ÖLÜMLERLE, ÇOCUK KATLİAMLARIYLA, ZİNDAN DUVARLARIYLA, HER TÜRLÜ İHLALLE GEÇEN BİR YIL: 2009 YILI DEĞERLENDİRMESİ

İHD Diyarbakır Şubesi - 2009 Raporu Açıklaması

Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi 2009 Yılı İhlal Raporunu açıklamak üzere bugün bir aradayız. Her bir ihlal raporu açıklamamızda büyük umutlar taşımamıza rağmen maalesef sizlere hiç de iç açıcı olmayan veriler sunmanın burukluğu içindeyiz.

2009 yılı Mart ayında gerçekleşen yerel seçimler sonucunda, son otuz yılımızı ciddi yaşam hakkı ihlalleriyle ve büyük ekonomik kayıplarla geçirmemize yol açan çözümsüzlük ve çatışma sürecinin barışçıl ve demokratik zeminde çözüleceğine dair büyük umutlar yaşandı. Ortaya çıkan tablo, ülkemizde halkların bir arada eşit haklara sahip bir yaşam sürdürmek istençlerini de açığa çıkartan bir tabloydu. Ancak farklılıklara tahammül edemeyen tekçi ve inkarcı egemen devlet zihniyeti kendisini bir kez daha gösterdi. Yerel seçimlerin ardından, DTP’ye ve yöneticilerine yönelik baskılar 14 Nisan operasyonuyla start aldı. 14 Nisan’da başlayan ve günümüze kadar süren siyasal alana yönelik operasyonlar sonucu sayısı binin üzerinde Kürt siyasetçi, belediye başkanı, Belediye ve İl Genel Meclis üyeleri, Kadın Meclisi ve Gençlik Meclisi üyeleri, insan hakları savunucuları, yasa ve hukuk dışı yöntemlerle tutuklanarak cezaevlerine konuldu. Bu operasyonlardan İHD yöneticileri de nasibini aldı. İHD Diyarbakır Şube YK üyeleri Roza Erdede, Aslan Özdemir, MYK üyesi Av. Filiz Kalaycı ve son olarak da Şube Başkanımız ve Genel Başkan Yardımcımız Av. Muharrem Erbey, yürütmüş oldukları hak savunuculuğu faaliyetlerinden dolayı tutuklandılar ve halen de tutuklu bulunmaktadırlar. Şube Başkanımız, 24 Aralık’ta gözaltına alındığı andan itibaren ciddi bir hukuksuzluğa maruz bırakılmış, savcılık ve hakimlik tarafından adeta “neden hak savunuculuğu yapıyorsun?” şeklinde suçlanmış ve kendi yasal mevzuatımız ve tarafı olduğumuz insan hakları sözleşmeleri hiçe sayılarak tutuklanmış; böylelikle İHD’ye bir gözdağı verilmek istenmiştir. İHD, kurulmuş olduğu 1986 yılından bugüne, 22 yönetici ve üyesini faili meçhul saldırılarda yitirmiş, yüzlercesi işkence görmüş, tutuklanmış, genel başkanı, Genel Merkez binasında suikast girişimine maruz bırakılmış, Türkiye’nin en eski ve en saygın insan hakları örgütlerindendir.  Bilinmelidir ki, bu türden haksız ve hukuka aykırı yönelimler, bizleri yürütmüş olduğumuz demokrasi ve özgürlük mücadelesinden asla geri koymayacaktır. Tek bir insan hakları savunucusu kalana kadar, gerçekler asla ve asla karanlıkta kalmayacaktır. Bu bir insanlaşma mücadelesidir, bu bir onur mücadelesidir.

Sizlere ekte de sunduğumuz 2009 yılı İhlal Bilânçosu ile son dört yılın Karşılaştırmalı Bilançosunun da gösterdiği üzere, geçtiğimiz yıl, son yılların en ciddi hak ihlallerinin yaşandığı bir yıl olmuştur. PKK’nin 13 Nisanda açıkladığı eylemsizlik kararına rağmen, askeri operasyonlar hızından bir şey kaybetmeden sürmüş ve buna bağlı olarak 67 güvenlik görevlisi ve 68 PKK militanı, yaşamını yitirmiştir. İHD olarak, savaşın, her türlü şiddet araçlarının karşısında olduğumuzu yıllardan beri ifade ediyoruz. Gerçekleşen bu ölümlerden, savaşta, şiddette, ret ve inkârda ısrar eden egemen zihniyetin sorumlu olduğunu bir kez daha duyurmaktayız. Farklılıkların zenginlik olarak kabul edilmesi varken, Kürt sorununda demokratik yöntemleri ve diyalog zeminini esas almak varken, operasyonda ısrar etmek, ölümlerden medet ummak, Kürt halkının ezici oylarını alan DTP’yi kapatmak, milletvekillerinin vekilliklerini düşürmek, seçilmiş belediye başkanlarını toplumsal hafızayı kanatırcasına “kelepçeleyip” zindanlara atmak, bu halkın onuruyla oynamak, nasıl bir sorumlu devlet anlayışıdır? Bununla yetinmeyip, Başbakanın ağzından “halk pompalı tüfeklerle kendini savunur”  nidaları atılırsa, birileri de bunu kendine vazife görür ve sokak linçleri başlar diye defalarca uyarılarda bulunmuştuk. Ancak geldiğimiz noktada, yurttaşlarımızın adalet duygusuyla oynanmaktadır. Bu ülkenin Batı yakasındaki yurttaşlarımız ile Doğu yakasındaki yurttaşlarımız arasındaki duygu bölünmesinden, halkı linçe çağıran devlet yetkilileri sorumludur. Bu toplumsal kaos, acil ve ivedi diyalog adımları atılmazsa, sorun barışçıl yöntemlerle çözülmezse, kaygımız odur ki; derinleşecektir. Tarih, bu sorumsuz siyasetçileri insanlık karşısında mahkum edecektir.

Her fırsatta “ülkemizde işkence yoktur”  diyen AKP Hükümetinin dikkatine şu veriyi sunmaktayız: 2009 yılı içinde Bölge Şubelerimize yapılan başvurulardan ve basın takiplerinden anlıyoruz ki, son dört yılda işkencenin ve toplumsal olaylara müdahalenin en yoğun yaşandığı yıl olmuştur. 1.016 işkence iddiası alınmış ve toplumsal olaylara müdahale sonucu 373 yaralanma gerçekleşmiştir. Toplantı ve gösteri yapma hakkını kullanan yurttaşlarımıza yönelik polisin kullandığı şiddet, “aşırı ve orantısız” olmanın ötesine taşınmış; doğrudan öldürme kastlı saldırılara dönüşmüştür. 2009’da 91 sivil yurttaşımızın yaşam hakkının ihlal edilmesini ve faillerin bugüne kadar yargı önüne çıkartılmaması, bir hukuk devletinde değil bir polis devletinde yaşanabilecek bir durumdur. Yaşam hakkı her koşulda ve ortamda kutsaldır; dokunulmazdır. Yaşam hakkını ihlal edenler insanlığa karşı suç işlemiş olanlardır; faillerin yargılanmaması da bu suça ortaklığı getirir.

Türkiye’de her dönem ciddi hak ihlalleri yaşanan alanlardan biri de cezaevleridir. Şu anda cezaevlerinde bulunan onlarca insan, ölümcül hastalık nedeniyle adeta ölüme terk edilmiş durumdadır. Çetecilerin, Ergenekon sanıklarının, rüşvet, vb yüz kızartıcı suç nedeniyle tutuklu bulunanlar, en ufak bir sağlık gerekçesiyle tahliye edilirken, muhalif politik tutuklulara yönelik “cezaevinde ölüme terk et” anlayışı ciddi bir ayrımcılıktır. Yine, 24 saatlik işkence anlamına gelen ağırlaştırılmış tecrit ve izolasyon uygulamalarıyla dünyada tek örnek durumunda olan İmralı Cezaevi’ndeki uygulamalar, 11 yıldan bu yana ağırlaşarak devam etmektedir. İmralı Tek Kişilik Cezaevi’nin, İmralı F Tipi Cezaevi’ne dönüşmesi, aslında hücre ve tecrit uygulamasının ağırlaştırılmasından başka bir durum değildir. İnsan hakları savunucuları olarak İmralı Cezaevi’nin, BM Minimum Cezaevleri Standartlarına uygun hale getirilmesine yönelik taleplerimize bir kez daha yinelemekteyiz.

2009, Kadına yönelik şiddetin, “namus” adına işlenen cinayetlerin hızından bir şey kaybetmediği bir yıl oldu. Kadın örgütlerinin, insan hakları savunucularının ciddi çalışmalarına rağmen, idari bürokrasideki ve yargıdaki eril anlayış, şiddet gören kadının korunması ve alternatif yaşam sürdürme olanaklarına kavuşturulması için ciddi eksiklikleri beraberinde getirmektedir. Devlet, kadına yönelik her türlü şiddetle etkin mücadele eden kadın örgütlerinin önerilerini daha fazla dikkate almalı ve şiddetin elimine edilmesini bir devlet kararlılığına dönüştürmelidir. Oysa ki, İHD’ye 2009 yılında yapılan başvurular, başta DTP’li kadınlar olmak üzere, muhalif politik kimliğe sahip kadınlara yönelik ciddi ve sistemli saldırıların sürdüğünü göstermiştir.

Geleceğimiz Olan Çocuklarımıza Reva Görülenler;

2009 yılında Çocuklara yönelik gerçekleşen ihlalleri Ece Ayhan’ın bir şiiriyle özetlemek mümkündür:
“Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı,
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür.
Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir…”

12 yaşındaki bedenine 13 kurşun sıkılarak öldürülen Uğur’un katillerini beraat ettiren yargı, Ceylan Önkol’un Mehmet Uytun’un faillerini ortaya çıkarmayan devlet organları, Uğur’un ve Ceylan’ın yaşıtları olan binlerce çocuğu, TMK’ya muhalefet ettiği için zindanlara atmakta; yaşlarının iki katı hapis cezaları vermektedir. Bu durum, tüm yurttaşlarımızın adalet duygusunu ciddi biçimde zedelemektedir. Bu vesileyle İHD olarak, Çocuklar İçin Adalet Girişiminin daha önceden TBMM’deki tüm gruplara verdiği yasal değişiklik önerilerinin gerçekleşmesini acil taleplerimiz arasında tekrarlamaktayız. Çocukların yaşamlarının, gülüşlerinin çalındığı bir coğrafyanın laneti, bu ülkeyi yönetenlerin yakasını bırakmayacaktır.

2009 yılında karşılaştığımız en önemli tablolardan biri de, yıllardır kaldırılması için defalarca çağrıda bulunduğumuz, ancak devletin ısrarla sürdürdüğü koruculuk sisteminin yarattığı ölüm ve vahşet ortamıdır. Mayıs ayı içerisinde Bilge Köyü’nde 44 vatandaşımızın devletin koruculara verdiği silahla hunharca katledilmesi, akabinde Ergani’de 4 vatandaşın öldürülmesiyle yaşanan vahşet ve diğer sayamayacağımız birçok olay, koruculuk sisteminin bu ülkenin sırtında nasıl ağır bir yük olarak durduğunun açık göstergesidir. Bu nedenle devlet yetkililerine tekrardan çağrıda bulunuyoruz; koruculuk sistemi artık bu ülke insanlarına acı, ölüm ve gözyaşından başka bir şey getirmemektedir. Bu sistem bir an önce kaldırılmalıdır.
 
İHD olarak, kurulduğumuz günden bugüne, askeri vesayet rejimine karşı çıktığımızı, militarist yapı demokratikleşmedikçe, haklara ve özgürlüklere saygının tesis edilemeyeceğini hep vurguladık. Askeri darbe girişimlerinin, “müzeleri, içindeki çocuklarla birlikte bombalama” planlarının korkunçluğu, akıl sınırlarını zorlamaktadır. Militarist, tek tipçi, anti-demokratik yapılanmayla mücadele elzemdir. Ancak bu mücadele sürdürülürken, halkı arkasına almak yerine sivil demokratik siyasal alana yönelik başka operasyonlar sürdürmek son derece çelişkili bir durumdur. Bu nedenle, Hükümetten beklentimiz, halklarımız yararına, ölümleri, ihlalleri durduran ciddi, içi dolu, demokratik bir çözüm sürecinin başlatıcısı olmasıdır.

2010 yılının, ihlalsiz, gözyaşıyız, halkların eşit ve özgür birlikteliğinin yaşam bulduğu bir yıl olması dileğimiz ve umudumuzla, Şube Başkanımız ve diğer yöneticilerimizin en kısa zamanda serbest bırakılması talebimizi yineleyerek bitirmek isteriz.

Bir cevap yazın