2 Mayıs 2013
1 Mayıs günü siyasal iktidarca adeta olağanüstü hal kenti haline getirilen İstanbul’da sadece emekçilerin değil tüm halkın başta yaşam hakkı, seyahat özgürlüğü, ifade özgürlüğü, gösteri hakkı, örgütlenme özgürlüğü ve konut dokunulmazlığı hakları olmak üzere pek çok temel hak ve özgürlüğü ağır biçimde ihlal edilmiştir.
Yaşanan bu denli ağır ihlaller karşısında demokratik tepkilerini gösteren, temel hak ve özgürlüklerini korumak ve kullanmak isteyen emekçiler ise daha ağır ihlallerle bastırılmaya çalışılmıştır.
Polisin işkence ve kötü muamele uygulamalarını içeren “orantısız güç kullanımı” sırasında yoğun biçimde kullandığı gaz bombası fişeklerinin isabet etmesi sonucu halen Dilan Alp, Serdal Gül, Zeynel Sabaz ve ismini bilmediğimiz pek çok kişi yaşam mücadelesi vermektedir. Başta İstanbul Şubelerimizin gözlem raporları olmak üzere çeşitli kaynaklardan elde edilen veri ve bilgiler ışığında polisin doğrudan doğruya yaralama ve öldürme kastı ile hareket etiğini düşünüyoruz.
Kaldı ki gözaltına alınan 72 kişiden 3’ünün çocuk olması ve saatlerce Emniyette tutulup Çocuk Şubeye teslim edilmemesi; ağır yararlıların hastaneye sevk edilmemesi; gösteri alanlarına ambulansların sokulmaması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) yaygın ve yoğun gaz kullanımını işkence ve kötü muamele olarak değerlendiren kararına rağmen (Bkz. AİHM’in 10 Nisan 2012 ve 9829/07 sayılı Türkiye/Ali Güneş kararı) kimyasal ajanlardan elde edilen biber gazından birkaç saat içerisinde 2 binden fazla kapsül kullanılması gibi uygulamalar bir arada değerlendirildiğinde polis müdahalesinin işkence ve kötü muamele boyutuna ulaştığını kesin olarak söyleyebiliriz.
Hal böyle iken İstanbul Valisi’nin büyük bir pişkinlikle müdahalenin orantılı olduğunu söylemesi tam bir skandaldır.
Taksim alanının 1 Mayıs kutlamaları için emekçilere yasaklanması siyasal iktidarın kentsel rant uğruna yapamayacağı hiçbir şeyin olmadığını açıkça gözler önüne sermiştir. 1 Mayıs günü İstanbul Avrupa yakasında “kentsel dönüşüm” adı altında kent rantının egemenler arasında yeniden paylaşılması uğruna insanların böcek gibi gaz sıkılarak ezilmeye çalışılması vahim bir insanlık ayıbıdır. Dün bir bütün olarak yaşananlar, bu yıl inşaat bahanesi ile yasaklanan aynı zamanda bir toplumsal hafıza mekanı olan Taksim alanının emekçilere ve tüm demokrasi güçlerine ebediyen kapatılarak geçmişte yaşanan katliam ve acıların tümden hafızadan silinmek istendiğini açıkça göstermiştir.
Kısacası 1 Mayıs günü İstanbul’da demokrasi ve insan hakları bakımından ağır suçlar işlenmiştir. Buna karşın İstanbul’daki yargı organları bu durumu sadece seyretmektedir. İstanbul’da yaşananlar Türkiye’de hiç kimsenin hukuk güvenliği altında yaşamadığını bir kez daha göstermiştir. Polisin savcı olduğu uygulamalara bir kez daha tanık olduk. İstanbul’da görev yapan Cumhuriyet Savcıları aynı anda bu kadar suç işlenmesini içlerine sindirebiliyorlarsa, onlara söyleyecek hiçbir sözümüz yoktur. Ancak yaşananlar Türkiye’nin her an ve her vesileyle temel hak ve özgürlükleri rafa kaldırabilecek ve hukuk dışına çıkabilecek keyfi, otoriter bir güvenlik rejimi zihniyetinin devlet yönetimine egemen olduğunu bir kez daha açıkça ortaya koymuştur. İnsan hakları savunucuları olarak bundan büyük bir kaygı duyuyoruz.
İHD MERKEZ YÖNETİM KURULU TİHV YÖNETİM KURULU