Saygıdeğer İnsan Hakları Savunucuları,
Değerli Delege Arkadaşlarım,
Saygıdeğer Arkadaşlar,
Kongremizi gerçekleştirdiğimiz bugünlerde insan hakları açısından dünyada ve Türkiye’de son derece önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Gerek bölgemiz olan Ortadoğu’da ve gerekse dünyanın birçok coğrafyasında, egemen devletler, kendi kirli çıkarları için tarihsel dokuyu, yaşam hakkını, insanlığı hiçe sayarak korkunç tahribatlar yaratmakta ve öldürülen her bir insanla insanlık ailesinin değerlerini eksiltmektedirler. Öte taraftan küreselleşme adı altında kendileri için “yeni bir dünya düzeni” kurmak adına saldırgan emperyal devletlerin çıkarlarını korumaya kurgulanmış işgalci politikalarını artırmaktadırlar. Bu işgalci politikalar nedeniyle salt yaşam hakkı değil; buna bağlı olarak her üç kuşak altında tariflediğimiz hak alanları ihlal edilmektedir. Bu süreçte açlık, yoksulluk, eşitsizlik, adaletsizlik ve ülkelerarası gelişmişlik farkı giderek artmaktadır. Dünyanın doğal kaynakları hızla tüketilmekte, tüm insanlığın ortak mirası olan doğa tahrip edilip, çevre bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde kirletilerek gelecek kuşaklara yaşam şansı tanınmamaktadır.
Başta Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi olmak üzere, dünya barışını sağlamaya yönelik olarak kurulmuş uluslararası kurumlar, yeni dünya düzeni kurmaya yönelik saldırı ve savaşları meşrulaştırmanın araçları olarak kullanılmaktadır. Afganistan, Irak, Filistin ve Lübnan’a yönelik saldırı ve işgaller bunun tipik örnekleridir. Sudan ve Ruanda gibi ülkelerdeki soykırımlar görmezlikten gelinirken, ABD ve ortaklarının çeşitli ülkelere yaptığı askeri müdahalelere meşruiyet tanınmakta ve destek verilmektedir. Her gün çok sayıda sivil insanın yaşamını yitirmesine yol açan savaş ve saldırılarda, insancıl hukuk ilkeleri de tümüyle ihlal edilmektedir. Guantanamo başta olmak üzere birçok cezaevinde tutsakların insanlık dışı muamele görüntülerine sessiz kalınmakta.
- Hiç bir gerekçe ile temel insan haklarının özüne dokunulamayacağı anayasa kuralı olarak öngörülmelidir.
- Askerin görev ve yetkilerinin sınırları tam olarak belirlenmeli ve sivil iradeye tabi tutulmalıdır.
- Hukukun üstünlüğünde hiç bir istisnaya yer verilmemeli, idarenin her türlü eylem ve işlemi istisnasız yargı denetimine tabi tutulmalı, askeri-sivil yargı ikilemine son verilmelidir.
- Parlamentoda temsiliyet toplumun çoğulcu yapısı gözetilerek, anayasal norm haline getirilmelidir.
- Yerinden yönetimi güçlendirecek, yeni anayasa normları geliştirilmelidir.
- Vatandaşlık etnik yorumlara yer vermeyecek şekilde yeniden düzenlenmelidir.
- Anadilde eğitim temel bir hak olarak kabul edilmeli, kamu hizmetlerinin sunulmasında ve yararlanılmasında yerel dillerin kullanılmasına olanak tanınmalıdır.
- Paris ilkelerine uygun bağımsız insan hakları kurumlarının kurulmasının anayasal temelleri oluşturulmalıdır.
- Kadın erkek ve farklı cinsel tercihlere sahip olanların eşitliği yeniden düzenlenmeli, kapsamı daha açık belirlenmelidir. Mevcut Anayasa'nın 10. maddesine 'cinsiyet, farklı cinsel kimlikler ve cinsel yönelimler' tanımının getirilmesini gerekli görüyoruz.
- Vicdani red konusu temel bir hak olarak anayasa ile düzenlenmelidir.
Değerli İnsan Hakları Savunucuları,
Türkiye’de hem adli mahkumların hem de politik mahkumların tutulduğu cezaevleri, çocuk ve kadınların tutulduğu cezaevleri, BM Minimum Cezaevleri Prensiplerinin öngördüğü koşullardan uzaktır. Politik mahkumların tutulduğu cezaevlerinde tecridin 24 saate yayıldığı, bizzat cezaevinde tutulmanın kendisinin işkence ve kötü muamele olduğu koşullar yaşanmaktadır. İmralı Cezaevi gibi dünyada şu anda örneğine rastlanılmayan Tek Kişilik Cezaevi uygulaması yine tecrit ve izolasyonun en ağırlaştırılmış hali olarak uygulanmaktadır. Türkiye’deki cezaevlerinde temel insan hakları, yıllardan bu yana çıkartılan genelgelerle minimize edildi ve halen de edilmektedir. Son on aylık çalışma dönemimizde de en fazla başvuru aldığımız alanlardan biri “cezaevleri” oldu. Cezaevlerinde aileleri ile telefonla konuşma hakkı, eğer konuşulan dil Kürtçe ise ihlal edilmekte ve konuşma Kürtçe olduğu an telefon görüşmesi kesilmektedir. Yine iletişim, sağlık ve tedavi hakkı gibi haklar ciddi şekilde ihlal edilmekte, kantinden alınan bisküviden pasta yapmak veya biberden turşu yapmak bile, “kantin malzemelerini amaç dışı kullanmak” tan dolayı keyfi idari cezalara çarptırılma konusu olmaktadır. Ortak kullanım alanlarında uygulanan süre, cezaevi idarelerinin keyfiyetine göre değişmektedir. Sadece 2007’nin ilk altı ayında cezaevlerinde dört insan yaşamını yitirmiş ve 43 de işkence vakası tespit edilmiştir. Cezaevlerinde insanca yaşam mücadelemize ve tüm çabalarımıza rağmen, bu dönemde de herhangi bir ilerleme sağlanamadı. Son olarak 17 Eylülde Sincan 2 No’lu F Tipi Cezaevinden Kırıkkale Cezaevine 28 politik ve 72 adli hükümlü sevk edildi. Sevk edilen hükümlülerin birçoğu Kırıkkale Cezaevi bahçesinde ağır işkence ve saldırılara maruz kaldı. İHD, bu saldırının da takipçisi olmuş, birçok makama konuyla ilgili hazırlanan raporları sunmuştur.
İşkence
Diğer çalışma dönemlerimizde olduğu gibi, bu süreçte de İşkenceye Sıfır Tolerans söylemi, yerini uygulamada İşkenceciye Sınırsız Toleransa bırakmıştır. Sadece bu yılın ilk altı ayında toplam 376 işkence vakası tespit edilmiştir. Son olarak Beyoğlu Emniyet Müdürlüğünde gözaltında bulunan Nijeryalı bir göçmenin öldürülmesi iddiası, işkencede gelinen aşamanın göstergesidir. Türkiye’de işkence halen sistematik olarak uygulanmakta; sadece işkencenin yöntemleri değişmektedir. Gözaltı yerleri dışında 89 işkence vakasının tespit edilmiş olması, kayıtdışı gözaltının ne kadar yaygın olduğunu ispatlamaktadır.
Yargıtay 8. Ceza Dairesi’nin Mayıs 2007’ de Ankara 28.Asliye Ceza Mahkemesi’nin Baskın Oran ve İbrahim Kaboğlu hakkında TCK’nın 216/ 1 maddesine göre açılan davadan verdiği beraat kararını bozmasının ardından, Türkiye’de düşünce ve ifade özgürlüğünün ne boyutta kullanılabildiği bir kez daha açığa çıkmıştır. 2004-2006 çalışma raporunun giriş yazısında bu davanın beraatle sonuçlanmasının önemli olduğunu söylerken, bugün aradan 10 ay geçtikten sonra Yargıtay’ın kararı bozmasıyla birlikte Oran ile Kaboğlu’nun yeniden yargılanacaklarını belirtiyoruz. Bu bile, ifade özgürlüğü alanında ciddi gerilemeler yaşandığının kanıtıdır. Dün (21 Eylül 07), Genel Merkez binamızda açıkladığımız Türkiye’nin 2007 yılı altı aylık İfade Özgürlüğü Raporu, demokratik çağcıl ülkelerde görünmeyecek şekilde ifadenin suç sayıldığını ortaya koymuştur. Sadece 2007 yılının ilk altı ayında 451 kişi hakkında 93 dava açılmıştır. İHD, bu süreçte de bilim insanları, aydınlar, muhalif gazeteciler ve siyasetçiler hakkında açılan davaların takipçisi olmaya çalışmış; bu esnada İHD’nin birçok yöneticisi hakkında da benzer davalar açılmıştır.
Kadına yönelik her türlü şiddet, bu dönemde de hızından hiçbir şey kaybetmedi. Kadınlar, Türkiye’nin birçok yerinde “namus” gerekçe gösterilerek katledildi. Ayrımcılığın önlenmesi, fırsat eşitliği, kadın-erkek eşitliğinin eğitim, sağlık, çalışma gibi yaşamın tüm alanlarında eksiksiz uygulanması hayata geçirilemedi. Erkek egemen sistemin anti-demokratik uygulamaları, kadının insan haklarının ne kadar kolay ihlal edilebileceğini göstermeye devam etti. Sadece 2007 yılının ilk altı ayında 14 kadın namus gerekçesiyle, 22 kadın aile içi şiddet sonucu öldürülürken; 33 kadının intihar sonucu yaşamını yitirdiğini biliyoruz. Bu rakamlar, kayıtlara sadece birer rakam olarak geçmemektedir. Bu rakamların her biri, çoğu kere çocuklarının gözleri önünde yaşam hakkı çalınan kadınlardır… Tüm bu cinayetler, adına ”töre cinayetleri” denilerek toplumsal geleneksel yapıya mal edilmiş; idari ve yargısal mekanizmalardaki eksiklikler ve erkek egemen bakış açısına sahip devletin sorumluluğu hiçe sayılmaya devam edilmiştir. Oysa ki sayısının halen 15 olduğu kadın sığınmaevlerinin yetersizliği ve sadece üç aylık gibi bir süre hizmet verebiliyor olması, ya da kendisine şiddet uygulayan eşini şikayet ettikten sonra tekrar evine gönderilen kadının öldürülmesi gibi örnekler hiç dikkate bile alınmamakta. Ocak 2007’de beş çocuk annesi Ayşegül Alpaslan’ın kendisine sürekli eziyet eden madde bağımlısı eşini şikayet ettikten sonra öldürülmesiyle şu gerçek bir kez daha açığa çıkmıştı: Ayşegül, tıpkı benzerleri gibi, daha önceden de defalarca kez eşinin kendisini öldürebileceğini belirterek savcılıklara başvurmuş ancak herhangi bir tedbir alınmadığı için aynı evde yaşamak zorunda kalmıştı. Yine başörtüsü temel bir insan hakkı ihlali olarak uygulanmaya devam etmektedir.
Geçirdiğimiz son altı aylık süreçte, daha önceki dönemlerde kabul etmiş olduğumuz üye ilişkileri eylem planının eksik kalan yönleri tamamlanmaya devam edildi. UAÖ, İHD, Mazlum-Der ve Helsinki Yurttaşlar Derneğinin ortaklaşa sürdürdüğü İnsan Hakları Savunucularının Eğitimi Projesi kapsamında bugüne kadar toplam 48 üye ve yöneticimiz eğitici tecrübesi kazanmış ve bundan sonra da 150 üye ve yöneticimize eğitici tecrübesi kazandırılacaktır. 21 yıl gibi son derece uzun ve köklü bir tarihe sahip olan İHD’nin önümüz dönemi örerken yeni insan hakları savunucusu kadrolara erişim gerekliliği açıktır. Bu nedenle eğitim projesinden, yeni genç kadrolara ulaşmada bir araç olarak yararlanılmıştır.
Değerli İnsan Hakları Savunucuları,
Bizler yüklendiğimiz sorumlulukların ve İHD’nin 21 yıllık onurlu geçmişinden devraldığımız tarihi mirasın bilincindeyiz. Bugünlere geride kimleri, neleri bırakarak geldiğimizin de bilincindeyiz. Herkes için onurlu, eşit, adil bir gelecek yaratmak için kader ve yürek birliği etmiş insanlar olarak, İHD, bundan sonra da haklar ve özgürlükler mücadelesinin mihenk taşlarından olmaya devam edecektir.
On aylık bir dönemi içeren çalışma raporumuzda yerine getirebildiklerimiz özetlenmiştir. Tüm bu çalışmalarımız boyunca emeği geçen üyelerimize, şube başkanları ve yöneticilerimize, basın-yayın-dokümantasyon / sekreterya / dış ilişkiler birimi çalışanlarımıza, gönüllülerimize ve MYK’ya seçildikten sonra istifa ettikleri tarihe kadar görev yapan değerli YK üyesi arkadaşlarımıza en içten teşekkürlerimi, saygılarımı sunarım.
Yolumuz engebeli, uzun … İnsan hakları mücadelesini zorlu yollarında hepimizin yolu açık olsun.
Reyhan YALÇINDAĞ
Genel Başkan