçakçılık, geri kalanı “terörle mücadele” ile ilgili suçlar olmuş, 264’ü hüküm giymiştir. İHD’ye yapılan mağdur başvuru öyküleri suç işleyen koruculara ilişkin bazı işaretler vermektedir. Adli vakalara bulaşmış korucuların büyük bir kısmının; iradi olarak korucu olanlar, yaşadıkları mağduriyete binaen tepki olarak koruculuk yapmaya başlayanlar, yerel hasımlarına veya yerel nüfusa üstünlük sağlamak için korucu olanlar ile ekonomik nedenlerle korucu olanlar olduğu görülmektedir. Bu verilerin, göç ettirilen kitlenin “güvenlik” sorunun çözümünde anahtar rol oynadığını düşünüyorum.
Korucuların göç mağdurları ile köyüne dönmek isteyen göçzedelere yaklaşımı:
GK Koruculuğu Kurumu mevcut haliyle, 1924 yılında çıkarılan yasanın lafzı (Köy sosyal yaşamına yardımcı olan, köyde kalanları koruyan bir mekanizma iken) ile çelişmektedir. 1985 ve daha sonraki yıllarda yapılan değişiklikler 442 sayılı yasanın ilk hali ile bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde, maddelerinin birbirinden ne kadar kopuk olduğu, amacın ne kadar muğlâklaştırıldığı ve yasa tekniğinden ne kadar uzaklaşıldığı görülecektir.
Günümüzde GKK’ları göçe tabi tutulan kitlenin göç etme anını etkileyen ikinci derecedeki bir güç olmuştur. Baskı, tehdit, tecavüz, dahası silah kullanarak öldürmeler ile göçü derinleştirmiştir. 2001 yılı ile başlayan kısmi geri dönüş anında da hukuk dışına çıkarak geri dönüşe engel olmayı sürdürmüşlerdir, sürdürüyorlar. İradi, tepki, yerel-hasma üstünlük ve ekonomik nedenlerle korucu olanlar, hem göç ettirme aşamasında, hem de köye geri dönüş aşamasında göç kitlesi için bir tehdit unsuru olmuştur. Göç kitlesinin bu kesimlere yönelik ciddi bir güvenlik sorunu bulunmaktadır. İradi ve yerel-hasma üstünlük için korucu olanlar; göç kitlesini egemenliklerine helal getiren bir potansiyel, yaşadıkları mağduriyet üzerinden korucu olanlar; onları bağlaşık bir düşman, ekonomik nedenler ile korucu olanlar ise çıkarlarını zedeleyen unsur olarak görüyor, var olan olanak ve egemenliklerinin zedelenmesini istemiyorlar.
Toplumun koruculara bakışı:
Günümüz GKK’luğu, etkileri yıllarca süren, aile ve toplum yaşamını negatif etkileyen bir yapılanmadır. Aynı ailenin bireylerini birbirine hasım, aynı köyde oturanları birbirine düşman, aynı coğrafyada yaşayanları birbirinin katili yapmaktadır. Kürt toplumunda potansiyeli azalmış olsa dahi, varlığını hala koruyan “kan davası- kan davalılar” sosyal gerçekliğinin daha acılı bir versiyonudur. Zaman geçtikçe trajedi büyüyor çünkü yaşanan süreç buna denk sosyal, kültürel ve ruhsal bir şekillenmeye yol açmaktadır. Koruculuğun etkileri yaşanan zaman ile sınırlı kalmıyor, nesiller boyu alna sürülen “kara bir leke” haline geliyor. ”Korucunun çocuğu” olma psikolojik travma, yıllarca kişinin şahsında yaşanırken, başkaları tarafında da bakış, söz ve ilişki ile yaşatılmaktadır. Bu durumun en hafif tanımı, yıllarca süren “sistematik bir işkence”dir.
Zorunlu göç sorununun çözümünde koruculuk mekanizmasında öncelikle yapılması gerekenler:
Özellikle l987–1998 yılları arasında “güvenlik ve kimlik” gerekçesiyle zorla göçe tabi tutularak yerinden edilenler sorunu, Türkiye’nin var olan siyasal, sosyal, ekonomik ve sosyo-psikolojik sorununu büyütmüştür. Sayıları iki milyon olan bu yurttaş kitlesinin, zorla göçe tabi tutulduğu anda ve sonrasında, daha sonra göç ettiği yerde yaşadığı kimliksel, ekonomik, sosyal ve psikolojik travma gelecek için ciddi bir tehdit potansiyeli oluşturuyor. Bu yurttaşların travmatik olgularını yok edecek bir yaklaşımla soruna bakılmalı, özgür iradeleri temel alınarak yurttaşlık bağı yeniden inşa edilmelidir.
Dar, bilimsellikten uzak, adalet, vicdan ve hukuku öteleyen bir yaklaşım; sorunun çözümüne hizmet edemez. Önyargılardan arınmış bir düşünce sistematiği temel alınarak, zorla yerinden edilenlerin göç olsusu ile yüzleşmek gerekir. Toplumsal mutabakat için bu olmazsa olmaz bir şarttır.
Bu şarttın önemli bir ayağı da GK Koruculuğu kurumunun dağıtılmasıdır. Koruculuk kurumun sonlandırılması için izlenmesinde yarar olan süreci şöyle tarif edebiliriz:
1. GK Korucularının elinde bulunan tüm resmi-gayri resmi silahlar alınmalıdır.
Nedeni; Silah, göç kitlesi ile yerleşik halk üzerinde bir egemenlik yaratmaktadır. Bu egemenlik aynı zamanda psikolojik bir üstünlüğe de yol açıyor. Eğer bu silah ve üstünlük, insanların mağduriyetine neden oluyor, hukuk dışı kullanılıyor ise “ötekiler” için bir güvenlik sorunu var demektir. GK Koruculuğu mevcut haliyle böylesi bir mekanizma haline gelmiştir.
2. Silahları elinden alınmış GK Korucularının hukuk dışına çıkmalarına müsaade edilmeyeceğine dair, siyasi, idari ve adli irade kararlılıkla gösterilmelidir. Çünkü silahlı bir yaşama alışmış bu yurttaşların gayri resmi silah edinme çabaları olağandır, hukuk dışına çıkan pratiklerden kısa zamanda arınmaları ise yaşamın doğal akışına aykırıdır. Yaklaşık 15 yıl süren bu yaşam biçiminden birden bire arınmaları-uzaklaşmaları zor olacaktır. Kararlı irade ile yeni, insani ve olağan bir yaşam alışkanlığı kazandırılabilir.
3. GK Korucuları, “Rehabilitasyon” veya “Toplumla Buluşturma ” vb. adlarla açılmış veya açılacak merkezlerde rehabilitasyona tabii tutulmalıdır. Korucunun eşi ve çocukları da bu rehabilitasyonun bir parçası olmalıdır. Çünkü, göç kitlesinde ortaya çıkan kimliksel, ekonomik, sosyal ve psikolojik travmanın önemli bir etkeni olan korucunun kendisinde ve aile bireylerinde de kimliksel, sosyal ve psikolojik travma yaşanmaktadır.
4. Sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, silahları elinden alınmış ve rehabilite edilmiş bu yurttaşlar, toplumla buluşmalarını sağlayacak alanlarda istihdam edilmelidir.
Kırsal ve kentsel yaşam ortamlarında; çevresel koşullara uygun, emek-yoğun üretim alanları bunun için uygundur. Teknik ile buluşturulmuş bu alanlarda üretim sürecine katılmaları sosyo-psikolik travmadan çıkışlarını hızlandırır.
GK Korucuları için uygun istihdam alanları:
1-Çevre ve Orman Bakanlığının ağaçlandırma sahalarında istihdam edilmeleri.
2-Tarım ve Köy işleri Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığına bağlı fidan üretim sahalarında istihdam edilmeleri.
3-Besicilik, sütçülük ve arıcılık alanlarında kurulacak kooperatiflere üye yapıp, bu çiftliklerde çalışmalarını sağlamak.
4-Oluşturulacak organik tarım (Hayvancılık alanında) çiftliklerinde istihdam edilmeleri.
5-Kooperatif tarzı örgütlenme ile mandıra sahibi yapmak ve bu mandıralarda çalışmalarını sağlamak. Yöresel tarımsal üretim desenine göre ilk işleme alanları çeşitlendirilebilir. Ancak, bunda dikkat edilecek üç önemli husus bulunmaktadır. Birincisi, destekler nakdi olmamalı, yatırım veya ayni olmalıdır. İkincisi, tek tek kişilere değil kooperatif tarzı örgütlenmiş olanlara destek sunulmalıdır. Üçüncüsü, Kamu İktisadi Teşebbüsleri (KİT) ve kamu kurumu dışında istihdam edilenlere, zorunlu ferdi özel sigortalı olma şartı getirilmelidir. İstihdam edilene kadar, primi devlet tarafından karşılanan ve en fazla 18 aylık özel sağlık sigortası güvencesi sağlanmalıdır.
6-Belediye çalışanlarının %2’i oranında ve yalnızca belediyelerin park–bahçe biriminde çalışmak üzere istihdam edilmeleri. Bunun için, merkezi yönetimin yerel yönetimlere fon aktarması gerekir.
KAYNAKLAR
1-İnsan Hakları Derneği (1990–2002 yıllarına ait korucuların neden olduğu ihlaller) raporları
2-İnsan Hakları Derneğine yapılan mağdur başvuru öyküleri
3-İç İşleri Bakanlığı açıklamaları
4-T.B.M.M. 1998, Doğu Ve Güneydoğu Anadolu’da Boşaltılan Yerleşim Birimleri Nedeniyle Göç Eden Yurttaşlarımızın Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu Raporu. Tutanak Dergisi 53. Dönem 20.
5-Resmi Gazete 1924, Köy Kanunu–442 Sayılı, Yasanın kabul tarihi 18.03.1924, 68 sayılı (07.04.1924)