İHD 20 YAŞINDA

Sayın Basın Mensupları;
İHD’nin 20. yılı dolayıyla düzenlediğimiz basın toplantısına katıldığınız için teşekkür ediyorum.
Sözlerime, 20 yıllık mücadele sürecinde sesimizi, etkinliklerimizi, düşüncelerimizi kamuoyuna duyuran, bize destek veren yazılı ve görsel tüm medya kuruluşlarına ve onların emekçilerine teşekkür ederek başlamak istiyorum. Kabul etmek gerekir ki, medyanın desteği olmadan hiçbir mücadele, özellikle de demokrasi ve insan hakları mücadelesi başarıya ulaşamaz.Bu yüzden modern çağdaş demokrasilerde, yasama, yürütme ve yargı güçlerinden sonra basın 4. önemli güç kabul edilir.
Sevgili Arkadaşlar,
Bildiğiniz gibi Türkiye’de ilk kez bir insan hakları kuruluşu 20. yaşını kutluyor. Bunun demokrasi, insan hakları ve özgürlükler adına önemli bir kazanım olduğuna inanıyorum. 20. yıl sadece İHD yönünden değil, bir bütün olarak Türkiye İnsan Hakları Hareketi için de önemli bir eşiktir.
İHD 1986’dan beri, insan haklarının korunması ve geliştirilmesi mücadelesini veriyor. Geride bıraktığımız 20 yılda İHD, iki kez ölüm cezasına karşı imza kampanyası düzenledi (1987 ve 1999); dört kez ifade özgürlüğü için ( 1994, 1997, 1999 ve 2001), 2 kez kayıpların bulunması için ( 1992 ve 1995); 3 kez barış için(1994-1995-2004); iki kez ayrımsız genel af (1987 ve 1998); bir kez DGM’lerin kapatılması(1997); bir kez askeri dönemde işten atılanlarla ilgili “1402’likler” kampanyası(1987); bir kez mültecilerle ilgili (2001), Ocak 2004’de “İşkenceye Sessiz Kalma Kampanyası”, 2005’te “Engelli Kişilere Fırsat Eşitliği” kampanyası düzenledi. Kendi düzenlediği etkinliklerin yanısıra, diğer demokratik kitle örgütlerinin, insan hakları örgütlerinin düzenlediği etkinliklere destek verdi, katıldı.
İHD işkence ile mücadelede, on binlerce mağdurun sesi oldu. Basın açıklamaları ile, işkence raporları ile, suç duyuruları ile işkence mağdurlarına destek verdi. Yalnız bununla da kalmadı.1989 yılında, işkence görenlere tedavi hizmeti sunmak üzere bir uzmanlık kuruluşu olan, Türkiye İnsan Hakları Vakfını kurdu. Biraz önce söylediğim gibi “İşkenceye Sessiz Kalma” kampanyası çerçevesinde eğitim seminerleri düzenledi, mevzuat taraması yaptı, işkence davalarının izledi, işkencenin cezasızlığı konusunu kitaplaştırdı.
Yine işkence ile ilgili olarak, sempozyum ve konferans etkinlikleri düzenlendi; 33 şubesinin yönetici ve üyeleri ile birçok kez sokak etkinlikleri, protestolar gerçekleştirdi.
İnsan hakları ihlallerinin gerçekleştiği her yerde ve her alanda İHD vardı. İhlalleri gözlemledi, raporladı, kamuoyuna duyurdu, ulusal ve uluslararası yargı yollarına başvurdu.
Cezaevleri sorunları İHD’nin önemli mücadele alanlarından biri oldu. Duvarların arkasında olan bitenle ilgili olarak kamuoyunu bilgilendirdi.Cezaevlerinde de insan onuruna uygun koşulların sağlanması için aralıksız çalıştı. İzolasyonu, tecridi her koşulda reddetti. Cezaevi mahpusları ile yakın ilişkiler kurdu, onlardan gelen mektupları kitaplaştırdı, cezaevleri konferansları düzenledi.
Türkiye’nin doğu ve güneydoğu bölgelerde süren çatışmalardan kaynaklı insan hakları ihlallerini, bütün risklerine, baskılara ve engellemelere rağmen izledi, takip etti ve raporlayarak, kamuoyuna duyurdu. Faili meçhul cinayetlere, köy boşaltmalarına, yargısız infazlara karşı mücadele etti. Silahların susması için çaba gösterdi. Hep barışı savundu. Kürt Sorununun çözümünde ilkesel yaklaşımını her koşulda korudu. İHD’ye göre, sorunlar ancak demokratik araç ve yöntemlerle çözülebilir. Şiddeti hiçbir zaman çözüm olarak görmedi. Şiddet sadece ve sadece acıların büyümesine, yeni acıların yaşanmasına neden oldu. İHD, her zaman şiddeti ilkesel olarak reddetti. Sivillere yönelik şiddeti, kimden gelirse gelsin ve kime yönelirse yönelsin kınadı. Kürt sorununu, Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi temel sorunun en önemli halkası olarak niteledi. Bizim açımızdan şimdi de böyledir.Yalnız Kürt sorunu açısından değil; farklı dil,din, etnik ve kültürel sorunların çözümünün de, demokrasinin çoğulculuk ilkesinin yaşama geçmesiyle çözüleceği tezini savundu. Bu bağlamda, “anayasal vatandaşlık” anlayışının yerleşmesi için çalıştı.
İHD yukarıdaki çalışmaları yaparken, inanılmaz baskılar ve saldırılarla karşılaştı. Bu süreçte 14 yöneticimiz ve üyemiz öldürüldü. Onları minnet ve saygıyla anıyorum. Genel merkezimizde Genel Başkanımızı öldürmek istediler. Akın Birdal’ın vücuduna 7 kurşun isabet etti. Fiili saldırılar bu olaydan sonra da sürdü. Baskılar bu tür saldırılarla sınırlı değildi. İHD yönetici ve üyeleri hakkında yüzlerce soruşturma ve davalar açıldı. Tüzel kişiliğimizin sona erdirilmesi için davalar açıldı. Pek çok şubemiz, belirle sürelerle idarenin tasarrufu ile kapatıldı. Soruşturma ve dava basıncı altında çalışmaya mecbur bırakıldık.
Sevgili Arkadaşlar,
Türkiye’nin insan hakları sorunları, sadece yasa değişikliği ya da hükümet değişikliği ile çözülebilecek sorunlar değildir. Sorunlar, Anayasal ve yasal sistemin otoriterliği ile ilgilidir. Devlet yurttaş ilişkisinde, devleti yücelten ve yurttaşın neredeyse devlet için var olduğu tezini işleyen hukuksal düzenlemeler bulunmaktadır. Devletin, yurttaşın hizmetindeki bir araç olarak görülmesi zihniyetinden, Türkiye’yi yöneten politik ve bürokratik kadrolar uzaktır.
Nitekim, 1999’da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday ülke olarak ilan edilmesinden sonra başlatılan ve 2004 sonuna kadar devam eden süreçte son derece önemli ve çok sayıda anayasal ve yasal değişiklikler yapıldı, yeni düzenlemelere gidildi. Ancak bu gün görülüyor ki sadece mevzuat değişiklikleri ile demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüklerin tam olarak sağlanıp, güvence altına alınması mümkün değil. Önemli olan, mevzuat değişikliklerinin arkasında duran siyasal iradenin neyi amaçladığıdır. Ayrıca, bir bütün olarak devlet kurumlarının özgürlüklere ve insan haklarına yaklaşımının ne olduğudur.
Bütün mevzuat değişikliklerine ve insan hakları ve demokrasi konularındaki iddialı söylemlere karşın gelinen nokta gerçekten düşündürücüdür.
Hukukun üstünlüğü ve yargı bağımsızlığı, insan haklarına dayalı, demokratik bir hukuk devletinde, gerçekleştirilmesi ve korunması gereken en temel ilkelerdir. Buna karşın, ülkemizde ne hukukun üstünlüğü ve ne de yargı bağımsızlığı tam olarak sağlanabilmiş değildir. 1999-2004 demokratikleşme sürecinde de, bu alanlarda etkili ve köklü hiçbir değişikliğe gidilmedi. Bütün dünyada yargının temel işlevi insan haklarını ve özgürlükleri korumak iken; ülkemizde yargı neredeyse hak ve özgürlüklerin geliştirilmesinin önünde bir engel konumunda. Hukukun üstünlüğü ilkesi herkes ya da her kurum için geçerli değil. Hala kendilerini yargının üzerinde gören kurumlar ya da makamlar var. Bu yüzden de kamu görevlilerinin karıştığı olayların ya da devlet içerisindeki hukuk dışı yapılanmaların üzerine gidilemiyor. Hak ve özgürlüklere saldıranlar yargı önüne çıkarılmaz iken, demokratik haklarını kullanmak istenenler yargı eliyle cezalandırıyor. Milliyetçilik kutsanan tek değer olarak destekleniyor ve halklar birbirine karşı kışkırtılıyor.
Türkiye’de hala işkence yaygın olarak uygulanıyor. İşkencecilerin korunması ve cezasızlığı anlayışı ve uygulamasında hiçbir değişiklik yok. İşkence alanındaki sayısal azalma son derece yanıltıcıdır. Son Diyarbakır olayları sonrasında, 500 den fazla kişiye işkence ve kötü muamele yapılmış olması işkenceye yaklaşımda köklü bir değişiklik olmadığını gösteriyor. İşkenceciler korunduğu ve cezasızlık devam ettiği sürece, işkencenin önlenmesi mümkün değildir.
İfade özgürlüğü alanındaki gelişmeler de ürkütücü boyuttadır. Her gün ifade özgürlüğünün sınırlanmasında yeni yeni ceza maddeleri keşfediliyor. Bağımsız yargının, adil yargılamanın korunması için çıkarıldığı söylenen yasa maddeleri dahi ifade özgürlüğünün engellenmesi amacıyla kullanılıyor. Her gün bir başka yazarımız, aydınımız, akademisyenimiz ya da siyasetçimiz düşüncelerinden dolayı yargılanıyor. Bu gün de cezası Yargıtay tarafından onaylanan Hırant DİNK’i desteklemek için buradayız.
Ne yazık ki, çatışmalar devam ediyor ve her gün asker, polis, sivil, militan bir çok yurttaşımız yaşamını yitiriyor. Bir kez daha tekrarlamak istiyorum. İHD, kimden gelirse gelsin her türlü şiddete karşıdır. Şiddet ne ülke sorunlarının çözümü için ve ne de haksızlıklara karşı mücadele ya da hak arama için bir araç olmamalıdır. Çatışmaların derhal sona ermesini istiyoruz. Sorunların sadece baskı, şiddet ve yasakçı yasalarla çözülmesi ısrarından vazgeçilmelidir. Türkiye bunu yıllarca denedi. Özgürlüklerin kısıtlanması, demokratik ilkelerden vazgeçilmesi çözüm değildir. Bu bağlamda Terörle Mücadele Yasası’ndaki değişikliklerden, Polis Vazife ve Selahiyetleri Yasası ile Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasasında yapılmak istenen değişikliklerden kaygı duyuyoruz. Türkiye bu değişikliklerle 1999 öncesinde dönmekte, demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri geliştirme iddiasından vazgeçmektedir. Bunun olmaması için herkesi ortak mücadeleye çağırıyoruz.
Türkiye hapishanelerinde izolasyon, tecrit ve kötü muamele devam ediyor. Her alanda var olan devlet-yurttaş diyalogsuzluğu bu alanda kendisini daha çok hissettiriyor. Ölüm oruçlarında ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Demokrasinin katılımcılık ilkesi işletilmiyor;uzmanlık kuruluşlarının görüşü alınmıyor. Bu arada sorunları zor araçları kullanılarak ve şiddet uygulayarak çözme pratiği devam ediyor.
Sevgili Arkadaşlar,
İHD savaş karşıtı tutumunu ve dünya ölçeğindeki eşitlik, özgürlük ve barış istemini, Afganistan’a ve Irak’a yönelik saldırılar sürecinde de ifade etti. Filistin sorunu giderek yeni bir bölgesel savaşa doğru gidiyor. İsrail, insancıl ve uluslararası hukuku tümüyle bir kenara itmiş durumda. Asker, sivil ayrımı yapmaksızın ağır silahlarla saldırılarına devam ediyor. Ve ne yazık ki savaşları önlemek amacı ile oluşturulan uluslararası kurumlar seyirci durumda.
Bizler tüm dünyada barış istiyoruz. Olanaklar ve fırsatlar açısından adil bir dünya olmasını istiyoruz.
11 Eylül saldırıları gerekçe gösterilerek, özgürlüklerin kısıtlanmasına karşı çıkıyoruz. Demokratik standartlar açısından da gelişmiş batılı ülkelerde, insan hakları ve temel özgürlükler alanındaki kötüye gidişe dur denilmesini istiyoruz. Yeni “terör yasaları” insan haklarına aykırıdır. Asya ve Afrika ülkelerinden bu ülkelere gelen ve bu ülkelerde yaşayan insanlara ve özellikle Müslüman nüfusa, potansiyel suçlu gözüyle bakan anlayışlara karşı itiraz edilmelidir.
Sonuç olarak arkadaşlar, ülkemizde Müslüman-Hıristiyan, Alevi-Sünni, Türk, Kürt, Laz-Çerkez kardeşliğine vurgu yaparken, tüm dünyada da halkların kardeşliğini savunmalıyız. Herkes için insan hakları ve özgürlüklerini savunmalıyız. Bütün dünyada insan hakları savunucuları el ele, omuz omuza insan hakları mücadelesini daha da yükseltmelidir.
Dünyada ve ülkemizde savaşa, şiddete ve çatışmalara hayır! Dünyada ve ülkemizde barış hemen şimdi! Yaşasın halkların kardeşliği!
YUSUF ALATAŞ
Genel Başkan

Bir cevap yazın