Son birkaç gündür ülkenin çeşitli illerinde gerçekleştirilen “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı” etkinliklerinde tüm ülkenin tanıklığında en temel insan hakları olarak tanımlanan “ifade, toplantı ve gösteri özgürlüğü” bizzat bu hakların kullanımını güvence altına alma sorumluluğu olan devletin en önemli birimlerinin başında gelen İçişleri Bakanlığı tarafından planlı, kasıtlı bir şekilde engellenmiştir.
Ankara’da dün (29 Ekim 2012) gerçekleştirilen etkinliklerde ise bu engelleme ve müdahale pasif bir düzeyde kalmamış, işkence ve kötü muamele uygulamalarını da içeren bir şekilde doğrudan fiziki şiddet boyutuna vararak çok sayıda insanın zarar görmesine yol açmıştır.
Bu engelleme ve müdahalelerin hiçbir meşru, hukuki gerekçesi olamaz.
Bu son olayı daha önce toplumun farklı kesimlerine yönelik gerçekleştirilen benzer müdahaleler ile birlikte değerlendirdiğimizde polisin ve onun siyasi sorumlularının son yıllarda “aşırı ve orantısız güç” kullanımını vardırdıkları aşamadan kaygı duymamak mümkün değildir.
Ülkemizde de özellikle 2000’li yılların ortalarından itibaren güvenlik eksenli otoriter bir yönetim anlayışı egemen olmuştur. Aslında ilk adımları 1990’lı yılların sonunda atılan daha sonrada AKP Hükümeti tarafından hararetle savunulup geliştirilen bu anlayışın merkezinde güçlendirilen ve yetkileri genişletilen polis teşkilatı önemli bir yer tutmaktadır.
Nitekim, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği için müzakere süreçlerinin başlatılmasıyla birlikte yapılan kimi olumlu düzenlemelerin “güvenlik güçlerini terörle ve/veya suçla mücadelede zaafa uğrattığı” gerekçesiyle 2004 yılında kabul edilen yeni Türk Ceza Kanunu (TCK) ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) – bu kanunların 2005 yılında yürürlüğe girmesinden önce ve sonra- peş peşe yapılan değişiklikler ve daha sonra 2006 yılında Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK), 2007 yılında da Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda (PVSK) yapılan değişikliklerle hızla geriye alınması polis teşkilatının merkezi rolünü güçlendirmiştir.
Yasalardaki bu olumsuz düzenlemeler ile birlikte yetkililerin olumsuz söylemleri ve bütünüyle keyfi tutum ve uygulamaları demokratik hayat açısından kaygı verici bir düzeye gelmiş bulunmaktadır.
Bu nedenle, doğrudan keyfi engellemeler sonucu dün Ankara’da çok sayıda insanın “ifade, toplantı ve gösteri özgürlüklerinin” ihlal edilmesine ve güvenlik görevlilerince “kötü muameleye” maruz kalmasına doğrudan yol açan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin hakkında gerekli yasal işlemlerin yapılması için savcıları göreve davet ediyoruz.