Her şey 1857 yılında başladı. New York’ta dokuma işçisi olarak çalışan 40.000 kişinin insanlık dışı çalışma koşullarına, eşitsizliğe ve düşük ücrete karşı başlattığı grev sonrasındaki olaylarda ve akabinde çıkan yangında 129 kadın işçi can verdi. Yüz binler cenaze törenine katılırken, daha sonra 1910 yılında Almanya Sosyal Demokrat Parti lideri Clara Zetkin, bu yangında yaşamını yitiren 129 kadın işçi anısına 8 Mart gününün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmasını önerdi ve önerisi kabul gördü. “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasına ise 16 Aralık 1977 tarihinde Birleşmiş Milletler Örgütü’nün aldığı kararla geçildi. Günümüzde yer alan şekliyle 8 Mart, dünyada kadınların devam eden özgürleşme mücadelesinin kutlandığı ve kadınların güncel taleplerinin ifade edildiği bir gün haline gelmiş oldu.
Bizim yıllardır tekrarlamaktan bıkmadığımız ancak manasına bir türlü varamadığımız 8 Mart açıklamaları hep böyle başlar. Hâlbuki kanayan yaralardan biri olan; kadim, kadın sorununu bu açıklamalar asla çözemedi. Yine de vicdan rahatlatmanın mecbur bir yolu olarak yapıldı bu açıklamalar ve daha yıllarca da yapılacak.
Dünyanın en eski belki de en derin sorunu olan kadın sorunu; ad değiştirerek, yön değiştirerek hep devam etti. Buna karşı alınan önlemler ya kadını ötekinin de ötekisi yaptı ya da güncel deyimle metalaştırdı. Ancak bu yaraya gereken neşter bir türlü atılamadı. Kadının kadın olmaktan kaynaklı uğradığı ayrımcılık ya da yaşadığı ihlaller temel insan hakları içine alınarak boğulması bir yana, çoğu zaman gelenek ve tarihin de yardımıyla doğallaştırıldı. Kadın, içine düştüğü ortamın hem mağduru hem faili olarak değerlendirilirken kadının bu soruna yaklaşımı da hep sorunlu oldu. Aslında birbirinden türeyen, birbirinin içine geçen helezonik bir yapılanmanın da açık bir tezahürüydü.
Afganistan’ı, İran’ı ve birçok ülkeyi düşündüğümüzde evrensel boyuttaki bu sorunun içteki yansımalarını anlamadan, algılamadan büyük laflar etmenin gereği olmadığını düşünüyoruz.
Ülkemizde;
Hala namus cinayetleri işleniyor haberiniz var mı?
Aile içi şiddet hız kesmeden devam ediyor duyuyor musunuz?
Tekel işçisi kadınlar üç aydır Ankara sokaklarında farkında mısınız?
Ya yoksulluk, yoksulluktan en çok etkilenenin kadın olduğunun farkında mısınız?
Çifte ayrımcılığa uğrayan engelli kadınlar var biliyor musunuz?
CEYLANLAR! Ya Ceylanlar dağ başlarında kayan yıldızlar…
Berivanlar cezaevleri duvarları arasında sek sek düşü kuran, üşüyen ve korkan Berivanlar…
Ve cezaevlerindeki hasta kadınlar, Gulazerler, Hazneler, Sibeller… Ölümün kollarına atılmış biliyor musunuz?
Ve biz İHD olarak 2010 8 Mart’ını işte bu kadınlara adıyoruz. Yaşamı dört duvar arasında büyüttükleri için. Düşündükleri ve dünyayı değiştirmeye çalıştıkları için. Onlara dayatılanla yaşamayı seçmedikleri için. Bütün otoritelerin üzerine basarak kendileri olabildikleri için. Ve her şeyden önemlisi koşullar bu kadar acımazsızken hala sımsıcak gülümseyebildikleri için. Sorumlusu olmadıkları bir yanlışlar manzumesinin sonucunu çocuk yürekleriyle taşıyabildikleri için. Hala insanım çünkü kadınım diyebildikleri için.
Evet, bu gün yeni bir 8 Mart, şiddete, sömürüye, eşitsizliğe karşı mücadelemizi daha görünür kılmak kılmak için yine meydanlardayız ve mücadelemizin bize öğrettiği umutla, belki bir gün asıl mağdur olan, mağduriyeti üzerinde konuşma ve sorunu çözme gücüne sahip olur ve yaşanan tüm trajediler sona erer diyoruz.
Kadının insan hakkı en temel insan hakkıdır.
Şiddetsiz, sömürüsüz, yaşanılır bir dünya dileğiyle.
İHD’Lİ KADINLAR