ANADİLDE SAVUNMA VE HASTA MAHPUSLARLA İLGİLİ KANUN TASARISI HAKKINDA GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİMİZ

Anadilinde Savunma ve Hasta Mahpuslar İle İlgili Kanun Tasarısı Hakkında Görüş ve Önerilerimiz

Kamuoyunda anadilinde savunma ve hasta mahpusların infazının geri bırakılması ile ilgili kanun tasarısı olarak bilinen tasarı hakkında İHD görüşleri TBMM Adalet komisyonuna gönderilmiş olup aşağıda belirtilmiştir.

Ceza Muhakemesi Kanunu ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile ilgili görüş ve önerilerimiz aşağıda sunulmuştur.

1- Tasarının 1. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 202. maddesine 4. fıkra eklenerek

meramını anlatabilecek ölçüde Türkçe bilen sanığın iddianamenin okunması, esas hakkındaki mütalaanın verilmesi üzerine sözlü savunmasını kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dilde yapabileceği düzenlenmiştir. Bu düzenleme eksiktir. Öncelikle yargılamanın soruşturma ve kovuşturma aşamasından oluştuğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla soruşturma aşamasında da ifade vermede ve sorgu esnasında şüphelinin kendisini daha iyi ifade edebileceği bir dilde konuşmasına imkan tanımak gerekmektedir. Ayrıca kovuşturma aşamasında delillerin ikamesi, tanık ve bilirkişi dinleme ve diğer muhakeme işlemlerinde sanığın kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği dilde konuşmasına izin vermek gerekmektedir. Ayrıca şüpheli veya sanığın gerek soruşturma gerekse de kovuşturma aşamasında başta savunması olmak üzere delil değerlendirmesi, gibi muhakeme hususlarında dilediği dilde yazılı dilekçe vermesine de imkan tanınmalıdır.  Ayrıca, tercüman giderlerinin devletçe karşılanması gerekir. Aksi halde, uygulamada ekonomik sebeplerle sorunlar yaşanacaktır.

2- Tasarının ikinci maddesi ile 5275 sayılı kanunun 16. maddesinin 4. fıkrasına eklenen cümleler ve maddeye eklenen 5. fıkra hakkındaki görüşlerimiz

a) 5275 sayılı kanunun 16. maddesinde suç tipine bakılmaksızın gebe kalanlar hakkında infaz rejimi ile ilgili düzenleme bulunmakta idi. Kanun tasarısı ile 3713 sayılı kanun kapsamında yer alan suçlardan hükümlü olan gebe kalanlara negatif ayrımcılık yapılmış ve bu kişilerin ceza infaz kurumunda kalarak geçici de olsa infazlarının ertelenmesi engellenmiştir. Bu durum öncelikle analık hakları ile çocuk hakları bakımından yeni bir ihlal yaratmakta ve açık bir ayrımcı muameleye yok açacaktır.

Bilindiği gibi 3713 sayılı kanundaki terör tanımı oldukça geniş olup, başta ifade özgürlüğü olmak üzere birçok özgürlük alanının sınırlandırıp, yasaklamakta ve cezalandırmaktadır. Dolayısıyla 3713 sayılı kanunun doğrudan doğruya ifade özgürlüğünü sınırlayan 6. ve 7. maddelerinden hüküm giyen kişilerin gebe kalmaları halinde infazlarının cezaevinde devam edeceğinin düzenlenmesi vahim sonuçlara yol açabilecektir. Ayrıca 3713 sayılı kanunun 4. maddesinde belirtilen terör amacı ile işlenen suçların terör suçu olarak tanımlandığı ve TCK’nun 50 değişik maddesini terör suçu olarak tanımlaması, 5 değişik özel yasanın terör suçu olarak tanımlanması karşısında gebe kalanlar bakımından negatif ayrımcılık yapılması kabul edilemez. Tasarı ile getirilen bu değişikliğin tasarı metninden çıkarılması gerekmektedir.

b) Tasarının ikinci maddesi ile 5275 sayılı kanunun 16. maddesine 5. fıkra eklenerek ağır hasta mahpus diye tanımladığımız kişilerin infazlarının iyileşinceye kadar geri bırakılması ile ilgili düzenleme yapılmıştır. Bu düzenleme iki yönden eksik ve yetersizdir.

Tasarı metninde 16. maddenin 3. fıkrasında belirlenen usule göre infazın geri bırakılabileceği belirtilmiştir. 16.maddenin 3. fıkrası adli tıp kurulunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine infazın geri bırakılabileceği belirtilmektedir. Bu düzenleme bize göre sakıncalıdır. Adli Tıp Kurumu resmi tekel bilirkişisi olarak tarafsızlığını yitirmiş ve siyasal iktidarın politikalarına göre tutum alan bir kurum haline gelmiştir. Nitekim Adalet Bakanlığı verilerinden de anlaşılacağı gibi Adli Tıp kurumunun kötü uygulamaları nedeni ile infazı geri bırakılmayan ağır hasta mahpuslar cezaevinde yaşamını yitirmekte ya da tahliye olduktan birkaç gün sonra yaşamlarını yitirmektedirler. 16. maddenin 3. fıkrasında düzeltme yapılarak Adalet Bakanlığının belirlediği tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurul raporlarının yeterli olması, adli tıp kurumunun onayının istenmemesi sağlanmalıdır. 3. fıkrada düzeltme yapılmadan eklenecek 5. fıkranın uygulamada fazla bir karşılığı olmayacaktır.

Tasarı metninde maruz kaldığı ağır bir hastalık veya sakatlık nedeni ile ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkumdan bahsedilmektedir. Madde metni bu hali ile yasalaşırsa hiçbir hasta mahpus tahliye edilmeyecektir. Madde metni düzeltilerek sadece maruz kaldığı ağır bir hastalık veya sakatlık ifadesi ile yetinilmelidir. Bilindiği gibi ağır hasta olduğu halde infaz kurumunda yaşamını yalnız idame ettirebilen mahpuslar da vardır. Bu durum gözetilerek ağır hastalık veya sakatlık ifadesi ile yetinilmelidir. Ayrıca toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturma kriterini değerlendirecek olan Cumhuriyet Savcısıdır. Bu tanımlama oldukça muğlaktır. Bir kişinin toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturup oluşturmayacağı gibi ağır bir sorumluluğun Cumhuriyet Savcısına bırakılması karşısında savcılar böyle bir sorumluluk altına girmeyeceklerdir. Dolayısıyla hiç kimse tahliye olamayacaktır. Bu nedenle bu ibarenin madde metninden çıkartılması gerekmektedir. Kaldı ki bir kişinin toplum güvenliği bakımından tehlike yaratıp yaratmadığına ancak yapılacak bir yargılama sonucunda mahkeme karar verebilir.

3- Tasarının 3. maddesi ile 5275 sayılı kanunun 17. maddesi değiştirilmiştir. Değişiklik

ile birlikte yeni 4. fıkra eklenerek terör suçları, örgüt faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlar ve cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan mahkum olanlar, mükerrirlere özgü infaz rejimi uygulanmasına karar verilenler, disiplin veya tazyik hapsine mahkum olanlar hakkında infaz ertelemesinin yapılamayacağı belirtilerek mevcut madde metninden oldukça geriye düşülmüş, yeni bir ayrımcılık maddesi getirilmiştir. Mevcut maddeden geriye gidilmesi infaz rejiminin daha da ağırlaştırılması anlamına gelmektedir. Ayrıca yukarıda da ifade ettiğimiz gibi 3713 sayılı kanunun geniş terör tanımı ile birlikte ifade özgürlüğünü sınırlayan ve yasaklayan mevcut maddeleri yürürlükte olduğu sürece buna dayanarak yeni hükümler ihdas etmek, infazda ayrımcılığı daha da arttıracak ve temel haklara aykırılık teşkil edecek uygulamalara sebep olacaktır.

Kanun tasarısının 5275 sayılı ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkında kanunda yaptığı değişiklikler, BM Genel Kurulunun 09.12.1988 tarih ve 43/173 sayılı kararı ile kabul edilen Herhangi Biçimde Alıkonulan Ya da Hapsedilen Tüm Kişilerin Korunması İçin İlkeler Manzumesi çerçevesinde değerlendirilmeli, mahpusların işledikleri suçlar bakımından farklı infaz rejimine tabi tutulmaması sağlanmalı, infazda eşitliğe azami düzeyde dikkat edilmelidir.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Bir cevap yazın