Sayın Divan
Sayın Konuklar,
Sevgili Delege Arkadaşlarım. 24 Kasım 2012
İnsan Hakları Derneği’nin 16. Olağan Genel Kurulu’na hoş geldiniz. Hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum.
Genel Kurulumuzu yaptığımız bugün özgürlüğünden yoksun olan ve insan hakları çalışmaları nedeni ile siyasal iktidarın yargı baskısına maruz kalıp tutuklanan Genel Başkan Yardımcımız Muharrem Erbey, Avrupa-Akdeniz İnsan Hakları Ağı Yönetim Kurulu Üyemiz Osman İşçi ve Mersin Şube Başkanımız Ali Tanrıverdi şahsında tutuklu tüm insan hakları savunucularını ve aktivistleri buradan selamlamak istiyorum.
Genel kurulumuz aynı zamanda 1993 yılında kontra güçler tarafından katledilen İHD Tatvan Temsilcisi Av. Şevket Epözdemir’in ölüm yıldönümüne denk gelmiştir. Kendisini minnetle anıyorum.
İnsan Hakları Derneği’nin genel kurullarında Türkiye’de insan hakları ve demokrasi sorunu olduğu hep ifade edilmiştir. Bunun en önemli sebepleri arasında Kürt sorunu, azınlıklar, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, vesayet, toplumsal cinsiyet eşitsizliği sorunları gibi sorun alanları sıralanabilir.
İnsan Hakları Derneği kurulduğu günden bu yana Türkiye’de Kürt sorunu olduğu tespitini yapmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kürt sorununun varlığını 2009 yılında resmen kabul etmiş, ancak bu sorunun çözümü noktasında yeterli demokratikleşme adımların atmamıştır. Siyasal iktidarın Kürt sorununda uyguladığı politika Kürtleri tanıma ama Kürt siyasal hareketini tasfiye etme veya ötekileştirme olarak sürdürülmektedir. Bu politikanın sonuç vermesi ve Kürt sorununu barışçıl yollarla çözmesi mümkün değildir. İnsan hakları savunucuları olarak bu politikanın değişmesi gerektiğini hep ifade ettik ve etmeye de devam ediyoruz. Kürt sorunu ancak ve ancak muhatapları ile çözülür. İHD’nin geçen iki yıllık süre içerisinde gerek Avrupa Parlamentosu Kürt Konferanslarında, gerek Türkiye’de Kürdistan Konferansında ve gerekse de bu konu ile ilgili tüm etkinliklerde ifade ettiği gibi bu sorunun çözülmesi için öncelikle kalıcı bir çatışmasızlık ortamının yaratılması, başta ifade ve örgütlenme özgürlüğü olmak üzere özgürlükler alanının genişletilmesi gerekmektedir. Bunun yapılabilmesi için de Kürt siyasal hareketinin de sürekli ifade ettiği gibi İmralı Adası’nda uzun bir zamandır tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan’la müzakerelerin yapılması, buna paralel olarak AKP ile BDP’nin TBMM çatısı altında bu sorunun çözümü noktasında müzakere yürütmesinin koşullarının sağlanması gerekir. Bunlar yapılmadan Kürt sorununun barışçıl ve demokratik yoldan çözülmesine giden sürecin önü açılamaz.
Müzakere sürecinin başlatılması ile birlikte gelinen süreçte Kürtlerin statü talebinin karşılanması gerektiğini belirtmek isterim. Ortadoğu’da yaşanan son siyasal gelişmelerden sonra Türkiye’de yaşayan Kürtlerin statü talebinin karşılanmaksızın bu sorunun çözümünün mümkün olmadığını görmek gerekir. Gerek DTK’nın gerekse de BDP’nin gündeme getirdiği demokratik özerklik modelinin tartışılması gerekir. Süresiz ve dönüşümsüz açlık grevleri sonrası yaşanan süreçte Başbakanın, İl Valilerinin halk tarafından seçilebileceğine dair söyleminin önemli olduğunu, özerklik modellerinin tartışılmasının faydalı olduğunu ifade etmek isterim.
Sayın Konuklar, Sevgili delege arkadaşlarım,
Bu siyasal iktidar döneminde insan hakları ihlallerinde ciddi artışlar olmuş, neredeyse 90’lı yılların sonundaki ihlal trendine geri dönülmüştür. 28 Aralık 2011 günü Türk Silahlı Kuvvetlerine ait F16’lar tarafından Roboski’de sınırın sıfır noktasında çoğu çocuk 34 kişinin öldürülerek katledilmesi Kürt sorunundaki derin çözümsüzlüğün acı bir şekilde dışa vurumu olarak hafızalarımıza kazınmıştır. Aradan 11 ay geçmesine rağmen sorumlular hakkında hiçbir işlem yapılmaması siyasal iktidarın Kürt sorunundaki tutumunu ortaya koyması bakımından ibret vericidir. Ancak, insan hakları savunucularının adalet arayışı devam edecektir.
12 Eylül 2012 günü başlayıp, 68. gününde 18 Kasım 2012’de Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile mahpuslar tarafından sonlandırılan süresiz ve dönüşümsüz açlık grevleri, insanların meşru ve yasal hak talepleri için bedenlerini tehlikeye atmak durumunda kaldığını göstermiştir. Tecridin kaldırılması, anadilinde eğitim ve savunma hakkı için açlık grevi yapmak, insan hakları standardı bakımından ne kadar geri bir durumda olduğumuzu göstermiş ve Kürt sorununda çözümsüzlüğün bir başka boyutunu göstermiştir.
Türkiye’de azınlıklar sorunu olduğunu da unutmamak gerekir. Lozan Anlaşmasının tanımladığı azınlık tanımının Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesindeki azınlık tanımını karşılamadığı açıktır. Dolayısı ile farklı din ve inanç, dil ve etnik grupların azınlık hakları olduğu unutulmamalı, bu hakların yerine getirilmesinde evrensel sözleşmelerdeki hükümler uygulanmalıdır.
İnsan Hakları Derneği 2010 yılında Erivan’da FİDH Genel Kurulu’nda ortaya koyduğu ilkesel yaklaşımı hayata geçirmiş, 2012 yılında Ermeni soykırımı konusunda tutumunu açık ve net bir şekilde kamuoyuna ifade etmiştir. Nitekim bu genel kurulda tüzükte yapmayı umduğumuz değişiklikle her zaman ve her yerde soykırıma karşı olduğumuzu ve yapılmış soykırımları tanıdığımızı ifade etmek isterim.
Din ve vicdan özgürlüğü sorunu ekseninde özellikle Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı talebinin karşılanmadığını, siyasal iktidarın bu konuda tam bir ayrımcılık uyguladığını belirtmek isterim. Alevi örgütlerinin Alevilerin eşit yurttaşlık hakkı kapsamında dile getirdiği taleplerin karşılanması gerekirken, yapılan Alevi Çalıştaylarında ortaya çıkan somut durum tespitinin eksik yapılması, bu eksikliğe rağmen gerekenlerin yapılmaması siyasal iktidarın oyalayıcı ve ayırımcı bir tavır içerisinde olduğunu göstermiştir.
Kürtlerin, Alevilerin ve ötekileştirilmiş toplum kesimleri ile LGBT bireylerin hak taleplerinin karşılanması gerekirken, sürekli çeşitli linç teşebbüslerine maruz kalmaları ve bir nefret söylemi ile karşılaşmaları siyasal iktidarın ayırımcı, şovenist ve militarist tarafını ortaya koymaktadır. Bölgemizdeki gelişmeler ile birlikte siyasal iktidarın uyguladığı ayrımcı politikanın sonucu olarak özellikle Alevilere dönük nefret söyleminin kullanılması oldukça vahim bir gelişmedir. Bugün burada genel kurulumuzu yaparken, Muharrem Ayının 10. günü olduğunu ve zalime karşı mücadele eden Hüseyin’in bu uğurda yaşamını yitirdiğini de unutmamamız gerekir.
İnsan Hakları Derneği uzunca bir süreden beri faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması ve gözaltında kaybedilen insanlarımızın akıbetini araştırmak için faaliyetlerini sürdürmektedir. Cumartesi Anneleri, kayıp yakınları ve insan hakları savunucularının Cumartesi oturmaları devam etmektedir. Şu bilinmelidir ki, gözaltında kaybedilenlerin akıbeti bulununcaya, Türkiye Kayıplar Sözleşmesi’ne taraf oluncaya kadar bu konudaki çalışmalarımız devam edecektir. Bugün İstanbul’da 400. haftadır oturma eylemini sürdüren Cumartesi insanlarını kararlı ve azimli tutumları nedeni ile kutluyorum. Cumartesi annelerinin çığlıklarını paylaşıyor ve “evlatlarımız nerede?” diye bir kez daha haykırmak istiyorum. Faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması faaliyetimiz adalet arama faaliyeti olarak algılanmalıdır. Unutulmamalıdır ki, adalet iyileştirir. Bizler sadece mağdurların değil, kirlenmiş olan toplumun ve devletin de iyileşmesi mücadelemizi sürdürmek istiyoruz.
Bu çalışma döneminde İnsan Hakları Derneği’nin çalışmaları sonucu Türkiye ve Dünya kamuoyunun bilgisine sunduğumuz en önemli ve en acı gerçeklerden birisi de toplu mezar gerçekliğidir. Derneğimiz bu genel kurulda alacağı kararla Türkiye’de toplu mezarlar konusunda çalışmalar yapacak bir vakıf kuracak ve insanlık adına en büyük utançlardan birisini temizlemeye çalışacaktır.
Bu dönem en çok tartıştığımız ve çeşitli kereler katkı sunmaya çalıştığımız faaliyet alanlarımızdan birisi de geçmişle yüzleşmedir. Siyasal iktidar geçmişle yüzleşmeyi Dersim soykırımında olduğu gibi ayaküstü bir yarım ağız özür dileme ile geçiştirmek istemekte, yüzleşme sürecini darbe ve darbe teşebbüsleri ile sınırlandırmak istemekte, bu süreci darbecilerin yargılandığı mahkeme salonlarına hapsetmek istemektedir. İnsan Hakları Derneği hazırlamış olduğu bir teklifte; geçmişle yüzleşmenin 1908 yılından itibaren başlatılması gerektiğini, yüzleşme konularının Kürt sorununda uygulanan asimilasyon politikasının sonucunda işlenen insanlığa karşı suçlar, bunun dışında kalan azınlıklarla ilgili uygulanan politikanın sonucu oluşan ağır insan hakları ihlalleri, rejim muhaliflerine uygulanan politikanın sonucunda işlenen hak ihlalleri, askeri darbeler döneminde yapılan sistematik insan hakları ihlalleri, hapishanelerde işlenen insanlığa karşı suçlar, Alevilere yönelik uygulanan insanlığa karşı suçlar, devlet içindeki kont-gerilla, Jitem, Ergenekon gibi yasa dışı örgütlenmelerin işlediği insanlığa karşı suçlar, Ermeni soykırımı, Dersim soykırımı başlıklarında çalışmalarını yapacak hakikat komisyonunun geçmişle yüzleşme adına önemli bir işlev göreceğini belirtmek isterim.
Türkiye’de ekonomik ve sosyal hak ihlallerinde giderek artan bir tablo yaşanmaktadır. Sosyal devlet yerini sosyal yardım devletine bırakmış, yoksullaştırılan kesimler iktidarın ve yandaşı cemaat gruplarının insafına terk edilmiştir. Yeni Liberalizmin giderek kurumsallaşması beraberinde yeni mücadele alanları açmıştır. İnsan hakları savunucularının ekonomik ve sosyal haklar için daha fazla mücadele etmesi gerekmektedir. İşçi cinayetlerindeki inanılmaz artış Türkiye’deki vahşi kapitalizmi gözler önüne sermiştir.
Türkiye’nin demokratikleşme sürecinde en önemli dış dinamiğin Avrupa Birliği tam üyelik süreci olduğu ve katılım müzakerelerinin bu süreçte önemli olduğunu belirtmek isterim. Bu sürecin artık ilerlemediğini, siyasal iktidarın AB perspektifini kaybettiğini, AB’nin de iyi bir liderlik yapamadığını belirtmek isterim. Ancak bu süreçte eleştirilerimizin de katkısı ile AB’nin Türkiye’deki gerçek durumu yeni fark ettiğini ve 2012 ilerleme raporu ile durumu daha net ortaya koyduğunu da belirtmek gerekir. Umarım bu süreç AB’nin yeniden iyi bir liderlik yapmasına vesile olur.
Değerli Konuklar, Sevgili Arkadaşlar,
Konuşmamın başında da ifade ettiğim gibi Türkiye’nin demokrasi ve insan hakları sorununun çözümü noktasında yapılması gereken en önemli şey yeni ve demokratik bir Anayasa’dır. 2011 seçimlerine yeni ve demokratik Anayasa sözü ile katılan siyasal partilerin ortaya koyduğu pratiğe baktığımızda, toplumsal katılımın gerçekleştiği bir Anayasa yazım süreci yaşanmamaktadır. TBMM’de temsil edilen 4 siyasal partinin oluşturduğu uzlaşma komisyonu önemlidir. Ancak bu komisyonun temel insan haklarına dayalı Anayasa ilkelerinde bile hala uzlaşmaya varamamış olmasını demokrasi kültürü eksikliği olarak da değerlendirmek gerekir. 12 Eylül askeri darbesinden bu yana 32 yıl geçmesine rağmen demokrasi kültürünün gelişmemiş olması ve otoriter yönetim anlayışındaki ısrar sorunların çözümünde karşılaştığımız en önemli problemlerden birisidir. İktidarlar değişmekte, ancak düşünce yapısı değişmemektedir. Türkiye yeni ve demokratik Anayasa yapım sürecinde ifade özgürlüğüne inanan bir toplum yaratmayı başarmak durumundadır. Unutmayalım ki ifade özgürlüğü en temel özgürlük alanıdır. İfade özgürlüğünün olmadığı toplumların çağdaş toplum olma iddiası ham bir hayalden ibarettir. Bu vesile ile cezaevlerinde özgürlüğünden yoksun halde tutulan milletvekillerini, insan hakları savunucularını, Kürt siyasetçileri, belediye başkanlarını, akademisyenleri, gazetecileri, sendikacıları, öğrencileri ifade özgürlüğü mücadelesindeki kararlı duruşları nedeni ile kutlamak gerekir. İHD, Anayasa yapım sürecinde görüşlerini ilgili komisyonla ve kamuoyu ile paylaşmıştır. Türkiye’nin temel problemlerinin çözümünde yol gösterici Anayasal ilkeleri belirttiğimiz Anayasa önerilerimizin insan hakları savunucuları tarafından toplumun tüm kesimlerinde tartıştırılması gerektiğini bir kere daha belirtmek isterim.
Bu dönemde kamudaki insan hakları kurumsallaşması ile ilgili olarak İHOP’u oluşturan örgütler ile Mazlum Der ve TİHV’in katılımı ile ortak görüşler oluşturduk ve etkili çalışmalar yürüttük. Her türlü eleştirimize rağmen yasası çıkarılan Türkiye İnsan Hakları Kurulu’nun hala ilk toplantısını yapamamış olması ve kendi başkanını seçememiş olması eleştirilerimizde ne kadar haklı olduğumuzu bir kere daha ortaya koymuştur. Siyasal iktidar kurul üyeleri üzerindeki baskısını kaldırmalı, kurul üyelerini rahat bırakmalıdır.
Siyasal iktidarın Türkiye içerisindeki otoriter tutumunun bölgedeki gelişmelerle de bağlantılı olduğu anlaşılmaktadır. Özellikle hükümetin Suriye politikasında adeta mezhep eksenli bir tutum içerisinde olması ülke içerisindeki Alevilerin kaygıların artmasına sebep olmuş, hükümetin anti-kürt, anti-alevi söylemi bu kesimlerde korku ve endişeye sebep olmuştur. İHD, Ortadoğu’daki gelişmeler konusunda temkinli davranmış, yaşananların “Arap Baharı” olmasından ziyade anti demokratik yönetimlere karşı ayaklanan halkların bu tepkisini emperyalizm ile işbirliği yapan siyasal İslamcı kesimlerin bölgeyi yeniden yapılandırma projesi olarak değerlendirmiştir. Dolayısıyla Ortadoğu’da halkların özgürlük talebi karşılanana kadar meşru ve demokratik mücadelenin süreceği tespitini yapmıştır. İHD, bu süreçte özellikle Libya ve Suriye’de yaşanan iç savaş ile ilgili demokratik tepkisini de ortaya koymuş, UCM’nin bölgede işlenen suçlarla ilgili soruşturma açmasını talep etmiştir.
Sayın Konuklar
Sevgili Arkadaşlar
Türkiye ve insan hakları ihlalleri söz konusu olduğunda söylenecek elbette çok şey vardır. Ancak, genel kurulumuzda bütün sorunlar ele alınıp konuşulacak ve çeşitli tespitler ve öneriler yapılacaktır. Sözlerimi bitirirken, çalışmalarımda bana ve yönetim kuruluna katkı sunan herkese ve özelikle KESK ve KESK’e bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’na teşekkür eder, insan hakları mücadelesini kararlılıkla sürdüreceğimizi belirtir, genel kurulumuzun başarılı geçmesini dilerim.
Öztürk Türkdoğan
Genel Başkan