24.04.2014
ERMENİ SOYKIRIMI’NIN 100. YILINA DOĞRU
YETER! İNKÂRA SON!
Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin verilerine göre Osmanlı İmparatorluğu’nda yaklaşık 2 milyon Ermeni yaşıyordu. Kent, kasaba, mahalle, köy olarak batıdan doğuya, kuzeyden güneye, Küçük Asya’nın her yerinde tam 2.925 Ermeni yerleşimi bulunuyordu. Buralarda yaşayan Ermeni cemaatlerinin 1.996 okulu, 173.000 erkek ve kız öğrencisi, 2.538 kilise ve manastırı vardı.
1915’te başlayan Soykırım ve sonrasında, hatta Cumhuriyet dönemindeki politikalar sonucunda bu yerleşim yerlerinden geriye hiçbiri kalmadı. Kalanlar artık Ermeni yerleşimi değildi. 60 bin civarında olduğu tahmin edilen bugünkü Ermeni nüfusu, en yoğun olarak İstanbul olmak üzere, büyük çoğunlukla üç büyük şehre dağılmış olarak yaşıyor. Devlet Ermenileri imha etmekle kalmadı. İzlerini de sildi. Bugün Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı yerlerde onlardan iz bulamazsınız. Kiliseler doğa koşullarının tahribine bırakılmakla kalmadı, topa tutularak, dinamitlenerek yıkıldı. Anadolu’daki okulların hiçbiri artık yok.
Soykırım’da sadece insanlar kitleler halinde katledilmedi, okulları, kiliseleri, mezarlıkları, manastırları, işyerleri ile tüm bir toplumsal yapı yok edildi.
1915’te başlayan süreçte Anadolu’nun diğer Hıristiyan halkları, Süryaniler Nasuriler Ezidiler Keldaniler ve Rumlar da soykırıma uğratıldı. 20. yüzyılın başında bugünkü Türkiye sınırları içinde her beş kişiden biri, yani nüfusun % 20’si Hıristiyan, Yahudi, ya da Êzidi gibi farklı dinsel inançlara sahipti. Bugün bu oran binde 1’in altında. Doğal nüfus artışı yaşansa, Hıristiyan halklar imha edilmeseydi, bugünün nüfusuna oranlarsak, Hıristiyan ve Yahudilerin toplam nüfusunun 17 milyon kadar olması gerekiyordu. İmhanın boyutlarını anlamak için bu basit matematiksel hesap yeterli.
Soykırım yalnızca tüyler ürperten katliamlardan, nehirlerden cesetlerin akmasından, vadilerin parçalanmış insan bedenleriyle dolmasından ibaret değil. Soykırım ölümün tercih edildiği, ölümün kurtuluş olduğu, insanın insanlıktan çıkarıldığı korkunç bir sürgünden, yollarda saldırıya uğrama, açlık, hastalık ve tecavüzden, kuşaktan kuşağa aktarılan derin bir yaradan, tarif edilemez, telafi edilemez, bağışlanamaz bir zulümden ibaret de değil. Soykırım aynı zamanda soygun, talan, yağma, muazzam bir hırsızlık. Hırsızlık soykırım kurbanlarının, değeri hesaplanamayacak boyutlardaki taşınmaz mallarıyla, işlikler, bağlar, bahçeler, tarlalar, konaklar, evler, hastaneler, manastır ve kilise arazileriyle de sınırlı değil.
Bu en bilinen boyutuna ek olarak hırsızlık, üzerinde az konuşulan, az bilinen bir şeyi, düpedüz katledilen Ermenilerin bankalardaki hesaplarına, değerli eşya kasalarına el konulmasını da içeriyordu. Soygunun bu boyutunun tutarı 1915 yılının parasıyla 22 milyon dolar olarak hesaplanıyor. Ayrıca 20. yüzyılın başından itibaren Amerikan ve Fransız hayat sigortası şirketleri on binlerce Hıristiyan’a hayat sigortası yapmışlar, bunların değerinin de o zamanın parasıyla 20 milyon ABD dolarını aştığı tahmin ediliyor. İttihatçılar, bu hayat sigortası tazminatlarına da, resmi yazılarında “sahipleri öldü, mirasçıları da kalmadı, Osmanlı hazinesine devredilmelidir” diyerek göz koydular.
Ermeni Soykırımı 99 yıldır inkâr ediliyor. İnkârın, insanlığa karşı işlenmiş bu akla hayale sığmaz suçun gizlenmesinde bu büyük hırsızlığın da payı var. Bugünkü hırsızlık ve yolsuzluk düzeninin dibinde soykırımın büyük yağması yatıyor.
İnkâr, sadece “ben yapmadım” demek değil. İnkâr, “yaptık çünkü hak etmişlerdi” demek. Televizyonlarda devlet erbabının, inkârcı tarihçilerin, “saygın aydın ve yazarlar”ın, yüzleri kızarmadan soykırımı meşrulaştırmaları, yapılanı aklamaları demek. Türkiye toplumunun ağırlıklı kesiminin bu söylenenlere inandığını, hatta bunu duymak istediğini bilmenin güvenine sahip olmak demek. İnkâr, kurbanların anısına ve onların torunlarına hakaret etmek demek. İnkâr, soykırım kurbanlarını suçlu çıkarmak, buna devam etmek, onların çocuklarını ve torunlarını düşmanlaştırmak demek. İnkâr soykırımı, insanlık suçunu sürdürmek demek. İnsan hakları adına en kötüsü de, tüm bunlara seyirci kalan bir toplum yaratmak demek, onun desteğini almak demek.
Biz, insan hakları savunucuları diyoruz ki, soykırım bir politika, bir diplomasi, bir uluslararası ilişkiler konusuna indirgenemez. Soykırımın her şeyden, ama her şeyden önce devlet eliyle gerçekleştirilen en kitlesel insan hakları ihlali olduğu unutulamaz.
İnkâr en kapsamlı, en etkili, en kalıcı, en yaygın insan hakları ihlalidir, çünkü çarpan etkisiyle çoğalan sayısız insan hakları ihlaline kaynaklık eder, teşvik eder, cesaretlendirir.
Soykırım sonucu anayurtlarından kopartılıp dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermenilerin uğradıkları, hesaba da, sayıya da gelmeyecek kadar büyük kayıplarının telafisine yönelik talep, istek ve dileklerine yanıt verilmelidir. İnkâr, böyle bir telafi ve adaletin yerine gelmesi sürecinin de önünde engeldir.
Bu yüzden Ermeni Soykırımı’nın 99. yıldönümü olan 24 Nisan 2014 günü, İnsan Hakları Derneği’nin tüm şube ve temsilciliklerinde aynı anda bir kez daha var gücümüzle haykırıyoruz:
ARTIK YETER! ADALET VE HAKİKAT İÇİN ERMENİ SOYKIRIMI’NIN İNKÂRINA SON!
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ