12 EYLÜL 1980 ASKERİ DARBESİNE İLİŞKİN SUÇ DUYURUSU

İnsan Hakları Derneği, 13 Eylül 2010 günü saat 11:30’da Ankara Adliyesi’nde 12 Eylül 1980 askeri darbecileri ve o dönemde insanlık suçu işleyenler hakkında suç duyurusunda bulunmuştur. Suç duyurusuna ilişkin dilekçeyi aşağıda bulabilirsiniz.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ


Suç Duyurusu Dilekçesinin “pdf” Formatına Buradan Ulaşabilirsiniz.

ANKARA CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI’NA,

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNAN: İnsan Hakları Derneği adına Dernek Yönetim Kurulu Başkanı Öztürk Türkdoğan

Adres: Necatibey Cad. 82/11 Kızılay Ankara

D. KONUSU: Milli Güvenlik Konseyi adı altında 12 Eylül 1980’de ülke yönetimine el koyan ve 24 Kasım 1983 yılına kadar bu statüsünü sürdüren askeri cunta yönetiminin hayatta kalan üyeleri, Kenan Evren, Nejat Tümer ve Tahsin Şahinkaya’nın işlediği

(A) Nürnberg Şartı ile kabul edilmiş ve tüm devletlerin kendi kanunlarında yer almasa dahi suçun oluşumu halinde takip etmek zorunda oldukları uluslararası hukukun buyruk kuralı niteliğine sahip insanlığa karşı suçlar

B) 765 sayılı Ceza Kanunu’nun 146, 147., 153., 174., 179., 180., 181. maddeleri.)

insanlığa karşı suçlar  ve resen takdir edilecek suçlar nedeniyle haklarında Başsavcılık tarafından ceza dava açılması ve haklarında gerekli önlemlerin alınması istemidir.

AÇIKLAMALAR

BİRİNCİ KISIM: SUÇLARLA İLGİLİ BİLGİLER

12 Eylül 1980 askeri darbesi sonucunda kurulan cunta yönetimi tüm devlet yetkilerini Milli Güvenlik Konseyi’nde toplamıştı. Dolayısıyla 12 Eylül 1980 ile 24 Kasım 1983 tarihleri arasında idari yetkiler kullanılarak gerçekleştirilen tüm suçların birincil sorumluları İdari makamları emir ve kararları ile bizzat yönlendiren ya da bu makamlarda bulunan kişilerin fiillerine göz yuman Milli Güvenlik Konseyi üyeleridir.

Bu dönem içinde,

  • 650 bin kişi gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde ağır işkence gördü,
  • 1 milyon 683 bin kişi, komünist, alevi, kürt, dinci, şeriatçı denilerek fişlendi,
  • Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılandı,
  • 7 bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi,
  • 124 kişinin idam cezası Askeri Yargıtay tarafından onaylandı,
  • Haklarında idam cezası verilenlerden 49’u asıldı (18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 23 adli suçlu ),
  • İdamları istenen 259 kişinin dosyası Meclis’e gönderildi,
  • 71.500 kişi Türk Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 163. maddelerinden yargılandı,
  • 98.404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçlamalarından yargılandı,
  •  388 bin kişiye pasaport verilmedi,
  • 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı,
  • 18.525 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldı,
  •  14 bin kişi “yurttaşlık”tan çıkarıldı,
  • 30 bin kişi “mülteci” olarak yurtdışına gitti,
  • 366 kişi “kuşkulu bir şekilde” öldü,
  • Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirdi,
  • 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelendi,
  • 144 kişi kuşkulu bir şekilde öldü,
  • 14 kişi açlık grevinde öldü,
  • 16 kişi “kaçarken” vuruldu,
  • 95 kişi “çatışmada” öldü,
  • 73 kişiye “doğal ölüm raporu” verildi,
  • 43 kişinin “intihar ettiği” bildirildi,
  • 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı,
  • 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,
  • Siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz gözaltında tutuldu ve tutuklandı.
  • 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,
  • 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi,
  • Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi,
  • 31 gazeteci cezaevine girdi,
  • 300 gazeteci saldırıya uğradı,
  • 3 gazeteci silahla öldürüldü,
  • Gazeteler 300 gün yayın yapamadı,
  • 13 büyük gazete için 303 dava açıldı,
  • 39 ton gazete ve dergi imha edildi,
  • Yüzbinlerce yayına el konuldu ve imha edildi. Sadece Bilim ve Sosyalizm yayınlarına ait 113.607 kitap yakıldı. Yayınevi sahipleri gözatına alındı, tutuklandı, işkence gördü. İlhan Erdost işkence yapılarak öldürüldü.

Bu suçlardan önemli bir kısmı insanlığa karşı suçlar kategorisindedir. 

A- İnsanlığa karşı suçlar 

a- Genel Olarak

İnsanlığa karşı suçlar ilk kez İkinci Dünya Savaşı sonrasında Nürnberg Mahkemesi’ni kuran Nürnberg Uluslararası Askeri Mahkemesi Şartı ile tanımlanmıştır. Şartın 6. Maddesinde yer verilen bu tanıma göre, insanlığa karşı suçlar, cinayet, yoketme, köleleştirme, sınırdışı etme ve sivil nüfusa karşı girişilen diğer insanlıkdışı eylemler ile siyasi, herhangi bir suçla bağlantılı olarak ırksal veya dini nedenlerle takibat yapılmasıdır. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1946 yılında aldığı bir kararla Nürnberg Şartı’nın ilkelerini oybirliği ile onaylamıştır (Birleşmiş Millet Genel Kurulu Kararı 95/1, 11 Aralık 1946). Birleşmiş Milletler’in kurucu üyesi olan Türkiye de bu karara katılan üye devletler arasındadır.

İnsanlığa karşı suçlar 1998 yılında Kabul edilen Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni Kuran Roma Statüsü’nün 7. Maddesinde de tanımlanmıştır. Bu tanımda, cinayet, yoketme, köleleştirme, nüfusun sınır dışı edilmesi ya da zorla nakledilmesi, hukuka aykırı bir şekilde hapsetme ya da özgürlükten mahrum bırakma, işkence, tecavüz, cinsel kölelik, zorla fahişeliğe zorlama, zorla hamile bırakma, zorla kısırlaştırma, cinsel şiddet kullanma, zulmetme, kişilerin ortadan zorla kaybedilmesi, ırk ayrımcılığı, diğer insanlık dışı suçlar ,insanlığa karşı suçlar olarak nitelendirilmektedir.

Türkiye’de ceza kanunları 26 Eylül 2004 tarihinde kabul edilen  5237 sayılı Türk Ceza Kanunu yürürlüğe girinceye kadar insanlığa karşı suçlar kategorisine yer vermemiştir. Halen yürürlükte olan 5237 sayılı Ceza Kanunu ise İnsanlığa Karşı Suçlar başlığını taşıyan 77. maddesinde aşağıdaki kurallara yer vermiştir:

(1) Aşağıdaki fiillerin, siyasal, felsefî, ırkî veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plân doğrultusunda sistemli olarak işlenmesi, insanlığa karşı suç oluşturur:

a) Kasten öldürme.

b) Kasten yaralama.

c) İşkence, eziyet veya köleleştirme.

d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma.

e) Bilimsel deneylere tâbi kılma.

f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı.

g) Zorla hamile bırakma.

h) Zorla fuhşa sevketme.

(2) Birinci fıkranın (a) bendindeki fiilin işlenmesi halinde, fail hakkında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına; diğer bentlerde tanımlanan fiillerin işlenmesi halinde ise, sekiz yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur. Ancak, birinci fıkranın (a) ve (b) bentleri kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.

(3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.

(4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez. 

b- Milli Güvenlik Konseyi üyeleri tarafından işlenen suçlar 

1- Öldürme 

– İdam cezaları 

Milli Güvenik Konseyi dönemi boyunca hakkında idam cezası verilen kişiler Ek-1’de verilmiştir. Bu kişiler doğal yargıç ilkesi çiğnenerek kurulan askeri mahkemelerde, sanıklara yönelik uluslararası ve ulusal güvenceler çiğnenerek, sanıkların en temel hakları ihlal edilerek idam cezasına mahkum edilmişler ve bu cezaları infaz edilmiştir. 

Bu listede yer alanlardan bazılarına ilişkin kısa bilgiler aşağıda verilmiştir: 

Necdet Adalı: Adalı 1977 yılında Ankara’da Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde öğrenciyken Ankara İsmetpaşa’da bir kahvehanenin taranması olayıyla ilgili olarak tutuklandı ve yargılandı. Ulucanlar Cezaevi’nde tutuklu bulundu. Bu sırada gerçekleştirilen bir firar eylemine “nasıl olsa suçsuzluğunun anlaşılacağını” ileri sürerek katılmadı.

Kendisini yargılayan mahkeme başkanı Albay Hamdi Sevinç’in Adalı’nın suçsuz olduğunu ileri sürmesine karşın, mahkeme heyeti tarafından suçlu bulundu. Karara şerh koyan Sevinç bu tutumu nedeniyle ceza aldı ve daha sonra ordudan istifa etti. 

Mustafa Pehlivanoğlu: 7 Ekim 1980 tarihinde idamı onaylanan Mustafa Pehlivanoğlu, 7 Ekim’i 8 Ekim’e bağlayan gece yarısından sonra, Necdet Adalı’dan birkaç saat sonra, Mamak Cezaevi’nde idam edildi. Pehlivanoğlu, Ankara Karşıyaka Mezarlığı’na gömüldü. Mustafa Pehlivanoğlu mahkeme süresi boyunca polis ifadesinin işkence zoruyla alındığını ve kendisinin masum olduğunu iddia etti. İdam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hâkimi Ali Fahir Kayacan daha sonra anlattığı anılarında, Mustafa Pehlivanoğlu’nun asılan solcu Necdet Adalı’ya denge olsun diye idam edildiğini belirtti. Ailesi idamı ancak infazdan 3 gün sonra çocuklarını ziyarete geldiklerinde öğrenebildi. 

Erdal Eren: Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söyledi. Ağabeyi Erkan Eren, Erdal’ın Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi. Erdal’ın idam edildiği tarihte yaşının 18’den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal’ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi. 

Serdar Soyergin: 14 Eylül 1980 günü bir çatışmada yaralı olarak gözaltına alındı ve bir yüzbaşıyı öldürmekle suçlandı. Beş gün içinde duruşması yapıldı, 40 gün içinde de 25 Ekim 1980’de de idam edildi. Ancak ölene kadar yüzbaşıyı öldürmediğini haykırdı. Onu kimse dinlemedi ve 22 yaşında Adana Kapalı Cezaevi’nde asıldı. 

b- İşkence sonucu ölenler, kayıplar, faili meçhuller 

12 Eylül 1980 ile 24 Kasım 1983 tarihleri arasında çok sayıda kişi kamu gücü kullanmakla yetkilendirilmiş kişiler tarafından öldürülmüştür. Bu ölümlere ilişkin iki adet liste Ek-2 ve Ek-3’de verilmiştir. Çok sayıda uluslararası ve ulusal resmi ve sivil toplum kuruluşunun elinde söz konusu döenmde öldürülenlerle ilgili belge ve bilgiler mevcuttur.

c- İşkence uygulamaları

Gazeteci Oğuz Güven’in 78 kuşağını anlattığı “Zordur Zorda Gülmek” adlı kitabında 12 Eylül dönemindeki işkence yöntemleri anlatılmaktadır. Kitap Diyarbakır Cezaevi’nde uygulanan işkence yöntemlerini de tüm ayrıntılarıyla gözler önüne sermektedir. Diyarbakır Cezaevi Gerçeğiyle Yüzleşme Araştırma ve Adalet Komisyonu raporundan akıllara durgunluk veren bu işkence yöntemleri aşağıda sıralanmıştır:

FALAKA: Yaygın ve sürekli uygulandı. Ayak tabanı, ellerin içi gibi vücudun kaslı bölümlerine kalas, cop, zincir, saz sapı, pik demir vb. vurularak gerçekleştirilirdi. Bu yöntem, ayak tabanlarını ve el ayalarını patlatır, kaba yerleri ezer, morartır, tırnakları sökerdi. El ayak gibi herhangi bir yeri kırar, sakat bırakırdı.

KÖPEK SALDIRTMA: Tutuklu çırılçıplak soyulur, kurt köpeği üzerine saldırtılırdı. Köpeğin ilk kaptığı yer bacak arası olurdu.

ZlNCİR: 20-25 metre uzunluğundaki zincirin uçları iki tutuklunun boynuna bağlanır, tutuklular sırt sırta verdirilerek ters yönde hızla itilir. Tutuklu tek ayağından zincire bağlanır, bu zincir yüksek bir yere asılır, tutuklu bayılıncaya kadar askıda kalırdı.

GERME: Tutuklunun bir bacağı merdiven kenarlığına bağlanır, diğer bacağı da açık bırakılan koğuşun gözetleme deliğine bağlanıp kapı kapatılır, tutuklunun bacakları koğuş kapısının eni kadar gerilir ve öyle kalırdı. Koşuşturulur, zincir tam gerilince, her iki tutuklu da sırtüstü yere düşerdi.

AYAKTAN ASMA/TEPE: 50-60 kişi havalandırmaya alınırdı. Gardiyan “tepe ol” komutu verince tüm tutuklular üst üste bindikten sonra, bir tutuklu da üst üste yatan tutukluların üstüne çıkar, istiklal Marşı’nın on kıtası okutulurdu.

KULE: Havalandırmaya çıkan tutuklular altı kişilik daire oluştururlardı. Bunların üzerine 3-4 kat olacak biçiminde tutuklular çıkarıldıktan sonra, gardiyanın “yıkıl” komutuyla kule oluşturan tutuklular kendini yere bırakır ve böylece tutukluların değişik yerlerinde kırılma, incinme ve çıkık olurdu.

RANZA ALTI: Gardiyanlar ellerinde kalaslarla koğuşa girip, “ranza altı ol” komutunu verince, koğuşta bulunan tutukluların hepsi ranzaların altına girerdi. Herhangi bir yerlerinin açıkta kalmaması gerekiyordu. Ranzaların altına tüm tutuklular sığmadığı için kiminin eli, kiminin kolu dışarıda kaldığından, gardiyanlar ellerindeki kalaslarla tutukluların dışarıda kalan kısımlarına vurmaya başlardı.

KANTAR: Tutuklular havalandırmada çırılçıplak soyundurulup tek sıra halinde dizilirler, sıranın ön tarafında duran tutuklu sırt üstü yatırılırdı. İkinci tutuklu, yatan tutuklunun testis ve erkeklik organlarından tutarak yukarı kaldırır, tutuklunun kaç kilo geldiğini söylemesi istenirdi. Tüm tutuklular birbirini tartana kadar bu işlem devam ederdi.

KERVAN: Havalandırmada, tutuklular tek sıra dizilir, her tutuklu önündeki tutuklunun sırtına bindirilir, bacakları, altındaki tutuklunun boynundan aşağıya sarkıtılır ve kulaklarından tutması istenirdi. Gardiyanın komutuyla tutuklular yürümeye başlar ve bu işlem tutuklular ayakta duramayacak duruma gelene kadar sürerdi.

SEHPA: Tutuklu gece koğuştan alınıp, koğuş koridorunda gardiyan ve subaylardan mizansen olarak oluşturulan bir mahkemede sorgulanırdı. Mahkeme, tutukluyu idam cezasına çarptırır, ikinci katın merdiven kenarlığına bir ip geçirilip, ipin ucuna tutuklunun boyun kemiğini kırmayacak düzeyde kalın bezden bir ilmik takılır, tutuklunun boynu bu ilmiğe geçirilir ve temsili infaz gerçekleştirilirdi. Tutuklu tam boğulacağı sırada ip açılırdı.

COP SOKMA: Gardiyanlar copu zeytinyağına batırır ve yağlı copu tutuklunun makatına zorla sokardı. Sonra bu copu kendisine ya da bir başka tutukluya yalatırlardı.

ÇEK-ÇEK: Tutuklu çırılçıplak soyundurulur ve erkeklik organına bir ip takılırdı. Gardiyan ipin diğer ucunu alıp hızla koşar, tutuklu da zorunlu olarak gardiyanın peşinden koşar.

LAĞIM SUYUNA SOKMA: Tecrit bölümünün alt katındaki bazı tuvaletlerin delikleri tıkanır. Hücrelerin pisliği ve lağım suları burada biriktirilir, diz boyu kadar oluşturulan pisliğin içine tutuklu atılır ve pislik yedirilirdi.

KiTAP OKUMA: Koğuşta bir tutuklunun eline kitap verilir, tutukluya avazı çıktığı kadar yüksek sesle tek tek sözcükler okutulurken, diğer tutuklular bu sözcükleri tekrarlarlardı. Sabahtan akşama kadar yapılan bu işlem sırasında, tutuklular ayakta durmak zorundaydı.

MARŞ SÖYLETME: Cezaevinde bulunan herkes elli’yi aşkın marşı ezberlemek zorundaydı. Bu marşlar tutukluların ses telleri tahriş oluncaya kadar söyletilirdi.

ÖL DEDİĞİMDE: Tutuklu havalandırmanın orta yerine çıkarılır, hazır ol durumuna geçirilirdi. Gardiyanın “öl” komutuyla tutuklu kaskatı, eklemlerini kırmadan yere düşürülürdü. Bu işlem gardiyanın keyfine göre tekrarlanırdı.

SİGARA İÇİRME: Bunun çok çeşitli yöntemleri vardı. En çok uygulananları şunlardı: Koğuşta kalan tutukluların eline beş adet sigara verilir, sigaraların tümü yakılarak devamlı ağzında tutulurdu. Gardiyanın “çek-bırak” komutuyla sigaralar bitinceye kadar içirilir, sigaralar-filtreleri dahil- tutuklulara yedirilirdi. Bu sırada koğuş pencereleri kapatılır, havasızlık ve dumanla boğulma ortamı yaratılırdı.

BANYO: Tutuklular çırılçıplak soyundurulur ve tek sıra halinde banyoya götürülürdü. Banyoda sabun kullanılmazdı. Hortumla tazyikli su tutukluların üzerine fışkırtılırdı. Daha sonra tutuklular koridora çıkarılır, “Yat-sürün” komutuyla tutuklular yerlerde süründürülerek koğuşlarına götürülürdü.

SAYIM DÜZENİ: Tutuklular günde en az beş kez sayılırdı. Her sayımdan önce, tutuklular sayım düzenine geçer, sayım talimi yaptırılır, yüksek sesle tekmil verilir, rahat-hazır ol ile, çöker kalkarlardı.

GECE NÖBETİ: Geceleri her koğuşta mevcuda göre 2-7 kişiye kadar tutukluya sırayla nöbet tutturulurdu. Nöbet sırasında devriye gezen gardiyanlar, koğuşun mazgal deliğini açar, nöbetçi tutuklunun mazgaldan dışarı elini uzatmasını ister, tutuklunun ellerine cop veya kalasla istediği kadar vururdu.

LOKOMOTİF: Tutuklular havalandırmaya çıkarılır, İki kişi çırılçıplak soyundurulur, bunlardan birisi domalıp iki eliyle diz kapaklarını tutar, diğeri de arkadan bunu kucaklardı. Gardiyanın “uygun adım marş” demesiyle her iki tutuklu havalandırmada dolaşırlar, diğer tutuklular zorunlu olarak bunları izlerdi.

PİSLİK YEDİRME: Her havalandırmanın ortasında bir lağım çukuru vardı. Lağım suları ve insan pislikleri burada toplanırdı. Tutuklulara bu çukurdan avuç avuç pislik alıp yemeleri istenirdi.

İŞEME: Havalandırmada bir tutuklunun yere yatması istenir, diğer tutuklulara, yerde yatan tutuklunun yüzüne işemesi istenirdi..

TECAVÜZ: Cezaevinde görev yapan gardiyanlar, genç tutuklulara merdiven altlarında zorla tecavüz ederlerdi. Ayrıca iki tutuklu çırılçıplak soyundurularak birbirlerine tecavüz etmeleri istenirdi.

HASTANE: Hastanede de cezaevindeki kurallar geçerliydi. Hasta, tuvalete götürülmez, yatakta da hazır ol vaziyetinde yatardı.

VEREM: Veremlilerle, sağlam tutuklular birbirinden tecrit edilmez, aynı kapta yemek zorunda bırakılırdı. Aynı battaniyenin altında yatırılırlardı. Veremlilerin balgamları tahlil yapılacak bahanesiyle toplanır, karavanadaki yemeklere karıştırılır ve bu yemekler tüm tutuklulara yedirilirdi.

AYAKTA BEKLETME: Bu yöntem cezaevinde her gün geçerliydi. Sabah saat 05’den akşam 17-19’a kadar tutukluların oturması yasaktı.

KONUŞMA YASAĞI: Koğuş içindeki iki kişinin birbiriyle konuşması, tutuklunun gülmesi ve düşünür gibi görünmesi yasaktı. Böyle bir suçu işleyen tutuklulara yukarıdaki işkence yöntemleri uygulanırdı.

GECE BASKINI: Nöbetçi subay ve gardiyanlar, gece geç saatte tutukluların koğuşuna girerek, uyku sırasında tutuklulara cop veya kalaslarla dayak atarlardı.

AVUKAT-ZİYARET DAYAĞI: Avukat görüşmesine ve diğer görüşmelere gidip gelirken tutuklulara dayak atılırdı. Görüşlerde hiçbir şey konuşulmaması tembih edilirdi. Tutuklular avukatlarıyla savunma konusunda görüş alışverişinde bulunamazlardı.

MAHKEME DAYAĞI: Tutuklular mahkemeye götürülürken cenaze arabasına bindirilirlerdi. Elleri arkadan kelepçeli olurdu. Cenaze arabasına binerken ve çıkarken gardiyanlar tarafından dövülürlerdi.

Bu olayları bizzat yaşamış mağdur ve tanıkların da önemli bir kısmı hayattadır. Ek-3’de mağdur tanıklıklarından verilen tek örnek dahi işlenen insanlığa karşı suçların boyutlarını göstermek bakımından çarpıcıdır.

d- Cinsel tecavüz ve taciz

Gerek kadınlara gerek erkeklere yönelik cinsel tecavüzler tanıklıklarla belgelenebilir. Kadın örgütü Uçan Süpürge, “Darbeciler yargılansın, işkenceciler ve tecavüzcülerden hesap sorulsun” talebiyle başlattığı saç kesme eyleminin 1-14 Ekim 2009 tarihleri arasında Garajistanbul’da açılan sergide gündeme getirmiştir.

e- Yaralamalar

Dönem boyunca gözaltına alınan, tutuklanan ya da mahkum edilenlerin tamamına yakını işkence sonucu yaralanmıştır.

f- Vatandaşlıktan çıkarma

Dönem boyunca 14.000 kişi vatandaşlıktan çıkarılmıştır. Prof. Dr. Mithat Sancar’ın da belirttiği gibi “Yurttaş açık suç oluşturan eylemler dışında devleti, rejimi, yöneticileri veya tek tek eylem ve işlemleri eleştirme, benimsememe hakkına sahiptir. Bunlar, yurttaşlıktan çıkartma hakkını vermez”. 12 Eylül döneminde olduğu gibi, bu kurallara uyulmaması insan hakları ihlalidir ve insanlığa karşı suçtur.

g- Zulüm örnekleri

Dönem boyunca siyasi ya da dini görüşleri veya etnik kökenleri nedeniyle binlerce kişiye zulüm yapılmıştır:

Zulüm sayılabilecek fiiler arasında aşağıdakiler yer almaktadır:

  • 650 bin kişi nedensiz gözaltına alındı ve 90 güne varan gözaltı sürelerinde özgürlüklerinden mahrum bırakıldı
  • Açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılandı, önemli bir kısmı beraat etti.
  • 388 bin kişiye pasaport verilmedi,
  • 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı,
  • 30 bin kişi “mülteci” olarak yurtdışına gitti,
  • 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklandı,
  • 23 bin 677 derneğin faaliyeti durduruldu,
  • Siyasi partiler ve sendikalar kapatıldı, çok sayıda siyasetçi gerekçesiz gözaltında tutuldu ve tutuklandı.
  • 3 bin 854 öğretmen, üniversitede görevli 120 öğretim üyesi ve 47 hâkimin işine son verildi,
  • Gazetecilere 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi.

B) 765 sayılı Ceza Kanunu’nun 146, 147., 153., 174., 179., 180., 181.  maddelerinin ihlali ve resen tespit edilecek diğer suçlar 

İKİNCİ KISIM: FAİLLERE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLMESİ GEREKEN İŞLEMLERE İLİŞKİN AÇIKLAMALAR

A- Anayasal dokunulmazlık

 1980-1983 arasında işlenen ve yukarıda dökümü yapılan suçlara karşı birincil sorumluluğu bulunan yukarıda ad ve soyadları yazılı kişilere karşı günümüze kadar tek bir işlem dışında herhengi bir savcılık işlemi yapılmamıştır.

Bu durumun temel nedeni 1982 Anayasası’nın Geçici 15. maddesinde yer alan ve anılan kişiler için kabul edilmiş olan dokunulmazlıklardır.

1982 Anayasası’nın geçici 15. Maddesinde yer verilen kurala göre,

12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla Kurulu Milli Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezai, mali veya hukuki sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz. 

Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.

Anılan kural 7 Mayıs 2010 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen ve 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen referendum ile kabul edilen 5982 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ile anayasa metininden çıkarılmıştır.

Böylece, ilgili kişilere karşı ceza kovuşturmasının başlatılması önündeki anayasal engel ortadan kaldırılmış olmaktadır. Uluslararası hukuk insanlığa karşı suçlar kategorisi söz konusu olduğunda sanıkların sorumsuzluk ya da dokunulmazlıklara dayanarak süreçleri durduramayacaklarını öngörmektedir. Bununla birlikte Türkiye’nin pozitif hukuk sistemi içinde uluslararası hukuk kuralları anayasa üstü bir konuma sahip olmadıklarından ve dokunulmazlığın bir anayasal hüküm ile oluşturulması nedenleriyle, günümüze kadar yargı yolu kapalı kalmıştır.

Geçici 15. Madde artık kaldırıldığına göre anılan kişilerin yargılanabilmesini önleyecek herhangi bir engel kalmamıştır.

B- Zamanaşımı sorunu

Yukarıda adı geçen suçların işleniş tarihlerinden itibaren en az 27 en çok 30 yıl geçmiş olması son zamanlarda zamanaşımına ilişkin kimi yanlış görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Oysa çeşitli nedenlerle bu görüşlere dayanma olanağı bulunmamaktadır:

1- Türkiye’nin de uyması gereken bağlayıcı nitelikteki uluslararası hukuk kuralları insanlığa karşı suçların nerede ve ne zaman işlenirlerse işlensinler takip edilmelerini öngörmektedir. Uluslararası Adalet Divanı, Barcelona, Traction, Light and Power Company Ltd. Davası nedeniyle vermiş olduğu kararda uluslararası hukuk tarafından suç sayılan fiillerin tüm devletler bakımından uyulması zorunlu kurallar arasında yer aldığına ve bu kurallara uymanın devletlerin hukuki çıkarlarının bir gereği olduğuna karar vermiştir (IJC, 1972 Report, sayfa 32). Yukarıda değinildiği gibi 1946 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu almış olduğu bir kararla insanlığa karşı suçlara ilişkin Nünberg Şartı’ndaki ilkelerin benimsendiğine yönelik bir kararı oybirliği ile almıştır. Birleşmiş Milletler 1973 yılında almış olduğu, “Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçları İşleyen Kişilerin Cezalandırılması, Sınırdışı Edilmesi, Tutuklanması ve Belirlenlenmesinde Uluslararası İşbirliği İlkeleri” başlığını taşıyan bir başka kararla da bu suçların nerede ve ne zaman işlendiğine bakılmaksızın devletler tarafından takip edilmelerini hükme bağlamıştır.

Uluslararası hukuktan kaynaklanan bu hükümler karşısında fiillerin işlendiği 1980-1983 yılları arasında ceza kanunlarında insanlığa karşı suçların zamanaşımına uğramayacağına ilişkin bir ulusal mevzuat hükmünün bulunmaması bu suçların zamanaşımı kurallarına tabi olacağı anlamına gelmez. Türkiye’deki yetkili makamlar uymakla yükümlü bulunduğu uluslararası hukuk kuralları nedeniyle insanlığa karşı suçları zamanaşımı olmaksızın takip etmek zorundadırlar.

2- Zamanaşımı süreleri hiç işlememiştir

Anayasanın Geçici 15. maddesi madde kapsamında yer alan kişilere milletvekillerine tanınına benzer şekilde özel nitelikli bir dokunulmazlık getirmiştir. Bu dokunulmazlık hükmü Anayasanın Geçici 15. maddesinin öngördüğü tarih olan 24 Kasım 1983 tarihinden itibaren tüm zamanaşımı sürelerinin işlemesini durdurmuştur. 12 Eylül 1980 ile 24 Kasım 1983 tarihleri arasında ise zamanaşımı sürelerinin işlemesi önünde hukuki ve fiili engeller mevcuttur.

1983 yılından günümüze kadar uygulanması gereken ceza hukuku kuralları eski Ceza Kanunu’nun 107. maddesi ile Yeni Ceza Kanunu’nun 67. maddesidir.

765 sayılı Ceza Kanunu’nun 107. maddesi:

“Hukuk amme davasının ikamesi mezuniyet veya karar alınmasına, yahut diğer bir mercide halli lazım gelen bir meselenin neticesine bağlı bulunduğu takdirde, mezuniyet ve kararın alınmasına, yahut meselenin halline kadar mürüruzaman durur.”

Yeni Ceza Kanunu’nun da, 67. maddesi:

“Soruşturma ve kovuşturma yapılmasının izin veya karar alınması veya diğer bir mercide çözülmesi gereken bir meselenin sonucuna bağlı bulunduğu hallerde, izin veya kararın alınmasına veya meselenin çözümüne kadar dava zamanaşımı durur.”

Bu maddeler ve yukarıdaki izahatlar ışığında söz konusu fiillerden dolayı dava ve ceza zamanaşımı süreleri günümüze kadar hiç işlememiştir. 13 Eylül 2010 tarihi bu zamanaşımı sürelerinin işlemeye başlayacağı ilk gündür.

3- Mahkemelerin daha önce açılmış idari davalarda zamanaşımını dikkate almamış olmaları

İdare mahkemeleri ve Danıştay 1402 sayılı yasa ile memuriyetlerine son verilenlerin görevlerine dönmek üzere açtıkları davalarda “hukuk devleti” mülâhazalarından hareketle zamanaşımıyla ilgili kısıtlamaları uygulamamışlardır. Sıkıyönetim Kanunu’nun açık hükmüne rağmen “1402’likler”in göreve dönüş yolunu açan kararlar vermeleri bu şekilde mümkün olmuştur.

C- Suçların geriye yürümezliği ilkesi

Türkiye’de insanlığa karşı suçlar 2004 yılında Kabul edilen yeni Ceza Kanunu yürürlüğe girinceye kadar kanuni bir düzenlemeye kavuşturulmamıştır. Ceza hukukunun genel ilkelerinden biri suç ve cezaların geriye yürümezliği ilkesidir. Bu ilke çerçevesinde bir suç ve ceza getiren kanun hükmü ancak kanun yürürlüğe girdikten sonra geleceğe yönelik olarak uygulanabilir.

Bu genel kural iki nedenle hakkında suç duyurusunda bulunan kişiler için uygulanma olanağından yoksundur.

1- Türkiye’nin uluslararası yükümlülükleri

Türkiye 1946 ve 1973 yıllarında Kabul edilen ve yukarıda zikredilen bağlayıcı nitelikteki Birleşmiş Milletler Genel Kurulu kararları nedeniyle insanlığa karşı suçları 1946 yılından beri bir çatı suç kategorisi olarak kabul etmiştir.

2- Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi insanlığa karşı suçlar bakımından suç ve ceza kanunlarının geriye yürütülmesine olanak tanımaktadır.

Türkiye’nin 12 Eylül 1980 öncesinden beri tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Cezaların Yasallığı başlığını taşıyan 7. Maddesine göre, 

1. Hiç kimse, işlendiği zaman ulusal ve uluslararası hukuka göre suç sayılmayan bir fiil veya ihmalden dolayı mahkum edilemez. Yine hiç kimseye, suçun işlendiği sırada uygulanabilecek

olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

2. Bu madde, işlendiği zaman uygar uluslar tarafından tanınan genel hukuk ilkelerine göre suç sayılan bir fiil veya ihmal ile suçlanan bir kimsenin yargılanmasına ve cezalandırılmasına engel değildir.

Maddenin 2. Fıkra hükmünün de açıkça işaret ettiği gibi yürürlükte bulunan Ceza Kanunu’nun 77. Maddesinde yer verilen insanlığa karşı suçlar ve bu suçlar için öngörülen cezaları geriye yürür şekilde uygulaması mümkündür. 1973 yılında kabul edilen bağlayıcı uluslararası hukuk kuralı gereği bu aynı zamanda hukuki bir yükümlülüktür.

3- AİHS’in 13. maddesine göre bugüne kadar etkili bir hukuk yoluna başvurulması olanağı yoktu. Bunmun da gözetilerek, bu başvurumuzun etkili hukuk yolundan yararlandırılması sağlanmalıdır.

Sonuç olarak; 12 Eylül Referandumu ile kabul edilen Anayasa Değişikliği Kanunu ile hepimize utanç verici bir tarihi dönemi sorgulama şansı ortaya çıkmıştır. Bu şansın doğru değerlendirilmesi hukukun üstünlüğünün kesin olarak sağlanması yolunda atılmış önemli bir adım olacaktır. Bu görev başta savcılar olmak üzere yargı organlarına düşmektedir.

Geçici 15. maddenin kaldırılmasına rağmen anılan suçlarla ilgili bir takibatın yapılamaması durumunda konu uluslararası yargı organları ile Birleşmiş Milletler’in yetkili organları tarafından ele alınacaktır. İnsanlığa karşı suçlardan dolayı cezasızlık uygulamaları gerçekleştiren bir ülkenin uluslararası camiada demokratik bir hukuk devleti olarak niterlendirilmesi son derece güçtür. Dünyadaki benzer örnekleri gibi Türkiye de bu suçların sorumluları hakkında uluslararası ve ulusal hukuk kuralları çerçevesinde gerekli işlemleri yapmak ve mağdur binlerce insanın acılarını bir nebze de olsa azaltmak zorundadır. Bu aynı zamanda bir insanlık görevidir.

14

İSTEM SONUCU: Suç duyurusunda bulunduğumuz Kenan Evren, Nejat Tümer, Tahsin Şahinkaya hakkında yukarıda belirtilen ve resen dikkate alınacak hususlar gözetilerek, haklarında kamu davası açılması ve gerekli tedbirlerin alınması için gereğini saygı ile arz ve talep ederim.13.09.2010 

                                                                                                             İnsan Hakları Derneği(İHD)

                                                                                                                               Adına

                                                                                                                         Genel Başkan

                                                                                                                      Öztürk Türkdoğan

EK 1: Milli Güvenlik Konseyi döneminde haklarında ölüm cezası verilen kişiler

1- Necdet Adalı (sol görüşlü) 7 Ekim 1980 Ankara
2- Mustafa Pehlivanoğlu (sağ görüşlü) 7 Ekim 1980 Ankara
3- Serdar Soyergin (sol görüşlü) 25 Ekim 1980 Adana
4- Erdal Eren (sol görüşlü) 13 Aralık 1980 Ankara
5- Cevdet Karakaş (sağ görüşlü) 4 Haziran 1981 Elazığ
6- Veysel Güney (sol görüşlü) 10 Haziran 1981 Gaziantep
7- Ahmet Saner (sol görüşlü) 25 Haziran 1981 İstanbul
8- Kadir Tandoğan (sol görüşlü) 25 Haziran 1981 İstanbul
9- Mustafa Özenç (sol görüşlü) 20 Ağustos 1981 Adana
10- İsmet Şahin (sağ görüşlü) 20 Ağustos 1981 İstanbul
11- Seyit Konuk (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir
12- İbrahim Ethem Coşkun (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir
13- Necati Vardar (sol görüşlü) 13 Mart 1982 İzmir
14- Fikri Arıkan (sağ görüşlü) 27 Mart 1982 Ankara
15- Sabri Altay (adli suçlu) 23 Nisan 1982 Adapazarı
16- Cengiz Baktemur (sağ görüşlü) 30 Nisan 1982 Elazığ
17- Şahabettin Ovalı (adli suçlu) 12 Haziran 1982 Sinop
18- Ednan Kavaklı (adli suçlu) 18 Haziran 1982 Ankara
19- Ali Bülent Orkan (sağ görüşlü) 13 Ağustos 1982 Ankara
20- Veli Acar (adli suçlu) 13 Ağustos 1982 Isparta
21- Eşref Özcan (adli suçlu) 19 Ağustos 1982 Kayseri
22- Halil Fevzi Uyguntürk (adi suçlu) 29 Aralık 1982 Afyon
23- Kazım Ergun (adli suçlu) 29 Aralık 1982 Akşehir
24- Muzaffer Öner (adli suçlu) 29 Aralık 1982 Amasya
25- Adem Özkan (adli suçlu) 13 Ocak 1983 Balıkesir
26- Hüseyin Çaylı (adli suçlu) 13 Ocak 1983 Afyon
27- Osman Demiroğlu (adli suçlu) 13 Ocak 1983 Isparta
28- Ahmet Mehmet Uluğbay (adli suçlu) 22 Ocak 1983 Akşehir
29- Ali Aktaş (siyasi) 23 Ocak 1983 Adana
30- Duran Bircan (adli suçlu) 23 Ocak 1983 Denizli
31- Levon Ekmekçiyan (Asala) 28 Ocak 1983 Ankara
32- Ramazan Yukarıgöz (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit
33- Ömer Yazgan (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit
34- Erdoğan Yazgan (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit
35- Mehmet Kambur (sol görüşlü) 29 Ocak 1983 İzmit
36- Ahmet Kerse (adli suçlu) 30 Ocak 1983 Gaziantep
37- Rıdvan Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir
38- Cavit Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir
39- Süleyman Karaköse (adli suçlu) 5 Şubat 1983 Akşehir
40- Fatih Laçinligil (adli suçlu) 24 Şubat 1983 Keşan
41- Faik Görünmez (adli suçlu) 24 Şubat 1983 Kilis
42- Mustafa Başaran (adli suçlu) 30 Mart 1983 Edirne
43- Hüseyin Üye (adli suçlu) 30 Mart 1983 Nazilli
44- Şener Yiğit (adli suçlu) 20 Nisan 1983 Isparta
45- Cafer Aksu Altıntaş (adli suçlu) 20 Nisan 1983 Ordu
46- Abdülaziz Kılıç (adli suçlu) 26 Mayıs 1983 Edirne
47- Halil Esendağ (sağ görüşlü) 5 Haziran 1983 İzmir
48- Selçuk Duracık (sağ görüşlü) 5 Haziran 1983 İzmir
49- İlyas Has (sol görüşlü) 6 Ekim 1984 İzmir
50- Hıdır Aslan (sol görüşlü) 24 Ekim 1984 İzmir

Ek-2: 12 Eylül 1980 ile 1983 yılları arasında öldürülenlerden bir kısmına ilişkin liste

1980’den 1984’e kadar Öldürülenler

1- İrfan Çelik 14 Eylül 1980 Davutpaşa Cezaevi
2- Ramazan Oğuz 20 Eylül 1980 Gazipaşa
3- Ali Çakmaklı 24 Eylül 1980 Adana
4- Şadan Gazeteci 26 Eylül 1980 İzmit Cezaevi
5- Zeynel Abidin Ceylan 26 Eylül 1980 Ankara
6- Hüseyin Karakaş 27 Eylül 1980 İskenderun
7- Ali inan 28 Eylül 1980 İstanbul
8- Abdurrahman Aktimur Ekim 1980 Mazıdağ Jandarma Karakolu
9- Ömer Aktaş 1 Ekim 1980
10- Ahmet Hilmi Fevzioğlu 02 Ekim 1980 Bursa Emniyet Müdürlüğü
11- Emin Alkan 4 Ekim 1980 Siirt
12- Hasan Asker Özmen 05 Ekim 1980
13- Ahmet Karlangaç 12 Ekim 1980 İstanbul Emniyet Müdürlüğü
14- Ekrem Ekşi 16 Ekim 1980 İstanbul
15- Metin Aksoy 24 Ekim 1980
16- Sait Şimsek 26 Ekim 1980
17- Ahmet Yüksel 27 Ekim 1980
18- Rafet Demir 30 Ekim 1980 Bursa Emniyet Müdürlüğü
19- Himmet Uysal 30 Ekim 1980 Uşak
20- Ahmet Altan 3 Kasım 1980 Maraş
21- İlhan Erdost 7 Kasım 1980 Mamak Askeri Cezaevi
22- İbrahim Eski 11 Kasım 1980 Ankara Emniyet Müdürlüğü
23- Cengiz Aksakal 12 Kasım 1980 Artvin
24- Feridun Yılmaz 12 Kasım 1980 Eskişehir
25- Şükrü Gedik 12 Kasım 1980 Karakocan
26- Cafer Dağdoğan 12 Kasım 1980 Adana
27- Bekir Bağ 12 Kasım 1980 Mamak Askeri Cezaevi
28- Rüstem Gürsoy 14 Kasım 1980 İstanbul
29- Süleyman Ölmez 18 Kasım 1980 Tunceli
30- Hayrettin Eren 21 Kasım 1980 İstanbul Emniyet Müdürlüğü
31- Cuma Özaslan 25 Kasım 1980 Gaziantep
32- Kenan Gürsoy 3Aralık 1980 Diyarbakır
33- Bayram Lafçı 3 Aralık 1980
34- Recai Yılmaz 5 Aralık 1980 İstanbul
35- Mehmet Sanı 6 Aralık 1980 İstanbul
36- Ercan Koca 15 Aralık 1980 Ankara Yenimahalle Karakolu
37- Behçet Dinlerer 15 Aralık 1980 Ankara Emniyet Müdürlüğü
38- Nihat Arda 16 Aralık 1980 Ankara Emniyet Müdürlüğü
39- Şehmuz Akdoğan 18 Aralık 1980 Siverek
40- Sedat Özkaracadağ 27 Aralık 1980 Adana Cezaevi
41- Manzur Geçgel 27 Aralık 1980 İzmir
42- Turan Sağlam 28 Aralık 1980 Erzurum
43- Mehmet Dağ 29Aralık 1980 Adana
44- Davut Elibolu 29Aralık 1980 Amasya Emniyet Müdürlüğü
45- Hasan Kılıç 30 Aralık 1980 Elazığ Devlet Hastanesi
46- Yılmaz Peköz 1981 Kırıkkale
47- Oruç Korkmaz 1981 Kars
48- Hasan Temizsoy 1981 Maraş
49- Hasan Dorul 1981 Gölcük
50- Mehmet Emin Kutlu Ocak 1981Erzincan Cezaevi
51- Hasan Kılıç Ocak 1981 Tunceli
52- Cemil Kırbayır 5 Ocak 1981
53- İlyas Gülec 6 Ocak 1981 İstanbul
54- Ayhan Alan 8 Ocak 1981 Tarsus
55- Ahmet Uzun 16 Ocak 1981 Rize Garnizon Komutanlığı
56- Adil Ali Yılmaz 20 Ocak 1981 Ankara
57- Ahmet Demir Şubat 1981 Diyarbakır
58- Osman Karaduman Şubat 1981 Adana
59- Mehmet Ali Erbay 10 Şubat1981 Adıyaman Emniyet Müdürlüğü
60- Sinan Karacalı 11 Şubat 1981 Adana
61- İbrahim Alpdoğan 11 Şubat 1981 Maraş
62- Ömer Aydoğmuş 12 Şubat1981 İzmir Emniyet Müdürlüğü
63- Melımet Ali Kılıç 12 Şubat1981 Ankara Emniyet Müdürlüğü
64- Hulusi Dalak 13 Şubat 1981 Gaziantep
65- Bedrettin Sınak 13 Şubat 1981 Adana Emniyet Müdürlüğü
66- Ünsal Beydoğan 25 Şubat 1981 İstanbul
67- Ali Küçük Mart 1981 Perşembe
68- Mehmet Kazgan Mart 1981 Malatya
69- Aydın Demirkol Mart 1981 Malatya
70- Osman Taştekin 5 Mart 1981 Kayseri
71- Celal Kıpırdamaz 10 Mart 1981 Uşak Emniyet Müdürlüğü
72- Halil Uluğ 16 Mart 1981 Adıyaman
73- Abdullah Paksoylu 16 Mart 1981 Adıyaman
74- İbrahim Çelik 17 Mart 1981
75- S. Satılmış Dokuyucu 18 Mart 1981 Ankara Emniyet Müdürlüğü
76- Cemal Zengin 21 Mart 1981 Diyarbakır Askeri Cezaevi .
77- Tahir Şahin 21 Mart 1981 Diyarbakır Askeri Cezaevi
78- Hasan Gazoğlu 30 Mart 1981 İstanbul
79- Şadiye Yavuz 1 Nisan1981 Manisa
80- Veysel Yıldız 1 Nisan1981 Malatya
81- Bozan Çimen 2 Nisan1981 Maraş
82- Nurettin Yedigöl 12 Nisan1981 İstanbul Emniyet Müdürlüğü
83- Cumali Ay 14 Nisan1981 İstanbul
84- Ahmet Sakin 21 Nisan1981 Ordu
85- Vakkas Devamlı 28 Nisan1981 Pazarcık Emniyet Amirliği
86- Mustafa lşık 1 Mayıs 1981 İstanbul
87- H. Hüseyin Damar 02 Mayıs 1981 İstanbul .
88- Özalp Öner 4 Mayıs 1981 İstanbul
89- Necip Kutlu 6 Mayıs 1981 Konya
90- Abdurrahman Çeçen 16 Mayıs 1981 Diyarbakır Askeri Cezaevi
91- Ahmet Taner 16 Mayıs 1981Diyarbakır Askeri Hapishanesi
92- Ali Ekber Yürek 25 Mayıs 1981 Maraş
93- Ahmet Kılıç 31 Mayıs 1981
94- Hasan Akar Haziran 1981 Bozova
95- Ensar Karahan Haziran 1981 Şavşat
96- Kemal …. 2 Haziran 1981 Ankara Emniyet Müdürlüğü
97- Selahattin Kunduz 17 Haziran 1981 Diyarbakır Askeri Cezaevi .
98- Aynur …. Temmuz 1981 Uşak Emniyet Müdürlüğü
99- Yusuf Bağ Temmuz 1981 Gaziantep
100- Bedri Bilge 20 .Temmuz 1981 Artvin
101- Yakup Göktaş 27 Temmuz 1981 İstanbul
102- Süleyman Cihan 30 Temmuz 1981 İstanbul Emniyet Müdürlüğü
103- Yakup Bıyık 6 Ağustos 1981 İstanbul
104- Bayram Kocabaş 21 Ağustos 1981 Ankara
105- Fehmi Özaslan 21 Ağustos 1981 Maraş .
106- Selahattin Satic 28 Ağustos 1981 Kırkağaç
107- Mehmet Yıldız 13 Eylül 1981 Ankara
108- Metin Sarpbulut Ekim 1981 Ankara Emniyet Müdürlüğü
109- Hasan Alemoğlu 4 Ekim 1981 Ankara
110- Behzat Firik 10 Ekim 1981 Tunceli
111- Mehmet Ceren 20 Ekim 1981 Maraş
112- Ataman İnce 26 Ekim 1981 İstanbul
113- Mehmet Karados Kasım 1981 Erzurum
114- Cengiz Aksakal 12 Kasım 1981 Şavşat
115- Ali Sarıbal 13 Kasım 1981 Diyarbakır Askeri Cezaevi
116- İsmail Esen 15 Kasım 1981 Bursa Cezaevi
117- Günay Balcık 19 Kasım 1981 İstanbul
118- İsmet Taş 5 Aralık 1981 Metris Askeri Cezaevi
119- Şerif Yazar 24 Aralık 1981 Alemdağ Cezaevi
120- Hakan Mermeroluk 24 Aralık 1981 Alemdağ Cezaevi
121- İbiş Ural 27 Aralık 1981 Diyarbakır Cezaevi
122- Mustafa Şahin 28 Aralık 1981 Elazığ
123- Ali Erek Nisan 1981 Diyarbakır Askeri Hapishanesi
124- Ali Kamış 1982 Konya
125- Selahattin Kurutur 1982 Diyarbakır
126- Cemalettin Yalçın 1982 İstanbul
127- Fehamettin Şeref 1982 Şavşat
128- Benli Coşkun 1982 Nizip Adli
129- Halil Çınar 1982 Diyarbakır
130- Dede Oğuzhan 1982 Akşehir Cezaevi
131- Kenan Kılıç 1982 Diyarbakır
132- İsmet Çelik 2 Ocak 1982 İstanbul
133- Bahadır Dumanlı 3 Ocak 1982 Alemdağ Cezaevi
134- M. Emin Akpınar 25 Ocak Diyarbakır Askeri Hapishanesi
135- Süleyman Şeker Şubat 1982 Bozova
136- Sevket Sevseren Şubat 1982 Adana Devlet Hastanesi
137- Abdurrahim Aksoy 09 Şubat 1982 Samsun Emniyet Müdürlüğü
138- Ahmet Erdoğdu 10 Şubat 1982 Mamak Askeri Cezaevi işkenceleri protesto için intihar etti
139- Önder Demirok 22 Şubat 1982 Diyarbakır Cezaevi
140- Cemal Kılıç 23 Şubat 1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
141- İsmet Ömürcan 26 Şubat 1982 Maras
142- İsa …. 5 Mart 1982 Ünye
143- Haydar Sönmez 6 Mart 1982 Elazığ
144- Vakkas Doğru 7 Mart 1982 Araban
145- Mazlum Doğan 21 Mart 1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
146- Kenan Çiftçi 21 Nisan1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
147- Bahar Yıldız 9 Mayıs 1982 İstanbul
148- Bedri Tan 17 Mayıs 1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
149- Eşref Anyık 17 Mayıs 1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
150- Ferhat Kutay 17 Mayıs 1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
151- Necmi Öner 17 Mayıs 1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
152- Mahmut Zengin 17 Mayıs 1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
153- Cennet Degirmenci 22 Mayıs 1982 Gaziantep Emniyet Müdürlüğü
154- Asker Demir Haziran 1982 Ankara Emniyet Müdürlüğü
155- Mehmet Ali Eraslan 9 Haziran 1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
156- Alaybey Yılmaz 23 Haziran 1982 Gölcük
157- Mustafa Tunç 9 Temmuz 1982 Haydarpaşa Hastanesi
158- Hüseyin Çolak 10 Ağustos 1982 Ankara Emniyet Müdürlüğü
159- Aziz Özbay 23 Ağustos 1982 Diyarbakır Cezaevi
160- Yusuf Ali Özbey 27 Ağustos 1982 Besni
161- Adnan Zincirkıran Eylül 1982 Bozova
162- Kenan Küçük Eylül 1982 Ankara Emniyet Müdürlüğü
163- Ines Rumpf 23 Eylül 1982 Bursa Emniyet Müdürlüğü
164- Kemal Pir Eylül 1982 Diyarbakır Askeri Hapishanesi
165- M.Hayri Durmuş Eylül 1982 Diyarbakır Askeri Hapishanesi
166- Akif Yılmaz Eylül 1982 Diyarbakır Askeri Hapishanesi
167- Ali Çiçek Eylül 1982 Diyarbakır Askeri Hapishanesi
168- Zafer Müctebaoğlu 8 Ekim 1982 Mamak Askeri Cezaevi
169- Çoskun Altun Kasım 1982 İstanbul
170- İsmail Hakkı Hocaoğlu 11 Kasım 1982 İstanbul
171- Mustafa Asım Hayrullahoğlu 16 Kasım 1982 İstanbul Emniyet Müdürlüğü
172- Süleyman Aslan 20 Kasım 1982 Tokat Emniyet Müdürlüğü
173- Seyfettin Sağ 21 Kasım 1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
174- Hüseyin Sertkaya 21 Kasım 1982 Bingöl .Jandarma Karakolu
175- Feyzullah Bingöl 25 Kasım 1982 Muş Emniyet Müdürlüğü
176- Talip Yılmaz 20 Aralık 1982 İstanbul Hasdal Cezaevi
177- Aziz Büyükertaş 22 Aralık 1982 Diyarbakır Askeri Cezaevi
178- Süleyman Aşkın 1982 Diyarbakır Askeri Hapishanesi
179- Sofi Abdurrahman 1982 Diyarbakır Askeri Hapishanesi
180- Mahmut Güneri Diyarbakır Askeri Hapishanesi
181- Abdurrahman Alğan Diyarbakır Askeri Hapishanesi
182- İhsan Çetintaş 1983 Erzurum
183- Halit Atalay 1983 Diyarbakır Askeri Cezaevi
184- Mutlu Çetin Ocak 1983 Manisa
185- Ramazan Yayan 13 Ocak 1983 Diyarbakır Askeri Cezaevi
186- Mehmet Emin Akpınar 25 Ocak 1983 Diyarbakır Askeri Cezaevi
187- Zekeriya Erdoğan 24 Şubat 1983 Adana Adli
188- İsmail Kıran 31 Ocak 1983 Diyarbakır Emniyet Müdürlüğ
189- Mazlum Güder 4 Mart 1983 Elazığ
190- Niyazi Gündoğdu 15 Mart 1983 Sivas
191- İbrahim Koşar 20 Mart 1983 Adana Cezaevi
192- Mehmet Azbadem 7 Mayıs 1983 Diyarbakır Cezaevi
193- Abdullah Gülbudak 17 Mayıs 1983 Ankara Merkez Cezaevi
194- Hamdi Filizcan 4 Temmuz 1983 Çanakkale Cezaevi
195- Ali Güven 28 Temmuz 1983 İzmir Narlıdere Karakolu
196- İsmet Karak Eylül 1983 Diyarbakır Askeri Cezaevi
197- Hüsnü Seyhan 23 Eylül 1983 Ankara Anafartalar Karakolu
198- Hasan Akbaba Ekim 1983 Ankara
199- İsmail Kıran Kasım 1983 Diyarbakır
200- İbrahim Ulağ 3 Kasım 1983 Diyarbakır
201- Enver Şahan 13 Kasım 1983 Gaziantep Emniyet Müdürlüğü
202- İsmail Cüneyt 24 Aralık 1983 İstanbul
203- Cemal Özdemir 1983

Ek-3: Gazeteci Neşe Düzel’in 12 Eylül döneminde Diyabakır Cezaevinde ağır işkence gören Avukat Hüseyin Yıldırım ile Taraf Gazetesi için Temmuz 2010’da yaptığı mülakattan bir parça:

HÜSEYİN YILDIRIM: Ben Diyarbakır cezaevine 1981 yılının kasımında girdim ve on bir ay kaldım. O cehennemden 1982’de çıktım. Zaten ben 10 Kasım 1981’de Diyarbakır cezaevine götürüldüğümde de ayaklarımın üstünde duramıyordum.

Niye?

Çünkü poliste çok ağır işkence görmüştüm.

Neden dolayı tutuklandınız?

Silvan-Siverek’te PKK sorumluluğu yapmış Mehmet Karasun diye Bingöl-Kiğılı bir öğretmen vardı. O kişi, kod adı olarak Tuncelili Hüseyin’i kullanmış. Beni, o diye tutukladılar. Oysa devletin bütün kurumları onun gerçek kimliğini biliyordu. PKK iddianamesinde de zaten o kişinin hüviyeti açıkça yazıyordu.

Tutuklandığınızda ne iş yapıyordunuz?

Avukattım. Türk ve Kürt solundan tutuklananların yüzde sekseninin avukatı bendim o dönemde. O sıralarda Diyarbakır rahattı, daha 12 Eylül olmamış, askerî cunta gelmemişti. Ülkede en ağır işkence Elazığ’da yapılıyordu. Naci kod adlı bir MİT görevlisi, 1800 Evler denilen yerde korkunç işkenceler yaptı. Sonra o kişi Diyarbakır’a geldi ve bana da işkence yaptı.

İşkence yapan devlet memurlarının da mı kod adları vardı?

Evet… Onlar, çok korunurlar. Zabıt tutarlar, zaptın altına imza olarak hiçbir isim yazmazlar, “zabıt müncisi” yani “zaptı tutan” yazarlar. İz bırakmazlar. Avukatlık yaptığım sırada mahkemelere çıkarılan tutuklular öyle kötü durumdaydılar ki, işkenceden geçtikleri apaçık ortadaydı ama mahkemeler bu işkencelere seyirci kalıyordu. Ben 12 Eylül 1980 cuntası döneminde sadece Elazığ’da değil, Diyarbakır, Konya, Ankara-Mamak her yerde duruşmalara girdim. O şehirler arasında gittim geldim. Çok doldum! Gördüğüm feci manzaralara itiraz ettim. Mahkemelere karşı direndim. Ben, Mehdi Zana’dan Şerafettin Kaya’ya, Selim Dindar’a üç bin kişinin avukatıydım. Zaten o yüzden de bir komployla tutuklandım.

Nasıl tutuklandınız?

Beni, Diyarbakır cezaevine bir müvekkilimi görmeye giderken gözaltına aldılar. Diyarbakır Birinci Şube’ye götürdüler. Uygulama şöyleydi. Önce polis soruşturması yapılıyordu. İşkence orada başlıyordu. Sonra poliste işkence görenler, biraz kendilerine gelsinler diye bir süre bekletiliyordu. Sonra savcılığa gönderiliyor ve tutuklanıp cezaevine konuluyordu.

Poliste ne yaşadınız?

Yedi günde beni bitirdiler. Gözlerimi bağlayıp, beni önce tavana asıp çarmıha gerdiler ve elektrik şoku verdiler. 16 ya da 17 Ekim 1981 tarihiydi. Polis soruşturma bölümünde her odadan işkence çığlıkları geliyordu ve o sırada radyo açıktı, Evren konuşuyordu. Evren radyoda, “Türklerin karakterinde işkence yoktur” diye bağırıyordu. Evren’in o sözleri işkence çığlıklarına karışıyordu. Bir gün gene gözlerim bağlıydı… Gene işkence görmüştüm ve vücudum ateş içindeydi. Zaten her an işkence yapılıyordu.

Size ne soruyorlardı?

Hiçbir şey. Sadece konuş diyorlardı ve küfrediyorlardı. Biri odaya geldi ve bana “merhaba Hüseyin Bey” dedi. Anlamıştım, üst düzey biriydi, ya MİT’ti ya da ordudandı. İşkenceden sinirlerim çok gerilmişti. “Neden benimle gözlerim açık konuşmuyorsunuz? Neden korkuyorsunuz?” dedim.

Ne cevap verdi?

“Hüseyin Bey, siz Tuncelililer neden devlete bu kadar düşmansınız?” dedi. “Ne verdiniz, ne istiyorsunuz? Katliam uyguladınız, onun hesabını verin” dedim. Hiç tepki göstermedi. “Böyle yanlışlıklar olur. Şimdi söyleyeceğim, seni serbest bıraksınlar” dedi ve gitti.

Sonra ne oldu?

Bir, iki saat sonra biri koluma yapıştı, göz bağımı çözdü. Kırmızı suratlı asker elbiseli iriyarı biriydi. Bana vurdu da vurdu. Kafamı kırdı, dişlerimi kırdı. Dişlerim ağzıma saplandı. Kafamı tuvaletin içine bastırıyor ve sifonu çekiyordu. Tam boğulmak üzereyken, kafamı klozetten çıkarıyordu. Bir saatten fazla sürdü bu işkence. Her tarafımdan su gibi kan akıyordu. İşte yedi gün poliste böyle işkence gördüm. Doktor hastaneye gönderilmemi istedi ama götürmediler. O beş gün gözaltı bölümünde biraz kendime geleyim ve işkence belli olmasın diye tuttuktan sonra, beni mahkemeye çıkardılar. Uygulama öyleydi zaten. Hâkim, beni tutukladı.

Sizi Diyarbakır cezaevine mi götürdüler?

Ringo denilen demir kafesli bir cezaevi aracı vardı. Beni onunla Diyarbakır cezaevine götürdüler. Daha aracın kapısı açılmadan, bahçede “geldi geldi” diye bir çığlık koptu. Ellerinde odunlarla bir grup işkenceci aracın etrafını sarmışlardı. İşkencesiyle ünlü, cezaevi iç güvenlik amiri Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran, elleri cebinde karşımda duruyordu. Beni ağır sopalarla dövdüler. Sonra Yıldıran, “Hadi aslanlarım, Avukat Bey’e helva yedirin” dedi.

Helva yedirin ne demek? İşkence yapın mı demek?

Evet. Diyarbakır cezaevinde ilk günüm böylece başladı. Beni büyük bir salona götürdüler. Dört tarafında duvara dizilmiş hücreler bulunan ortası açık dört katlı bir yer. Bu açık alanın orta yerinde lağım akıtıyorlar. Demir parmaklıklı hücrelere ise merdivenlerle çıkılıyor. Hücredekiler birbirlerini görmüyor ama işkenceciler dört tarafta herkesi görüyor. Bana, “soyun” dediler, soyundum. Allah Allah diye üstüme sopalarla saldırdılar. Epey dövdükten sonra beni lağımın içinde bir aşağı bir yukarı sürüklediler. Sonra biri başımı bacaklarının arasına aldı ve uzun süre sopalarla arkamdan vurdular. Nereye vuracaklarını biliyorlar. Sinirlerin geçtiği yerlere vuruyorlar. Ciğerlerim ağzıma geldi ve bayılmışım.

Bitti mi?

Sonra elbiselerimi ateşe verdiler ve sırtüstü o ateşe yatırdılar. Daha sonra beni duvarın dibindeki bir makaranın önüne getirdiler. Makarada ip sarılıydı. İpin ucunu halka yapmışlar. Çok affedersiniz… İlk kez anlatıyorum bunu… Çok affedersiniz. İpi benim cinsel organıma geçirdiler… Biri ipi tutuyor ve çekiyor. O zaman çok utandım. Bu çok ağır geldi.

Lütfen ağlamayın… İsterseniz anlatmayın, başka bir konuya geçelim.

Siz istediğinizi yayınlayın ya da yayınlamayın. Ama ben içimdekileri boşaltmak istiyorum. Her taraftan işkence sesleri geliyordu. Ben, “kafama bir kurşun sıkın bunu yapmayın” dedim. İpi bırakmam için ellerime tersten sopalarla vuruyorlar. Bütün parmaklarım kırıldı, ayak topuklarım kesildi. Sonunda iri yarı bir onbaşı, “ben bu kadarına yokum” dedi ve fırlayıp beni kucakladı. Beni beşinci hücreye götürdüler ve kenefe koydular.

Aman Tanrım…

O işkencelerden sonra ben şuna inandım. Yeryüzünde en dayanıklı canlı insandır. Akşam oldu, nöbetçi bana acıdı ve beni lağımın içinden betonun üstüne çıkardı. Bana bir sigara verdi. O da bir askerdi. Size söyleyeyim, o cehennemin içinde melekler de vardı. Sabah oldu “ulan avukat” diye gene geldiler. Beni lağımın içine gene yatırdılar. Öyle dövdüler ki bayılmışım. Zaten bir müddet sonra acıdan göğsün tıkanıyor ve bağırman da kesiliyor. Kendime geldiğimde ayaklarımdan akan birikmiş simsiyah kanı gördüm. Yavaş yavaş ayaklarımı içime doğru çektim ve betonun üstüne yattım.

Her işkence gören yaşadıklarını bu kadar ayrıntılı hatırlar mı?

Hiçbir zaman unutmaz. Hiçbir şeyi unutmaz. Orada ölüm bir an önce gelsin istedim. Diyarbakır cezaevinde herkesi böyle imtihan ettiler. Ben dört aydan fazla hücrede kaldım ve dört ay her gün işkence gördüm. Bir de hücrelere kedi büyüklüğünde fareler saldırıyordu.

Ne!!!!

Birini kovuyordun, diğeri geliyordu. Fareler üstümüzde dolaşıyordu. O işkenceci Yüzbaşı Esat, ben kilo kaybettikçe, bana “şişmanlamışsın yahu” diyordu. Benim bütün parmaklarım kırıldı. Bakın… Hâlâ düzelmediler. Çenem ortadan ikiye bölündü. Bakın… Dizlerime çok vurdular. Bakın… Doktor falan yok, kendi kendine kaynadı çenem de bütün kemiklerim de… Dedim ya… Cehennemde melekler de vardı. İhtiyar lakaplı bir çavuş, cebine kendi yemeğini koyuyordu ve gizlice bana cebinden çıkardığı tahta kaşıkla içine ekmek doğranmış çorba ve et yediriyordu. Beni, dışarıdaki gelişmelerden haberdar ediyordu. “Seninle ilgili dünyada büyük tepki oluşmuş” diyordu. Uluslararası Af Örgütü falan ayağa kalkmıştı.

Diyarbakır cezaevinde aylarca hücrede tutulduktan sonra koğuşa götürüldünüz. Kimlerle aynı koğuşta kaldınız?

Ben dört ay hücrede kaldım. Beni tutuklandıktan dört ay sonra koğuşa götürdüler. Ahmet Türk ve eski CHP ve ANAP milletvekili Nurettin Yılmaz’la aynı koğuşta kaldım.

Koğuşta işkence yapılıyor muydu peki?

Her sayımda yumruklarla, sopalarla dövüyorlardı. Lağım temizletiyorlardı. Ahmet Türk ve ben zayıftık, erken yere düşüyorduk. Nurettin Yılmaz inadına düşmek istemiyordu. Unutmam… Çok saygı duyduğum Ahmet Türk bir gün karyolasının kenarına oturmuş gözleri dolu dolu… “Ahmet Bey üzülmeyin, bunun sonu ölüm değil mi?” dedim. “Hüseyin Bey ben işkenceden dolayı üzülmüyorum. Çok kötü küfrediyorlar, çok ağırıma gidiyor” dedi. Bir gün yine elimize uzun süpürgeleri verdiler, bizi lağıma götürdüler. Lağımı temizledikten sonra bize “koğuş vaziyeti al, uygun adım istikamet koğuş, marş” derlerdi ve biz de süpürgeleri silah gibi omzumuza alıp, yürürdük. Bir gün..

Evet, o gün ne oldu?

Yine Nurettin Yılmaz önde ben ortada, Ahmet benim arkamda gidiyorduk ki, kısa boylu bir onbaşı, “ulan bunlara gıcığım var” deyip havada uçtu ve Nurettin’in göğsünü postallarıyla ezdi. Tekmeyle öyle bir savrulduk ki arka arkaya üçümüz de yere yıkıldık.

Nurettin Yılmaz daha sonra ANP milletvekili oldu değil mi?

Evet. Daha önce de CHP milletvekiliydi. Şimdi BDP Disiplin Kurulu Başkanı. Diyarbakır cezaevinde bir de o işkenceci yüzbaşının “emret komutanım” diye tutuklulara tekmil verdirdikleri Jo adında bir köpeği vardı. İstediklerinde, bizi, ona ısırtıyorlardı. O sıralarda artık Uluslararası Af Örgütü, benimle ilgili büyük bir kampanya başlatmıştı. Türkiye’ye protesto yağıyordu. Ara sıra beni havalandırmaya çıkarıp elime top veriyorlardı.

Bir cevap yazın