Bilindiği gibi İHD tarafından 1995 yılından beri her yıl 17-31 Mayıs arası günler Kayıplar Haftası olarak anılmakta ve çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. İHD İstanbul Şube Kayıplar Komisyonu ve kayıp yakınları tarafından 27 Mayıs 1995 yılında İstanbul Taksim İstiklal Caddesi Galatasaray Lisesi önünde kayıplar için oturma eylemleri başlatılmıştır. Daha sonra bu eylemlere katılan kayıp yakını annelerin çokluğu nedeni ile Cumartesi Anneleri ismi de verilmiştir. Cumartesi Anneleri ve kayıp yakınları devletin her türlü yıldırma, korkutma ve baskı yöntemlerine rağmen oturma eylemlerini ısrarla sürdürmüştür. Oturma eylemleri 200.haftasına ulaştığında eylemlere ara verilmiştir. İHD Genel Merkezinin almış olduğu kararla oturma eylemleri 7 Şubat 2009 tarihinden itibaren tekrar başlatılmıştır. O tarihten beri de kesintisiz olarak oturma eylemleri İstanbul dışında Diyarbakır, Şanlıurfa, Batman, Mardin, Hakkâri ve Şırnak’ta düzenli olarak sürdürülmektedir.
Kayıplar için oturma eylemlerinin 20.yılını geride bırakacağız. Bu nedenle İHD şube ve temsilciliklerinin bulunduğu tüm illerde bugün kayıplar için oturma eylemi yapılacak ve bir kez daha “Kayıplar Bulunsun, Failler Yargılansın” denecektir.
İHD verilerine göre 940 civarında kişinin 12 Eylül 1980 darbe sürecinden bu yana gözaltında kaybedildiği, bunlardan yaklaşık yarısının cenazesine ulaşıldığı, diğer yarısının ise hala akibetinin belli olmadığı bilinmektedir.
Türkiye’de 2004 tarihinden sonra gözaltında kayıp vakalarına rastlanmamaktadır. Ancak siyasal iktidar gözaltında kayıpların akıbetinin bulunabilmesi amacı ile bugüne kadar sembolik bir iki girişim dışında esaslı hiçbir adım atmamıştır. 2009 yılında Başbakanın kayıp yakını anneler ve İHD İstanbul Şube yöneticileri ile yaptığı toplantıda vermiş olduğu sözler yerine getirilmemiştir. Sadece Cemil Kırbayır ve Tolga Baykal Ceylan’ın akıbetlerinin bulunabilmesi amacı ile TBMM İnsan Hakları Komisyonu bünyesinde 2 ayrı alt komisyon oluşturulmuş, bu komisyonların hazırlamış olduğu raporlara uygun olarak hala Cemil Kırbayır ve Tolga Baykal Ceylan’ın akıbetleri ortaya çıkarılamamıştır. Özellikle Cemil Kırbayır dosyasında Kars Cumhuriyet Savcılığı’nın görevini yapmaması ve bu duruma Adalet Bakanlığının seyirci kalması Türkiye’de uygulanan cezasızlığın tipik bir örneğini oluşturmuştur. Bunun dışında Başbakanın söz vermiş olmasına rağmen BM Kayıplar Sözleşmesinin hala imzalanıp onaylanmamış olması siyasal iktidarın en büyük ayıpları arasında sayılabilir.
Gözaltında kayıp insanlığa karşı bir suçtur. Kayıp yakınlarına “hiçlik” duygusu yaşatan bu suç esasen sürekli olarak işlenen bir suçtur. Cumartesi Annelerinin ve kayıp yakınlarının gözaltında kaybedilen yakınları ile ilgili umut dolu bekleyişleri umutsuzluğa dönüşmekte ve onlara her gün ayrı bir işkence yaşatmaktadır. Hiçbir siyasal iktidar böylesi bir uygulamayı sürdüremez ve sürdürmemelidir.
Türkiye’de gözaltında kayıpların akıbetinin araştırılması amacı ile çeşitli Cumhuriyet Savcılıkları tarafından yapılan çalışmalar sonucu bazı vakalar aydınlatılmış ve sorumlular hakkında sembolik davalar açılmıştır. Bu davaların tamamı dava nakli yolu ile olayın yaşandığı yer dışında başka illere nakledilmiş ve böylece sanıklar devlet tarafından koruma altına alınmıştır. Dava nakli yolu ile mahkemelerin etkili kovuşturma yapması engellenmiş ve delillere ulaşmada engeller çıkarılmıştır. Dava nakli yolu esasen Türkiye’deki cezasızlığın bir başka boyutta uygulandığı tipik bir olumsuz örnektir.
Gözaltında kayıplar ile ilgili olarak karşımıza çıkarılan diğer bir önemli sorun ise zamanaşımı sorunudur. 20 yıllık zaman aşımı gerekçe gösterilerek son 20 yıldan önce yaşanan gözaltında kaybetme vakaları ile ilgili failler korunmuş ve böylece cezasızlık sürdürülmüştür. Bu hususta çeşitli başvurular yapılmış ve halen Anayasa Mahkemesi’nin kararı beklenmektedir.
İHD Kayıplar Komisyonu gözaltında kayıplar ile ilgili zamanaşımı kuralı uygulanmaması ile ilgili olarak kampanyasını sürdürmektedir. Seçimlerden sonra oluşacak Parlamentoya verilecek dilekçelerle insanlığa karşı suçlarda zaman aşımının uygulanmaması için gerekli kanun değişikliklerinin yapılması talep edilecektir.
Gözaltında kayıpların akıbetini araştırırken Türkiye’deki toplu mezar gerçeğinden bahsetmemek olamaz. Derneğimizin verilerine göre tespit edilebilen 253 toplu mezarda 3248 kişinin gömülü olduğu tahmin edilmektedir. Bu sayının daha da büyüyeceğinden de endişe edilmektedir. Türkiye’de toplu mezar gerçeği ortaya çıkarılmasına rağmen ilgili savcılıklar toplu mezarların açılmasında BM Minesota Protokolünü ve Kızılhaç’ın ilgili rehberini uygulamakta direnç göstermektedirler. Türkiye’deki en önemli sorunların başında gelen toplu mezarların açılması ve delillerin tespit edilerek faillerin ortaya çıkarılması sorunu bütün yakıcılığı ile devam etmektedir.
Gözaltında kayıplar başta olmak üzere Türkiye’deki insanlığa karşı suçların hangi nedenlerle işlendiğinin ve bu suçları işleyen faillerin açığa çıkarılabilmesi için kanunla kurulacak bir özel hakikat komisyonuna ihtiyaç olduğunu belirtmek istiyoruz. Siyasal iktidarın hakikat komisyonu kurmamakta ki ısrarı Türkiye’deki cezasızlığın sürdürülmesi bakımından politika değişikliğine gidilmediğini göstermektedir.
Sonuç olarak;
Türkiye, zorla kaybetmeler konusunda, diğer pek çok konu başlığında olduğu gibi (zorla yerinden etmeleri, işkenceler, insanlığa karşı suçlar, soykırım, savaş hukuku ihlalleri, faili meçhul siyasal cinayetler, yargısız infazlar) geçmişle yüzleşmeyi yaşamalıdır.
*Bunun için bir yasa çıkarılmalıdır.
*Yasayla hakikatleri araştıracak, geniş yetkilerle donatılmış bir komisyon kurulmalıdır.
*Türkiye, Birleşmiş Milletler Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına dair Uluslararası Sözleşme’nin tarafı olmalıdır.
*Türkiye, ceza kanununda Sözleşmede de belirtildiği gibi zorla kaybetmeyi yasaklayan ve bu suçu bir insanlık suçu olarak niteleyen hükme yer vermelidir.
* Böylelikle zorla kaybetme bakımından zamanaşımının işlemeyeceği garanti altına alınmalıdır.
*Türkiye, kapsamlı bir şekilde kayıplar ve toplu mezarlar konusunda insan hakları ve diğer ilgili sivil toplum örgütleriyle işbirliği ile toplu mezarları ulusalüstü insan hakları belgelerine uygun şekilde ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 86 ve 87.maddelerine uygun şekilde açmalı ve süreç Jordan Prensiplerinde öngörüldüğü gibi işlemelidir.
*Türkiye hızla DNA bankasını oluşturmalıdır.
*Savcılar resen harekete geçmeli ve kayıp vakalarının yaşandığı dönemlerdeki emniyet ve jandarma birimlerinin sorumlularını tespit etmelidir.
*Benzer olayların tekrarının önlenmesi bakımından gözaltına alınan kişilerin avukatları ile görüşmesini engelleyen ve kamuoyunda “iç güvenlik yasası” olarak bilinen yasa ve diğer düzenlemeler yürürlükten ve uygulamadan kaldırılmalıdır.
*Adli kolluk kurulmalı ve doğrudan doğruya cumhuriyet savcılarına bağlanmalıdır.
*Soruşturma ve kovuşturma makamları kamu görevlilerinin karıştığı olaylar bakımından uyguladıkları cezasızlık politikasından vazgeçmelidir.
Hak savunucuları olarak tüm siyasal partilere ve demokratik kamuoyuna sesleniyoruz;
Türkiye’deki gözaltında kayıpların akıbetinin bulunması ve faillerinin ortaya çıkarılması mücadelemizde bizimle birlikte olun.
Unutmayın ki adalet iyileştirir.
Adalet arayışımız sonuç alıncaya kadar devam edecektir.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ