TUNCELİ İLİ’NİN İNSAN HAKLARI SORUNLARINA DAİR İZAHAT

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ
İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU BAŞKANLIĞINA

Tunceli İli’nin İnsan Hakları sorunlarına dair izahat aşağıda aktarılmıştır.Bahsi geçen sorunlar hakkında İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Kanunu ve ilgili mevzuat hükümleri uyarınca Komisyonunuzca Tunceli’de inceleme yapılmasını ve inceleme neticesinde rapor hazırlanarak gerekli hukuksal ve fiili girişimlerde bulunulmasını arz / talep ederim.

En içten saygılarımla.

Barış Yıldırım
İnsan Hakları Derneği Tunceli Temsilcisi

————————————————————————————————

TUNCELİ İLİ’NİN İNSAN HAKLARI SORUNLARINA DAİR İZAHAT

1-1937-1938 Tedip ve Tenkil Harekâtları sürecinde yaşanılanlar:

1937-38 yıllarında meydana gelen ve komuoyunda “Dersim Katliamı” olarak bilinen süreç çok ağır ve sistematik insan hakları ihlâllerine sebebiyet vermiştir.

Tunceli’de 1937-38 sürecinde yaşanılan olaylara dair resmî arşivler henüz kamuoyuna açılmamıştır.Bu arşivler halka açılmalıdır.Dersim 1937-38 sürecinden ötürü özür dilenmelidir.Yine başta Seyit Rıza olmak üzere o dönem idam edilen kişilerin mezar yerlerinin ailelerine bildirilmesi gerekmektedir.Ayrıca ailelerinden koparılarak evlatlık verilen çocuklar hakkında araştırma yapılması gerekmektedir.

“Dersim” ismi 1935 yılında çıkarılan bir yasa ile “Tunceli” olarak değiştirilmiştir.Ve yine ilimizdeki bir çok belde,köy v.s.’nin ismi değiştirilmiştir.Başta Dersim ismi olmak üzere diğer yerleşim birimlerinin isimleri geri verilmelidir.

Özellikle belirtmek isteriz ki 1937-38 sürecine dair olarak Komisyonunuzca araştırma ve inceleme yapılmasını ve bu konunun özel olarak raporlaştırılarak bu raporun kamuoyuna açıklanmasını talep ederim.

2-Kürt Sorunu:

Son süreçlerde Kürt sorununun demokratik çözümüne dair çeşitli açılımlar yapılmışsa da bu açılımların Kürt’lerin demokratik hak ve talepleri çerçevesinde geliştirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Kürt sorununun hakkaniyet,insancıl hukuk çerçevesinde demokratik barışçıl çözümü için gerekli girişimlerin yapılmasını talep ediyoruz.

3-Alevilik:

İlimizin nüfusunun tamamına yakını Alevi’dir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 09 Ekim 2007 tarihli ve 1448/2004 başvuru numaralı Hasan Zengin ve Eylem Zengin/Türkiye Davası- kararına rağmen zorunlu din dersi uygulamasından vazgeçilmemiştir.Bu uygulamadan vazgeçilmesi gerekmektedir.

Yine Alevilik’in ibadet alanı olan Cemevlerine hukuksal statü verilmelidir.

Bunlardan başka Alevilerin hak ve talepleri nazara alınmalıdır.

4-1990’lı Yıllarda Güvenlik Gerekçesiyle Boşaltılan Yerleşim Birimleri:

Güneydoğuda yerinden edilenlerin sorunlarını ve alınacak tedbirleri araştırmak için kurulan ‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ da Boşaltılan Yerleşim Birimleri Nedeniyle Göç Eden Yurttaşlarımızın Sorunlarının Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Tespit Edilmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu’ nun 14 Ocak 1998 tarihli raporuna göre Tunceli ilinde 183 Köy 823 mezradan tahliye edilenlerin sayısı yaklaşık 40,933 kişidir.

AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ AYDIN İÇYER /TÜRKİYE DAVASI KARARI METNİNDE TUNCELİ’Yİ ‘ZORLA YERİNDEN EDİLME FENOMENİNİN MERKEZİ SAYILABİLECEK’ YER OLARAK NİTELENDİRMİŞTİR.

Boşaltılan Köyler imar ve ihya edilmeli ve geri dönüşlerin sağlanması için gerekli hukuksal ve fiili tedbirler alınmalıdır.

5-Kayıplar ve Faili Meçhul Cinayetler:

Tunceli’de onlarca insan 1994 yılında zorla kaybbedilmiş ve/ya faili meçhul cinayetlere kurban gitmiştir.

Kayıp olaylarının hikâyeleri çok benzerdir.Örneğin Hozat İlçesi’nde kaybbedilen kişiler genellikle askerî operasyonlar sürecinde kılavuzluk yaptırılacağı gerekçesi gösterilerek götürülmüş ve sonra bu kişilerden bir daha haber alınamamıştır.

Tunceli kayıplarının en vahimi Mirik’te gerçekleşendir.1994 Eylül ayında Gökçek Köyü-Mirik Mezrası’nda yöre halkının anlatımına göre il dışından gelen askerî birliklerin operasyonu sürecinde köyde yaşamakta olan Hıdır Işık,Hatun Işık,Yeter Işık,Elif Işık,Düzali Serin,Güllüzar Serin ve 3 yaşındaki Dilek Serin kaybbolur.Ve kendilerinden bir daha haber alınamaz.

Gerek kayıp olayları ve gerekse faili meçhul cinayetler aydınlatılmalıdır.

6-Anti-Personel Mayınları:

Türkiye’nin BM’ye 2004 yılında sunduğu raporlara göre Tunceli’de 10.557 kara mayını/anti-personel mayını bulunmaktadır.Bir belirlemede bulunalım:Türkiye’de sınır illeri hariç en fazla mayının bulunduğu il Tunceli’dir.Yani ‘mayın tarlası bir kent’ tir aynı zamanda Tunceli.

Ülkemizin de taraf olduğu anti-personel mayınlarının imhasına dair Ottowa Sözleşmesi hükümleri yerine getirilerek bu anti-personel mayınları imha edilmeli ve gerek sözleşmeden ve gerekse hukukumuzdan kaynaklı gerekli tedbirler alınmalıdır.

7-Geçici Güvenlik Bölgeleri:

Geçici güvenlik bölgesi uygulaması Tunceli’de ilk defa bu yıl uygulandı. Tunceli’de yer alan beş bölge 07 Mayıs 2009-07 Ağustos 2009 tarihleri arasında geçici güvenlik bölgesi olarak ilan edildi, müteakiben aynı bölgeler 23 Ağustos 2009-23 Kasım 2009 tarihleri arasında da geçici güvenlik bölgesi ilan edildi. Geçici güvenlik bölgesi uygulaması halihazırda da varlığını sürdürmektedir.

Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu’nda, kamu veya özel kuruluşlara ait stratejik değeri haiz her türlü yer ve tesislerin çevresinde, askeri binaların, tesislerin vs. çevresinde, bu yerlerin dış sınırlarından itibaren en fazla 400 metreye kadar geçen noktaların birleştirilmesi ile tespit edilecek askeri güvenlik bölgelerinin Genelkurmay Başkanlığı’nca tesis edilebileceğinden, bahssedilmektedir.

Aynı kanunda, Genelkurmay Başkanlığı’nın mal ve can güvenliği bakımından girilmesinde sakınca görülen eğitim atış alanları ile tatbikat bölgelerine, atış ve tatbikatın devam ettiği belirli süreler için kara, deniz ve hava askeri güvenlik bölgesi ilan etmeye yetkili olduğu belirtiliyor.

Yukarıda belirtilen haller/durumlar dışında hiçbir alan güvenlik bölgesi olarak ilan edilemiyor.

Tunceli’de ilan edilen beş geçici güvenlik bölgesi, kanunda hiçbir şartı ihtiva etmiyor. Gerçekten de Tunceli’de geçici güvenlik bölgesi ilan edilen yerler âskeri binaların/tesislerin vs. civarları olmadığı gibi, eğitim atış ya da tatbikat alanları da değil.

İdare hukukunun temel ilkelerine göre hiçbir kimse ve organ kaynağını anayasadan ve yasalardan almayan bir yetki kullanamaz. Genelkurmay Başkanlığı hukukun kendisine vermediği bir yetkiyi kullanarak, idare hukukuna aykırı davranmaktadır.Oysa ki devlet organları ve bu organların içerisindeki askeri merciler, bütün eylem ve işlemlerinde hukuka uygun davranmak zorundadırlar.

Geçici güvenlik bölgesi uygulaması geçimlerini yaylaklarda yaptıkları hayvancılıkla temin eden bir çok aileyi mağdur edeceği gibi köylerine geri dönmek isteyen binlerce Dersimliyi de  mülklerine erişme hakkından mahrum bırakacaktır.Yine “geçici güvenlik bölgesi” olarak ilan edilen bölgelerin yüzölçümü olarak fazlalığı ile bu bölgelerin kimi yerlerde yerleşim birimlerini de içine alması gibi sebeplerle sivillere yönelik “yaşam hakkı” ihlallerine sebebiyet verilebilecektir.

Geçici güvenlik bölgesi uygulaması kaldırılmalıdır.

Tunceli tarihsel olarak “memnu mıntıka”,“sıkıyönetim bölgesi”,“olağanüstü hal bölgesi”,“geçici güvenlik bölgesi” olmuştur. Bu durum Tunceli’ye çok ciddi zararlar vermiştir.

8-İşsizlik:

Kentimizdeki en ciddi sorunlardan biri de işsizliktir.Kuşkusuz işsizlik çok ciddi bir insan hakları sorunudur.Bu sorun çok ciddi boyutlara ulaşmıştır.Bu sorunun çözümü için gerekli tedbirler alınmalıdır.

9-Çevre Sorunu (Barajlar / H.E.S.’ler):

a-Genel olarak:
Halihazırda Tunceli halkının gündemini oluşturan yegâne konu Baraj ve H.E.S. projeleridir.Tunceli’de bulunan Munzur Çayı,Pülümür Çayı,Peri Suyu ve il sınırları dahilindeki bir kısım dere üzerinde yapımı kararlaştırılan ve bir kısmının yapımı tamamlanan  Baraj ve H.E.S. projeleri halkta yoğun bir rahatsızlık yaratmaktadır.Bu sebeplerle Tuncelililer 10 Ekim 2009 tarihinde onbinlerce kişinin katılımı ile “TUNCELİ’DE BARAJ İSTEMİYORUZ” konulu bir miting yapmışlardır.

b-Halihazırda yapımı tamamlanan ve 17 Ağustosta su tutumuna başlanan Uzunçayır Barajı ve H.E.S. hakkında:
17 Ağustos 2009 tarihinde Tunceli’deki Uzunçayır Barajı’nda su tutulmaya başlanmıştır.

14 Ağustos tarihinde haricen öğrendiğimiz kadarıyla Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nca Limak İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’ne Uzunçayır Barajı ve Hidro Elektrik Santrali’nde elektrik üretimi için 49 yıllığına elektrik üretim lisansı verilmiştir.

Ve yine haricen aldığımız bilgilere göre “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı” alınmadan Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nca Limak İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi’ne Tunceli’de bulunan Uzunçayır Barajı ve Hidro Elektrik Santrali’nde elektrik üretimi için  elektrik üretim lisansı verilmiştir.

Bu durum Anayasa’nın 56. maddesine,Çevre Kanunu’nun 1.,2.,3.,10. maddelerine,Elektrik Piyasası Kanunu’nun 1. ve müteakip maddelerine,Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği’ne ve ilgili mevzuatın meseleye temas eden hükümlerine açıkça aykırıdır.

Şöyle ki,yukarıda bahsi geçen mevzuat hükümlerine göre “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu Kararı” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı” alınmadıkça elektrik üretim lisansı verilememektedir.

Nitekim Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 07-05-2009 tarihli ve YD. İtiraz No:2008/1393 kararıyla “…‘ÇED Olumlu Kararı’ veya ‘ÇED Gerekli Değildir Kararı’ alınmadan üretim lisansı verilmesine ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır” diyerek İzmir-Aliağa’da elektrik enerjisi üretimi planlanan bir santral için özel bir şirkete 49 yıl süreyle elektrik üretim lisansı verilmesine ilişkin Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu kararının Yürütmesinin Durdurulmasına karar vermiştir.

Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 07-05-2009 tarihli ve YD. İtiraz No:2008/1393 kararında :
“…Anayasa hükmü ile değinilen yasal ve yönetsel düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkının bulunduğu; çevreyi geliştirmek,çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaşların ödevi olduğu Anayasa’da açıkça belirtildiğine, Çevre Kanunu ile bu konuda gerekli düzenlemelere yer verildiğine ve Elektrik Piyasası Kanunu ile yeterli, kaliteli, sürekli, düşük maliyetli ve çevreye uyumlu bir şekilde üretilmiş elektriğin tüketicilerin kullanımına sunulması amaçlandığına göre Elektrik Piyasası Düzenleme Kurulu’nun bu konularda yapılan lisans başvurularını çevre mevzuatı yönünden de incelemesinin zorunlu olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Dolayısıyla, davaya konu proje ile ilgili olarak hazırlanan fizibilite raporu çerçevesinde projenin “çevreye uyumlu” olup olmadığının, hususlarına da yer vermiştir. çevre mevzuatı açısından zorunlu olan “ÇED Olumlu Kararı” veya “ÇED gerekli Değildir Kararı” alınmasına ilişkin yasal sürecin tamamlanmasının, üretim lisansı verilmeden önce bir “ön şart” olarak kabul edilmesi ve bu ön şartın lisans verilmeden önce aranması gereklidir…”

Uzunçayır Barajı’nın göl sahası Tunceli şehir merkezinin içine kadar uzanmaktadır. Tunceli şehir merkezinde atık su altyapı tesisleri,arıtma tesisi bulunmadığından çeşitli sebeplerle ortaya çıkan atıklar kanalizasyon şebekesinden v.s. direkt olarak alıcı ortam durumunda bulunan Munzur Çayı’na aktarılmakta ve dolayısıyla Munzur Çayı üzerinde bulunan Uzunçayır Barajı’na verilmektedir.

Ayrıca halihazırda baraj göl sahasında kalan ormanlık alanda bulunan ağaçlar ile diğer alanlarda bulunan ağaçlar kesilmediğinden bu durum ekosistemi olumsuz yönde etkileyecektir.

Yukarıda belirtilen sebepler ve benzeri sebeplerle insan yaşamı ile ekosistemin maruz kalacağı tehdit ile telafisi imkânsız olabilecek zararlar ortadadır.

Belirtmek gerekir ki idarî işlemler tesis edilirken nihaî amaç kamu yararıdır.Ve fakat yukarıda bahsi geçen şirkete ilgili mevzuat hükümleri gözetilmeden verilen ve bir idarî işlem olduğu tartışmasız bulunan elektrik üretim lisansı kamu yararından çok kamu zararına sebebiyet verecektir.

c-Munzur Vadisi Milli Parkı’nın bulunduğu alanlarda yapımı kararlaştırılan Baraj ve H.E.S.’ler hakkında:

Tunceli-Ovacık arasında uzanan Munzur Vadisi’nde 42.000 hektarlık bir alan 1971 yılında Milli Park olarak ilan edilmiştir.Munzur Vadisi’ndeki akarsu kaynakları,endemik bitki türleri,yöreye özgü hayvan türleri,yaban hayvan varlığı,tabiat özellikleri,tabiat güzellikleri gibi etkenler bu doğa alanının milli park olarak ilan edilmesinin temel gerekçeleridir.

Ve fakat  Munzur Vadisi Milli Parkı halihazırda ciddi bir tehdit altındadır.Zira ilgili mercilerce Munzur Vadisi Milli Parkı içerisinde bulunan alanda halihazırda  Konaktepe Barajı,Konaktepe I,II  H.E.S.  etüt ve sondaj çalışmaları yapılmaktadır.Yine Tunceli şehir merkezinin hemen yanıbaşında yapılması kararlaştırılan ve yine Munzur Vadisi Milli Parkı’nın bir bölümünü de içine alan Bozkaya Barajı’nın ihale işlemleri v.s. tamamlanmıştır ve etüd ve sondaj çalışmaları yapılmaktadır.Munzur Vadisi Milli Parkı içerisinde bulunan alanlarda  yapılması düşünülen Akyayık, Kaletepe Barajları ise plan içindedir.

Munzur Milli Parkı florasında 1518 çeşitli bitki kayıtlı olup,bunlardan 43 çeşidi Munzur Vadisi’ne,227 çeşidi Türkiye’ye endemik türlerden oluşmaktadır.Munzur Milli Parkı faunası’nda bulunan çengel boynuzlu keçi,bezuvar isimli dağ keçisi,ur kekliği,kırmızı benekli alabalık vadiye has türlerdendir.

Özellikle belirtmek gerekir ki bilim çevrelerince allium tuncelianum  olarak isimlendirilmiş ve sarımsağın atası olarak kabul edilen bitki dünya üzerinde sadece ve sadece Munzur Vadisi’nde bulunmaktadır.Bu sarımsak çeşidi tek parça şeklindedir ve tanesizdir.

Bu sebeplerle Munzur Vadisi Milli Parkı özellikleri ve güzellikleri bakımından kültür ve tabiat varlıkları hukuku hükümlerine göre 1. derece doğal sit  statüsünde olması gereken bir alandır.

Konunun hukuksal boyutlarının anlaşılır olması bakımından hukukumuzdaki düzenlemeleri paylaşma gereği zorunluluk arzzetmektedir.Zira doğal sit statüsü hukuksal temellere dayalı bir doğa koruma statüsüdür.

Anayasa’nın ‘Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması’  kenar başlıklı 63. maddesinde ‘Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını  sağlar, bu amaçla  destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır…’ hükmü bulunmaktadır.

Ülkemizin de taraf olduğu Dünya Kültürel ve Doğal Mirasının Korunmasına Dair Sözleşme’de,Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşama Ortamlarını Koruma Sözleşmesi’nde,Biyolojik Çeşitlik Sözleşmesi’nde endemik flora ve faunayı barındıran doğal alanların mutlaka korunması yükümlülüğü bulunmaktadır.

Korunması Gerekli Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkındaki Yönetmelik’in 3. maddesinde, ‘Tabii sit’ ‘ilginç özellik ve güzelliklere sahip olan ve ender bulunan korunması gerekli alanları ve taşınmaz tabiat varlıklarını’ …ifade eder’ hükmü bulunmaktadır.

Ülkemizde doğal sit alanı olarak tespit ve tescil edilmiş doğa alanları incelendiğinde ülkemizin son derece önemli doğal bir değeri olan Munzur Vadisi’nin daha üstün özellik ve güzelliklere sahip olduğu ve dolayısıyla doğal sit alanı statüsünü fazlasıyla hakkettiği anlaşılacaktır.

Hukuksal olarak doğal sit alanı statüsü doğa koruma statüleri içerisinde en üstün doğa koruma statüsüdür.Keza,doğal sit alanı statüsü Milli Park statüsünden de daha üstün bir doğa koruma statüsüdür.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma hukukuna göre doğal sit alanlarında KESİNLİKLE HİÇBİR ŞEKİLDE Baraj,Hidro Elektrik Santrali yapılamamaktadır.Nitekim Kültür Ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu’nun 19.06.2007 tarihli ve Karar No.: 728  sayılı ‘Doğal (Tabii) Sitler, Koruma ve Kullanma Koşulları’na dair kararından da bu husus  açıkça anlaşılmaktadır.

Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 20 Eylül 2002 tarihli ve  2002/179 Esas -2002/656 Karar sayılı kararında ve  Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 20 Eylül 2002 tarihli ve  2002/176 Esas -2002/655 Karar sayılı kararında açıkça doğal sit alanlarında enerji santralleri yapılamayacağı belirtilmiştir.

Açıkça 1. derece doğal sit alanı özelliği gösteren Munzur Vadisi Milli Parkı doğal sit alanı olarak tespit ve tescil edilmediğinden bahsi geçen alanda halihazırda da etüd ve sondaj çalışmaları yapılan Munzur Projesi kapsamındaki barajlar nedeniyle iklim değişecek,ekolojik sistem tamamen geri dönüşümsüz olarak bozulacak,endemik flora ve fauna ortadan kalkacak,Tunceli’ler tarafından kutsal bilinen Munzur gözeleri kuruyacak,yöre halkınca kutsal bilinen birçok ziyaretgâh sular altında kalacak ve telafisi imkansız maddî ve manevî zararlar oluşacaktır.

Şunu belirtmek gerekir ki Munzur Vadisi’nin özellikle 1. derece doğal sit alanı olarak tespit ve tescil edilmesi yönündeki talep son derece sağlam gerekçelere dayanmaktadır.

16.11.2001 tarihli Elazığ Müze Müdürlüğü raporuyla, (müze uzmanlarının 23.7.2001 tarihli raporuna binaen) ilgili mercilere, Munzur Vadisi boyunca karakteristik özellik ve güzellikte bir bütün olarak ekolojik dengesinin korunması için 1. derece doğal sit alanı önerisinde bulunulmuştur.Ve fakat Munzur Vadisi’ni 1. derece doğal sit alanı olarak tescil etmesi gereken  Erzurum Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu bu rapor ve öneriyi anlaşılamaz bir şekilde  görmezden gelmiştir.

Belirtmekte fayda vardır ki milli park statüsü maalesef baraj ve H.E.S. yapımına engel teşkil etmemektedir.Yürürlükteki 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu’nun 14. maddesinin e bendi ‘kamu yararı açısından vazgeçilmez ve kesin bir zorunluluk’ bulunduğunda milli park alanlarında ‘yapı ve tesis’ kurulabilmesine olanak vermektedir.Ve fakat Munzur Vadisi Milli Parkı doğal sit alanı ilan edilmiş olsaydı kesinlikle baraj projeleri hayata geçirilemeyecekti.

Nitekim Karadeniz Bölgesi’nde bulunan Fırtına Vadisi’nde Hidro Elektrik Santralleri yapımına dair projeler yapılmış ve bu projeler kapsamında inşaî çalışmalara başlanmışken Fırtına Vadisi’nin doğal sit alanı ilan edilmesiyle bu projeler iptal edilmiştir.Keza Rize’nin Fındıklı ilçesinde Hidro Elektrik Santralleri yapılması planlanan Çağlayan Vadisi  de yakın denilebilecek bir tarihte doğal sit alanı olarak tespit ve tescil edilmiştir.Ve bu durum bahsi geçen vadiye dokunulmazlık statüsü kazandırmıştır.

Hukuksal olarak ‘ilginç özellik ve güzelliklere sahip olan ve ender bulunan korunması gerekli alanlar’ın doğal sit alanı olarak tespit ve tescil edilmesi gerekmektedir.İlginç özellik ve güzelliklerine ve ender bulunmasına rağmen Munzur Vadisi Milli Parkı’nın bugüne kadar doğal sit alanı olarak tespit ve tescil edilmemesi açıkça hukuka aykırıdır.Tabiat varlıklarını korumak ve bu varlıkları gelecek nesillere taşımak, yetkili ve görevli idarî birimler açısından bir lütuf değil Anayasa’dan,Türkiye’nin de taraf olduğu Uluslararası Sözleşmelerden kaynaklanan bir yükümlülüktür.

Sonuç olarak Munzur Vadisi Milli Parkı 1. derece doğal sit alanı olarak tespit ve tescil edilmelidir.

—————————————————————————————————————–

Tunceli’nin daha bir çok insan hakları sorunu bulunmakla beraber özet olarak yukarıda bahsi geçen sorunların ve diğer sorunların çözümü konusunda hassasiyetlerinizi diler ve saygıyla arz ederim.

Bir cevap yazın