22 Temmuz 2007 MİLLETVEKİLİ GENEL SEÇİMLERİ VE İHD’NİN GÖRÜŞ VE İSTEMLERİ

İnsan Hakları Derneği, 22 Temmuz 2007 milletvekili genel seçimlerine katılan ve Türkiye'yi yönetmek için halktan oy isteyen siyasi partilere ve bağımsız olarak seçimlere katılan adaylara ve kamuoyuna aşağıdaki görüşlerini açıklamaktadır:
1- Türkiye'nin anayasal ve yasal sistemi, Ecevit hükümeti (57. hükümet) döneminde gerçekleştirilen Anayasa'nın 34 maddesinin değiştirildiği 3 Ekim 2001 Anayasa değişikliklerine; bu Anayasa değişikliklerine uyum sağlamak için çıkarılan 6 Şubat 2002, 26 Mart 2002 ve 3 Ağustos 2002 tarihli üç uyum yasaları paketlerine ve 3 Kasım 2002 seçimlerinden sonra kurulan Gül Hükümeti (58. hükümet) ve daha sonra kurulan ve halen de devam eden Erdoğan Hükümeti 59. hükümet) dönemlerinde 2003, 2004 ve 2005 yıllarında çıkarılan 4.,5.,6.,7.,8. ve 9. uyum paketlerine karşın, halâ anti demokratik, farklılıkları reddeden, tekçi ve otoriter/totaliter niteliktedir.
Bilindiği gibi demokrasi, halkın kendi siyasi, hukuki, ekonomik, sosyal ve kültürel sistemini belirlemek için iradesini özgürce ifade etmesine ve yaşamının bütün yönlerine tam katılmasına dayanan sistemin adıdır. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin Başlangıcı’nda, dünya barışı için, Bildiride yer alan haklara ve özgürlüklere dayalı olmak üzere, her bir ülkedeki adil hukuk düzeninin önemi vurgulanır.
Türkiye’nin de dahil olduğu Avrupa Konseyi sistemi, Konsey Statüsü’nün 3. maddesinde, Konsey üyesi ülkelerin yurttaşlarına ve tüm insanlara, insan hakları ve temel özgürlüklerini hukukun üstünlüğü ilkesi uyarınca garanti ederler. Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. maddesinde de, Sözleşme’nin tarafı ülkeler, yargı yetkisi altındaki herkesin, insan hakları ve temel özgürlüklerini garanti ederler.
Bir ülkenin demokratik bir ülke olarak nitelenebilmesinin en başta gelen özelliği, o ülkede hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olabilmesidir. Hukukun üstünlüğü ilkesine dayanmak, insan haklarının korunmasında temeldir. Hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçirilebilmesinin şartı ise, yargı gücünün bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerine göre yapılandırılmış olmasıdır. Oysa bizzat Yargıtay Başkanlarının her yıl Adli Yıl açılış törenlerinde yaptıkları konuşmalarda değerlendirdikleri gibi, Türkiye yargısının bağımsızlık ve tarafsızlık ilkeleri ile yargıçlık güvenceleri açısından yapısal sorunları bulunmaktadır. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile ilgili Anayasa hükümlerinde ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Yasasında 25 yılı aşkın bir süredir, hiçbir değişiklik yapılmamıştır. Yargının araçsallaştırılması veya yargıya müdahale gibi durumlar, çağcıl hukuk sistemlerinde yaşanmaz. Oysa yargılananlardan bir tarafın muhalif kesimler yada güvenlik güçleri olmasına göre sonucun değiştiğini pek çok vakada gördük. Son olarak Türkiye’nin anti-militarist ve demokratik bir ülkeye evrilmesinde km taşı olabilecek ve yakın tarihimizde yaşanan birçok karanlık olayın açığa çıkartılabileceği yargılamalardan Şemdinli davasında başından itibaren yaşananlar, yargı bağımsızlığının güvence altında olmadığını göstermiştir. Nitekim bu yargılamada son olarak yerel mahkeme kararında direnen yargıçların görev yerlerinin değiştirilmiş ve ‘derin güç odaklarına dokunma’ nın sonuçları hatırlatılmıştır.
Hukukun üstünlüğü ilkesine çelişiklik arz eden başka bir durum da, bizzat Seçim ve Siyasi Partiler Yasalarının anti demokratik içeriği ile ilgilidir. Siyasi yasaklar, demokrasinin katılımcılık ilkesine ve temsilde adalet ilkesine aykırı %10’luk barajlarla ve dil yasaklarıyla; aynı zamanda ifade özgürlüğünün sınırlandırıldığı ve baskı altına alındığı koşullar altında seçimler gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
Sistem sivil otoritenin üstünlüğü ilkesine dayanmamakta, seçimlerle oluşan halk iradesinin yalnızca siyasi iktidarı belirlediği anlayışı hakim kılınmaya çalışılmaktadır. Siyasi iktidar dışında devlet iktidarının bulunduğu, bu iktidarın halk tarafından seçimle belirlenemeyeceği ve özellikle ordu merkezli güvenlik bürokrasisi, yargı ve YÖK gibi devlet kurumlarının devlet iktidarının bileşenlerini oluşturduğu dillendirilmektedir. Öylelikle halk iradesinin ortakları yaratılmaya çalışılmaktadır. Cumhurbaşkanı, devlet ideolojisinin varlığından ve herkesin bu ideolojiyi savunması zorunluluğundan söz etmektedir. Demokrasinin çoğulculuk ilkesi reddedilmektedir. Farklı fikirler tehlikeli olarak nitelenmektedir. Genelkurmay Başkanlığı, “Ne mutlu Türküm diyene!” demeyenleri düşman ilan etmektedir.
Türkiye modelinde sivil otoritenin üstünlüğü ve halk iradesine dayalı olarak ülke yönetimi ilkesi, belirtilen durumlarda, geçerliğini yitirmektedir.
2- İnsan Hakları Derneği, 1995, 1999 ve 2002 tarihli milletvekili seçimleri öncesindeki görüşlerinin çoğunu, esas itibariyle muhafaza etmektedir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz Anayasa ve yasa değişiklikleri arasında, barış dönemi/savaş dönemi ayrımı yapmaksızın ölüm cezasının kaldırılması gibi çok önemli; farklı dillerin öğrenilmesinde, radyo ve televizyonlarla yayın yapılmasında ilerleme sağlanması gibi sınırlı da olsa olumlu değişiklikler gözlense de, pek çok temel insan hakları sorunları hala çözülememiştir.
Görüşlerimizi, hukukun üstünlüğü, demokrasi, insan hakları ve azınlık hakları/ kültürel haklar çerçevesinde, değiştirilmesi, yürürlükten kaldırılması gereken hukuksal mevzuatı işaret ederek dile getirmek istiyoruz.
Bu talepler, aynı zamanda Türkiye’nin kendi iç barışının temellendirilmesinin koşul ve imkanları olarak da anlaşılabilir. Zira Türkiye, kendi sorunlarını demokratik araç ve yöntemlerle ve demokratik süreçleri işleterek çözme yoluna gittikçe, bölge barışına da, dünya barışına da katkıda bulunmuş olacaktır.
Milliyetçi/ırkçı/savaşçı söylemin yerini barışın diline ve sakinliğine bırakması Türkiye toplumunun yararına olacaktır. Barışın, Türkiye pratiğindeki somut anlamı, insan hakları ve demokratik standartları evrensel ölçütlere uygun halde mevzuata yansıtmak ve o ölçütlere uygun olarak uygulamaktır.
İnsan Hakları Derneği’nin, ülke içi ya da ülke dışı savaşı temel alan siyasi partilere oy verilmesini istemesi düşünülemez.Ya da açıkça ölüm cezasını geri getireceğini, idam infazlarını yapacağını deklere eden parti ya da adaylara oy verilmesini istemesi ve idam yanlıları karşısında tarafsız kalması düşünülemez.
İHD, çok, çok uzun yıllar önce, insan hakları ve özgürlüklerinden yana taraf olduğunu ilan etmişti. Şimdi tekrarlıyoruz: Oy verin! Oy vermek, demokratik bir haktır. Ülkeyi bugünkü etkisi sınırlı imkanlarla da olsa yönetecek kişileri seçme hakkınızı kullanın. Bu her şeyden önce yurttaş olarak sizin hakkınız.
Kime oy vereceğinize karışamayız.
Ama insan hakları ve özgürlüklerini savunanlara verin!
İnsan haklarını ihlal edenlere/ edeceğini ilan edenlere oy vermeyin!
Çocuk ölümlerine karşı kayıtsız kalanlara, işkence/yargısız infaz gibi insanlığa karşı suç işleyenlerin cezasız kalmasını sağlayanlara oy vermeyin!
İnsan hakları ve özgürlüklerini koruyacak ve geliştireceklere, onların partilerine ve adaylarına oy verin!
Barış, emek ve demokrasi yanlılarına oy verin!
“Özgürlük, barış, eşitlik, kardeşlik” çağrısı yapanlara, oy verin!

Mevzuat Yönünden Taleplerimiz


A) Anayasa değişikliği:

İHD kurulduğu 1986'dan beri 12 Eylül Askeri darbesinin bir ürünü olan 1982 Anayasası'nın bir defada ve tümüyle değiştirilmesini istemektedir. Anayasa, insan hakları ve özgürlüklerine dayanmalıdır.
Anayasa değişiklikleri, hazırlanışı ve kabul ediliş süreçleriyle de katılımcı ve demokratik olmalıdır.
Demokrasinin çoğulculuk, katılımcılık ve açıklık ilkeleri anayasada yaşam bulmalıdır.
B) Hukukun üstünlüğü ilkesi çerçevesinde yapılması gerekli değişiklikler:
İnsan hakları ve temel özgürlükler ancak hukukun üstünlüğü ilkesine dayanılarak hukuk tarafından korunacağı için:
1) Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, bağımsızlık, tarafsızlık ilkelerine uygun olarak yeniden yapılandırılmalıdır.
2) Barolar üzerinde Adalet Bakanlığının vesayeti kaldırılmalıdır.
3) Askeri Mahkemelerin varlığına son verilmelidir. Ya da pek çok Avrupa ülkesindeki uygulamaya benzer düzenleme yapılmalıdır.İlkece asker, sivil tüm yurttaşların doğal ve sivil yargıda (mahkemelerde) yargılanmaları sağlanmalıdır.
4) Yüksek Askeri Şura kararlarına ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu kararlarına karşı yargı yolu açılmalıdır.
5) Terörle Mücadele Kanunu yürürlükten kaldırılmalıdır.
6) Bağımsız ve tarafsız yargının yapılandırılması için,
6-1. Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin değiştirilerek kabulü hakkında kanun,
6-2. Hakimler ve Savcılar Kanunu,
6-3. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu
6-4. Avukatlık Kanunu
6-5. Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun
6-6. Askeri Hakimler Kanunu
6-7. Askeri Mahkemeler Kuruluş ve Yargılama Usulü Kanunu
6-8. Askeri Yargıtay Kanunu
6-9. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanunu
6-10. Danıştay Kanunu
6-11. İdari Yargılama Usulü Kanunu,
değiştirilmelidir.

C) Demokrasi, insan hakları ve kültürel haklar çerçevesinde değiştirilmesi gereken yasalar:

Düşünce, dil, din, inanç ve kültür özgürlüklerini sınırlandıran, yasaklayan ve cezalandıran hükümler içeren aşağıdaki yasaların ilgili hükümleri yürürlükten kaldırılmalıdır.
Türk Ceza Yasası,
Sinema ve Müzik Eserleri Kanunu,
Radyo ve Televizyon Kuruluşu ve Yayın Kanunu,
Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu,
Siyasi Partiler Kanunu.

Örgütlenme özgürlüğünün ve ülke yönetimine katılma hakkının sağlanması için de
Siyasi Partiler Kanunu,
Milletvekili Seçimi Kanunu,
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun,
Sendikalar Kanunu,
Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı kanunu, 
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu,
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu değişiklikleri,
Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu,
Grev ve Lokavt Kanunu
kapsamlı değişikliklere tabi tutulmalıdır.

Sivil otoritenin halk iradesine dayalı oluşundan hareketle, Milli Güvenlik Kurulu'nun Anayasal bir organ oluşuna son verilmelidir.

Milli Güvenlik Kurulu ve Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kanunu yürürlükten kaldırılmalıdır.

D) Uygulamada insan haklarının öne çıkan özel kategorileri konusunda tam bir kararlılık istiyoruz:

1) Genel Af ilan edilmelidir. Toplumsal barışın tesisi ve yüksek standartlı demokrasiye başlangıç için genel af gereklidir.
2) İfade özgürlüğü tam bir koruma altında olmalıdır.
3) BM İşkencenin Önlenmesi Sözleşmesi'ndeki işkence tanımı Ceza Yasası'na alınmalı, işkencenin önlenmesi için yasal, idari, yargısal ve eğitsel önlemler mutlaka alınmalıdır.
”İşkenceye sıfır tolerans” anlayışı sözde kalmamalı yaşama geçmelidir. Seçmeli Protokol onaylanarak işkenceciye toleransa son verilmelidir!
4) F tipi cezaevleri ve Tek Kişilik Cezaevi uygulaması olan İmralı Özel Tip Cezaevi kapatılmalıdır. F tipi cezaevleri hücre (tecrit) esasına dayalıdır. Halâ tecrit amacından ve uygulamasından vazgeçilmiş değildir. Tecrite son verilmeli ve tutuklu ve hükümlülere insan onuruna saygı temelinde yaklaşılmalıdır.
5) İnanç özgürlüğü meselesi;
a) Devlet laiklik ilkesinin gereğini yerine getirmelidir. Dinler ve inançlar karşısında tam bir tarafsızlık sergilemelidir. Yurttaşların dini inançlarına karışmamalıdır. Bir dini, bir mezhebi desteklemekten ve taraf tutmaktan vazgeçmelidir. Zorunlu din dersi uygulamasına son vermelidir.
b) Alevi yurttaşların inancı ve kültürü üzerindeki baskılara ve ayrımcı uygulamalara son verilmelidir.
c) Başörtüsü sorunu, siyasal yaklaşımlarla değil insanların kişisel haklarına saygı çerçevesinde çözülebilir. Başörtüsü yasağı aynı zamanda kadına yönelik şiddettir. Yurttaşların kılık kıyafetine karışılmamalıdır. Özellikle kamu hizmeti alan pozisyonda bulunan öğrencilere yönelik baskıcı uygulamalara son verilmelidir.
d) Azınlık statüsündeki yurttaşlarımızın, eğitim alanında ve vakıflarının çalışmalarındaki yaşadıkları zorluklar; mülk edinmeleri, edindikleri mülklerin bakımını yaptırmaları ve tasarruflarda bulunmaları; kamu hizmetlerine girme ve yararlanmada karşılaştıkları sorunlara, insan haklarına saygı çerçevesinde yaklaşılmalı ve bu sorunları çözülmelidir. Azınlık statüsündeki yurttaşlarımıza gerek eğitim kurumlarındaki materyaller gerekse basın-yayın alanındaki kullanılan dille gerçekleştirilen aşağılayıcı, onur kırıcı üsluptan vazgeçilmeli; her türlü ayrımcı, dışlayıcı ve aşağılayıcı muameleye karşı çıkılmalıdır. Ermeniler, Rumlar, Museviler, Çingeneler (Romanlar), Asuriler, Keldaniler, Araplar, Süryaniler, Türkiye’nin diğer vatandaşları gibi, Türkler, Kürtler, Çerkezler, Gürcüler, Lazlar ve daha pek çoğu gibi, bu ülkenin sahibidir ve saygıdeğerdirler.
Tümümüz eşitiz ve kültürlerimiz, dillerimiz, inançlarımız eşdeğerdir.
Devlet nezdinde böyle muamele gösterilmelidir.
6) Kadın hakları temel insan haklarıdır. Hayatın her alanında erkeklerle kadınlar eşit olmalıdır. Yalnızca mal paylaşımı ve aile içi eşitlik değildir söz konusu olan. Kadına yönelik her türlü fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik şiddetin ortadan kaldırılması için idari ve adli önlemler artırılmalı ve uygulama sorunlarına son verilmelidir. İnsanlık nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar, yaşamın tüm alanlarında da; okulda, evde, işyerinde, parlamentoda, siyasette, sivil toplum örgütlerinde aynı oranda temsil edilmelidir.
7) Çocuklar, gençler, engelliler ve yaşlılarla ilgili mevzuat ve uygulamalar kökten değiştirilmelidir. Engellilerle ilgili kısa bir bilgi verecek olursak;
a) Engellilerin %39’u okuma yazma bilmemektedir.
b) %50’ye yakını sağlık hizmetlerinden yararlanamamaktadır.
c) %78’i işgücüne dahil değildir.
8) Cinsel eğilim hakkını kullananlar, insan onuruna uygun muamele görmelidirler. Homofobiyle etkin mücadele edilmelidir.
9) Kürt sorunu, Türkiye’nin en temel sorunudur. Bu bir insan hakları ve demokrasi sorunudur. Ancak barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülebilir; şiddet sorunu çözmede araç olmaktan tamamen çıkartılmalıdır.
Bölge için ekonomik, sosyal ve kültürel boyutları olan bölgesel kalkınma ve gelişme planları hazırlanmalıdır. Bu planların oluşum ve uygulama sürecine, özellikle bölgedeki sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşlarının katılımı sağlanmalıdır. Yoksulluk sadece bölgeler arası gelişmişlik farkıyla açıklanabilir olmaktan çıkmıştır; aynı zamanda daha yoksul olan ‘öteki’ olan, ötelenen, reddedilen etnik kimlikle özdeşleşecek duruma gelmiştir.
Zorla göç ettirilenlerin mağduriyetleri giderilmelidir. Çıkarılan yasalar son derece yetersiz olup gerçek bir tazminden bahsetmek olanaksızdır. Köye gönüllü ve güvenlik içersinde dönüşün koşulları yaratılmalıdır.
Mağduriyetler için tazminat ödenmesi dahil, faizsiz kredi, malzeme ve benzeri destekleyici önlemlerle yaralar sarılmalıdır.
Koruculuk sistemine son verilmelidir.
Bölge mayınlardan temizlenmelidir.
Faili meçhul cinayetler, köy yakmalar, gözaltında ölümler ve tecavüzlerin failleri bağımsız yargı önüne çıkartılarak Geçmişle Yüzleşme ve Hesaplaşma sağlanmalıdır. Böylelikle Türkiye halklarının yaralanan vicdanı adaletle sarılabilir.
Kürt sorunu insan hakları ve demokrasi sorunu olma özelliğini taşımaktadır. O nedenle, baskı ile değil, insan hakları ve demokrasi değerleri ile konuya yaklaşmak gerekir. Herkes gibi Kürtler de kendi dillerini ve kültürlerini öğrenme, kullanma, koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Ad yasaklarına, yerleşim alanlarının adlarının değiştirilmesi uygulamalarına son verilmelidir.
9 Haziran 2007 tarihinde Güneydoğu bölgesinde bulunan Siirt, Hakkari ve Şırnak İlleri güvenlik bölgesi ilan edildi. Bu uygulama ile her üç şehre giriş ve çıkışlar izne tabiidir. Vatandaşlara ait bütün araçlar gerektiğinde güvenlik güçleri tarafından kayıt altına alınmaktadır. Bu uygulama T.C Anayasasının 15. maddesinin yanı sıra AİHS 15. maddesine de aykırıdır. Ve kişi güvenliği, özgürlüğü ile ilgili yasal ve anayasal hakları askıya almaktadır.
10) Demokrasinin, açıklık, katılımcılık ve çoğulculuk ilkesi gereği, hemen hemen pek çok parti programında yer aldığı gibi, herkes köyünün, kentinin ve ülkesinin yönetimine, kenti, köyü ve ülkesi için alınacak tüm karar süreçlerine katılımının sağlanması gerekir. Avrupa Konseyi Özerklik Şartı ve Kentli Hakları Deklarasyonu'nun yol gösterici ilkeleri benimsenmelidir.
11) Çevre, insanlığın ortak malvarlığından yararlanma, gelişme ve barış hakları dayanışma hakları başlığı ile Anayasal hüküm haline getirmelidir.
12) Türkiye fay hatları üzerindeki bir ülkedir. Büyük bir kısmı deprem riski taşımaktadır. Bilim insanlarının ve meslek örgütlerinin uyarıları doğrultusunda, konu ile ilgili olarak hükümetler düzeyinde inisiyatif alınmalı, yerleşim alanlarındaki imar ve inşa faaliyetleri kamunun desteği ile hızla gerçekleştirilmelidir. İnsanların hayatlarının deprem riski nedeniyle garantiye alınması devletin öncelikli görevi olmalıdır.
13) Çevre ile ve Küresel ısınma ile ilgili ulusalüstü belgelerin tarafı olunmalı, ülke içersinde o belgelerde yer alan ilkelere uygun davranılmalı ve halkın doğru bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi sağlanmalıdır. Mağduriyet yaşayan bölgelerde önlemler hızla ve etkili biçimde alınmalıdır.
E) Ekonomik ve Sosyal Haklar AçısındanYaklaşımımız:
İHD, insan haklar ve demokrasi ile, kalkınma ve gelişme arasında, başka bir ifadeyle, ekonomi arasında doğrudan bağ bulunduğu görüşündedir. O nedenle de, daha çok demokrasinin, daha çok özgürlüğün, ekmekle ilişkisini kurmaktadır. Siyasi demokrasi, ekonomik ve sosyal hakları elde etmenin, korumanın ve geliştirmenin güvencesini oluşturur.
Türkiye’nin siyasi demokrasisinin gerçek bir demokrasiye tekabül etmeyip, otoriter/totaliter özellik taşıması, toplumun çeşitli sınıf ve tabakalarının, milli (toplam) gelirden aldığı payı da olağanüstü ölçüde etkilemektedir. Sınıf ve tabakalar arasındaki gelir dağılımıyla ilgili ilke, sosyal adalet ilkesidir. ”Türkiye’de gelir dağılımı adaletsizliği vardır” demek bir durumu ifade eder. Adaletsizlik, aynı zamanda, kentler ve bölgeler arasında da keskindir. Bu durumun temel nedeni demokrasi eksikliğidir.
Sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkı, konut hakkı gibi haklarla ilgili olarak da, güvencelerin oluşabilmesi ancak siyasi demokrasi ile mümkündür. Türkiye’nin otoriter/totaliter sistemi, kimi konuların sorgulamasını da yasaklamaktadır. Örneğin savunma harcamaları kapalı bir alandır. Türkiye’nin neden dünyanın en büyük silah alıcısı ülkelerinden olduğu sorulamamakta ve cevaplandırılamamaktadır. Türkiye’nin parasız eğitim hizmetini yurttaşlarına sağlayabilmesi, kişi başına düşen ulusal gelirini arttırabilmesi ve her yurttaşına insan onuruna uygun koşullarda yaşama olanağı ve fırsatını sunabilmesi, siyasi sistemini insan hakları ve demokratik standartlara uygun hale getirmesine bağlıdır.
Sonuç olarak, insanlık ailesinin karşı karşıya bırakıldığı ‘güvenlik mi özgürlük mü’ ikilemine karşı kendi yurttaşlarına güvenen, güvenlikçilik yerine temel hak ve özgürlükleri esas alan, tüm sorunlarını demokratik yöntemlerle çözen ve farklılıkları zenginlik olarak addeden, tüm ötekileştirilenlerin sesi ve temsilcisi olan, ayrımcılığa uğrayanların haklarını kollayan, toplumsal barışı ve yoksullukla mücadeleyi temel hedef alan, insan onuruna uygun bir yaşam tesis edebilecek milletvekillerinden oluşan bir Parlamento çok şeyi değiştirir inancındayız.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Bir cevap yazın