HAPİSHANELERİ NASIL BİLİRSİNİZ?

 HAPİSHANELERİ NASIL BİLİRSİNİZ?*

*Tekirdağ F tipinden bir ağırlaştırılmış müebbet bir hükümlünün mektubu ile birleştirilmiştir.

Ülkemizin hapishanelerinde hiç yatmadıysanız da mutlaka bir fikriniz vardır. Kuşkusuz iyi bir fikir değildir bu. Bu nedenle ülkemiz hapishaneleri girip çıkmayanların kendilerine çok uzak gördüğü, birkaç yıl söz konusu olduğunda bile “aman!” dediği “ben yatamam.” dediği, isminin, düşüncesinin bile içinizi ürpertmeye yettiği yerlerdir.

Haklısınız, zordur hapislik. Bedeldir. Özgürlüğünüzün elinizden alınmasıdır. Sevdiklerinize hasret bırakılmanız, yaşam alanınızın daracık bir hücrede insan sesine, insan yüzüne, yeşile, maviye… toprağa, suya, dağa, taşa, hasret bırakılarak sınırlandırılmasıdır. Zorba bir gücün yirmidört saat gücünü sizin üzerinizde sınamaya hazır olması, bir bahane yaratıp sınamasıdır. Bu nedenle olmalı ya da bunları düşünerek Nazım Hikmet;

            Yavrum,

            Kız olsun oğlan olsun

            Kaç yaşında olursa olsun

            Yavrum,

            Düşmesin istiyorum hapislere”  demiştir.

Güzelden, haklıdan, eşitlik ve özgürlükten yana olmamak mümkün mü? Ve burası Türkiye. Öyle ise hapislik size çok da uzak değil. Düşünün, şu türkü bizim de türkümüz. Bizim de yüreğimizin dili, yüreğimizin aynası değil midir?

            Harda alnı açık insan görseniz

            Harda üreklerde isyan görseniz

            Harda mektepten çok zindan görseniz

            Bilin o yerliyim, oralıyım men…

“Hapishaneler bir ülkenin aynasıdır!” derler. Doğrudur. Eğer bir ülkenin hapishaneleri siyasi tutuklularla, düşünce suçlularıyla! Tıka basa doluysa, dolup dolup boşalıyor, boşalıp boşalıp doluyorsa orada demokrasi de, temel hak ve özgürlükler de yoktur. O ülkede insan hakları ayaklar altına alınıp çiğneniyor ve yok sayılıyor demektir. Öte yandan, eğer bir ülkenin hapishaneleri siyasi tutukluların yanı sıra adli tutuklularla da tıka basa doluysa, dolup dolup boşalıyor, boşalıp boşalıp doluyorsa orada açlık vardır. İşsizlik, yoksulluk, umutsuzluk vardır. Büyük bir yozlaşma vardır. O ülkede her türlüsünden büyük bir kriz vardır…

Evet burası Türkiye. İsteseniz de istemeseniz de güzelden, haklıdan, emekten, ezilenden yana iseniz ve haklarınız için mücadele etmeye hazırsanız hapislik size hiç de uzak değil. Hapislere düşeceğiniz kesin değilse de düşmeyeceğinizin de hiçbir garantisi yoktur. Ne kadar kaçarsanız kaçın, bie şekilde karşınıza çıkar, çıkacaktır hapisler.

Eşiniz-dostunuz aracılığıyla tanışırsınız hapishanelerle. Akrabalarınız, yakınlarınız aracılığıyla… ya da hiç beklemediğiniz bir anda tutuklu aileleri çıkar karşınıza . Ya da hiç beklemediğiniz bir anda hapishanelerden haberler geçmeye başlar arka arkaya haber bültenleri… bilemediniz, olmadı, türküler çıkar karşınıza;

            Mapushane çesmesi gülüm yandan akıyor

            Hasret bir ince sızı ciğerimi yakıyor

            Mapushane avlusunda ihtiyar bir dut

            Bir dalı pencereme biri sana bakıyor

     Olmadı Ahmed Arif’in dokunaklı, yürek burkan sesi gelir ;

            Görüşmecim yeşil soğan göndermiş

            Karanfil kokuyor cigaram

            Dağlarına bahar gelmiş memleketimin

            Haberin var mı demir kapı, kör pencere

            Yastığım, ranzam, zincirim

            Zulamdaki mahsun resim, haberin var mı?

     Olmadı Enver Gökçe çıkar karşınıza;

            Bugün görüş günümüz dost kardeş bir arada

            Camdan cama mendil salla el salla merhaba

            Bizim olsun mapushane duvarı

            Seni senden sormalara doyamam ben

            Yarım kalır cigaramın ateşi

            Gitme dayanamam…

            Evet, nasıl bilirsiniz hapishaneleri?..

Büyük yazarlar, ozanlar çıkmıştı hapishanelerden. Bir çok yazar, şair en güzel en büyük eserlerini hapishanelerde yazmıştı. Bu nedenle Yaşar Kemal “düşünce suçlusu” olarak hapishaneye atılma tehlikesiyle ilk karşı karşıya kaldığın da “ olsun, girer birkaç roman yazar çıkarım” demişti.  Şimdilerde böyle bildiğiniz, bilindiği gibi değil hapishaneler. 1995’te Buca katliamını, 1996 yılında Ümraniye, Diyarbakır, 1999’da Ulucanlar katliamlarını yaşadı. 19-22 Aralık 2000 de ise “hayata dönüş”ü yaşadı hapishaneler.

Evet, tam 8 yıl önce panzerlerle, tanklarla, helikopterlerle 20 hapishaneye birden “hayat kurtarma ” gibi “sahte” bir gerekçeyle saldırıldı ve onlarca tutuklu ve hükümlü katledildi, yüzlercesi yaralandı.

12 Eylül’de Cumhurbaşkanının “asmayalım da besleyelim mi “ dediği, Adalet Bakanının “ 1 kilo siyanür yeter “ dediği, polislerin meydanlara çıkıp “kahrolsun insan hakları” dediği ülkede “hayata dönüş” ün bunca “ölüm”le sonuçlanması aslında her şeyi açıklıyor.

Milyonların işsizlik-geleceksizlik –borç batağında yaşadığı, yozluğun-yolsuzluğun-intiharların kurtuluş gibi sunulduğu bu ülke ortamında yoksulluk-kriz-saldırı ve katliamlar sarıp sarmaladı emekçi halkları. Toplumu bütünüyle susturmak ve boyun eğdirmek için dışarıda: Maraş-Çorum-Sivas-Gazi gibi katliamlar yapılırken, tek tip insan yaratmak için toplumun devrimci-ilerici unsurlarının olduğu hapishanelerde de katliamlar gerçekleştirilmiştir.

19 Aralık’ta tecrit işkencesi ve hapis içinde ikinci hapis anlamına gelen hücreleri hayata geçirmek için tasarlanmış ve yanıp-yakılan-yıkılan hapishanelerde tarihin en acımasız katliamı hayata geçirilmiştir.

19 Aralık dün yaşanan bir tarih değil, bugünde aynı anlayışla devam eden bir süreçtir. içerde  tecritle, işkenceyle ; dışarıda şiddet – saldırı – gözaltı – “dur” madan ölümlerle ,şövenizm zehiri ve linç atmosferi ile devam etmektedir.

Evet: Hapishaneler şimdi F tipi. Düşünce ve değerleri –insan onurunu yok etme yolunda döşenen tecrit duvarları ile çevrili.. 

Şimdi hapishanelerde düşünmek, insan kalmak yasak. Dostluk, arkadaşlık, bir dal sigarayı, bir bardak çayı, acıyı, sevinci, sevgiyi, düşünceyi paylaşmak yasak. Hakkını aramak, hak ve özgürlüklerin için direnmek, mücadele etmek yasak. Marş-türkü söylemek, slogan atmak, açlık grevi yapmak yasak. Zulmü, haksızlıkları, işkenceyi protesto etmek yasak. Bilgisayar, mürekkep, daktilo, ataç, toplu iğne, teyp, dosya yasak… Telden tele mendil, ziyaretten gelen yeşil soğanlar, karanfil kokan cigaralar yasak! Şimdi yalnızca yasaklar var hapishanelerde. Şimdi sadece yasaklara karşı çıkmaya karşı cezalar, mektup, görüş, hücre cezaları var hapishanelerde.

Yine de her yan taş duvar, demir kapı, hücre, yasaklar denizi olsa da içerdekiler bildiğiniz türküleri yine bildiğiniz gibi söylüyorlar:

            Karanlıksın, zulüm yatar bağrında

            Korkuyorsun hücrem bu düzen gibi

            Asırların izi taşında durur

            Eskimişsin hücrem bu düzen gibi

            Ve yeni türküler yapıyorlar,

     “Yayılıyordu dalga dalga

             Aşarak mapus duvarını

             Direnişin sesiydi, gök gürlemesiydi

             Kol kola kenetlenmiş elleri…” diyorlar;

            “Eylül zamanı çatlamış tohum

             Yangını dalından çatlamış kızıl güllerin

             Seslerini bırakıp barikatlara

             Çığlık olup saplandılar suskunluğa…” DİYORLAR;

            “Ölümlere yatarımda baş eğmem zindanlara

             Duvarları kale olsa esir olur yine bana…”   DİYORLAR. 
 
             Ve belki de şu an:

“sen orada bağrına bas dur en büyük çileyi/ ben burada en büyük çileyi doldurayım/ ekmeğe muhtaç, sana muhtaç, hürriyete muhtaç/ sen orada dalından koparılmış bir zerdali gibi dur/ ben burada zerdalisiz bir dal gibi durayım” DİYORLAR ,

……zorla sürgünlere, işkencelere, hapisliklere karşı yılmamanın, teslim olmamanın adıyla…..

     A. Kadir’in sesiyle,

            “Sizi düşünüyorum hapishanedekiler

             Biliyorum, düşünmek yetmez

             Ama düşünüyorum gene de

             Yaralarınız geçti mi?

             Kaburgalarınızda ki sızılar,

             Sırtınızda ki çürükler,

             Hayalarınızda ki ağrı?

             Sizi düşünüyorum hapishanedekiler,

             Ne yer ne içersiniz?

             Cigaranız var mı?

             Kaçınız sağlıklı, kaçınız hasta?

             Yakınlarınız geliyorlar mı?

             Unutulanlarınız var mı içinizde?

             Umutsuzluğa düşenleriniz var mı?

             Sizi düşünüyorum hapishanedekiler

             Biliyorum, düşünmek yetmez.”

      DİYORLAR NEGÜZEL !…

            Öyleyse gelin hep birlikte Nazım Hikmet’in sesinden

            “Geceler sürecek kapısının sürgüsünü

             pencerelere yıllar sürecek örgüsünü

             ve ben bir kavga şarkısı gibi

             haykıracağım mapushane türküsünü…” deyip

     Adnan Yücel’le bitirelim

            İmgelerin en ulaşılmaz doruğunda

            Ey her şeye bitti diyenler

            Korkunun sofrasında yılgınlık yiyenler

            Ne kırlarda direnen çiçekler

            Ne kentlerde devleşen öfkeler

            Henüz elveda demediler

            Bitmedi daha sürüyor o kavga

            Ve sürecek

            Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek… 
 
Evet: 19 Aralık hapishane katliamının 8. yılında sesimizi yine içeriye düşürmek için buradayız. Bu katliamı “zamanaşımı” ile örtmek isteyenlere yanıtımız ise bilinçlerimiz ve hafızalarımız olacaktır. 

19 ARALIK KATLİAMINI UNUTMAYACAĞIZ-UNUTTURMAYACAĞIZ! 

İHD İZMİR ŞUBESİ

Bir cevap yazın