Ülkemizde devam eden çatışmalı ortam, yarattığı acıları katlayarak canımızı yakmaya devam ediyor. Her gün askerler, polisler, örgüt militanları ve siviller yaşamını yitiriyor. Birazdan, sizlerle bu çatışmalı ortam sonucunda ortaya çıkan korkunç bilançoyu ve meydana gelen ağır insan hakları ihlallerini kategorik başlıklar altında paylaşacağız.
Bildiğiniz gibi TBMM’de tartışmalı bir şekilde görüşülen ve referanduma gitmesi kararlaştırılan anayasa değişikliği teklifi, Türkiye siyasetinin gündeminde ilk sıralarda ve tartışmalı bir şekilde ele alınmaya devam ediliyor. Türkiye’nin idari yapısına ilişkin değişiklikler içeren ve 18 maddeden oluşan bu anayasa değişikliği paketi, toplumsal bir uzlaşmanın sonucu olarak açığa çıkmadığı gibi, açıkça ifade etmek isteriz ki Türkiye’nin demokratikleşme ve barışçıl bir toplum oluşturma çabalarına hizmet etmemektedir. Hiç kuşkusuz sivil, demokratik ve çoğulcu bir anayasa, yükselen toplumsal bir talep olarak karşımızda durmaktadır. Etnik köken, dil, din, kültür ve farklılıkların gözardı edilmediği, farklı toplumsal kesimlerin ortak taleplerinin yer aldığı, düşünce ve ifade özgürlüğünün güvence altına alındığı yeni bir anayasa çalışması vakit kaybetmeksizin başlatılmalıdır. Bu süreçte, sivil toplum kuruluşlarının desteği alınmalıdır.
2015 yılının Temmuz ayından bu yana Türkiye ve özelinde bölgeyi kasıp kavuran şiddetli çatışmaların yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Asker, polis, örgüt militanı ve sivillerin gün aşırı yaşamını yitirdiği bu süreçte, 90’lı yıllarda çokça tanıklık ettiğimiz ağır insan hakları ihlalleri de farklı boyutlarda yeniden toplumun gündemine girmiş bulunmaktadır. Bu çatışmalı ortamının sürdürülmesinin ülkenin geleceğine ve toplumun demokratikleşmesi önündeki engellerin kaldırılmasına hiçbir katkı sunmayacağı gibi, belki de telafisi güç tahrip edici etkiler oluşturacaktır. Kürt Sorunu’nun çözümünde on yıllarca denenen şiddete dayalı, tekçi devlet politikalarıyla yol alınmayacağı somut bir gerçekliktir. Ülkenin acil olarak toplumsal barış ve huzur ortamına ihtiyacı var. Bu nedenle de çatışma ortamını sona erdirecek şekilde müzakere koşullarının sağlanması amacıyla çatışmasızlığa geri dönülmelidir.
Bölgemizde insan hakları ihlalleri, maalesef 2016 yılında da yaşanan çatışmalı ortamlar ve aylardır devam eden OHAL uygulamaları nedeniyle sistematik bir şekilde ve artış göstererek devam etmektedir. Sivil yargısız infazlar, işkence ve kötü muamele, toplanma ve gösteri hakkına yönelik müdahaleler, düşünce ve ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, kadına ve çocuklara yönelik şiddet, ekonomik ve sosyal haklardaki kayıplar gibi pek çok değişik ve kategorik konularda ihlaller açığa çıkmıştır.
15 Temmuz’da gerçekleşen darbe teşebbüsü ardından ilan edilen ve halen devam eden OHAL uygulamaları, hükümet politikalarına eleştirel yaklaşan veya barış savunuculuğu yapan toplumsal muhalif kesimleri hedefine almıştır. OHAL kapsamında yayınlanan KHK’lerle pek çok toplumsal kesim ağır hak ihlallerine ve mağduriyetlere maruz bırakılmıştır.
Sendikal faaliyetlerde bulunan binlerce kamu çalışanı, somut hiçbir delil bulunmamasına rağmen önceden fişlenerek ve “terör faaliyetlerine destek olmak” ile suçlanarak açığa alınmış, kimileri gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Üniversitelerde görev yapan akademisyenler ve yüzlerce kamu çalışanı ise hiçbir soruşturmaya gerek duyulmaksızın haksız bir şekilde ihraç edilmiştir.
HDP Eş Genel Başkanlarının da aralarında bulunduğu 11 HDP’li parlamenter Türkiye’nin değişik cezaevlerinde tutuklu bulunmaktadır. Yasama organı üyelerinin cezaevlerinde tutulduğu bir başka ülke olmadığı gibi tutuklamaların haksız ve politik nedenlere bağlı olarak gerçekleştiği bilinmektedir. KHK ile hayata geçirilen bir başka anti-demokratik uygulama da kayyım atamalarıdır. Halk iradesi ve tercihi ile işbaşına getirilen belediye yönetimlerine kayyım atanarak milletvekillerinin tutuklanması durumunda olduğu gibi seçmen iradesi yok sayılmıştır. 2016 yılında 49’u DBP’li olmak üzere 52 belediyeye kayyım atanırken onlarca belediye başkanı ve meclis üyeleri ise gözaltına alınıp tutuklanmıştır. Kimi belediye başkanları hakkında ise soruşturmalar ve onlarca yıl ceza istemiyle davalar açılmıştır.
Basına yönelik ağır baskı ve sansür; gazete, televizyon ve radyoların kapatılmasına kadar vardırılmıştır. Bugün 131 gazetecinin cezaevinde bulunduğu ve 229 gazetecinin yargılandığı Türkiye’de, gazetecilerin haber üretmelerine yönelik engelleyici tutumlar geliştirilmiş, sarı basın kartlarına el konulmuş, gazeteciler gözaltına alınıp tutuklanmış ve işsiz bırakılmıştır.
İfade ve örgütlenme hürriyeti de valilikler ve kaymakamlıklarca alınan yasaklama kararları ile bir bütün olarak baskı altına alındı. Açık hava toplantıları, demokratik gösteri, yürüyüş ve etkinlikler ‘güvenlik’ gerekçe gösterilerek yasaklandı. Bu anti-demokratik uygulama karşısında tepki gösterenler ise kolluk kuvvetlerinin sert müdahalelerine maruz kalarak engellendi. 171’i bölge kentlerinde olmak üzere insan hakları, hukuk, çocuk, kadın odaklı savunuculuk faaliyetleri yürüten yüzlerce dernek, haklarında hiç soruşturma bulunmaksızın ‘terör örgütleri ile ilişkili oldukları’ suçlamasıyla ve yayınlanan KHK’ler ile kapatılmıştır.
OHAL ile birlikte gözaltında veya gözaltı yerleri dışında işkence ve kötü muamele vakalarında artış meydana geldi. 30 günlük gözaltı süresi ve avukat görüşmelerine getirilen kısıtlamalar başlı başına ağır bir hak ihlali iken yurttaşların fiziki ve psikolojik işkenceye maruz kalması ise kabul edilebilir değildir. Anayasada ve yine Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere göre işkence mutlak olarak yasaktır! Bir başka işkence merkezi ise cezaevleri olmuştur. İdari uygulamalar neticesinde artış gösteren başta sürgünler olmak üzere pek çok konuda ihlaller meydana gelmektedir. İşkence ve kötü muameleye maruz kalan mahpusların sağlık ve iletişim hakları ihlal edilmekte, mahpuslar çeşitli disiplin suçları ile tecrit ve izolasyona tabi tutulmaktadır. Özellikle sağlık hakkı ihlallerinin hala devam ettiğini, derneğimizin tespit ettiği verilere göre 323’ü ağır olmak üzere 905 hasta mahpusun cezaevlerinde adeta kaderine terk edilmiş durumda olduğunu ifade etmek istiyoruz.
OHAL uygulamaları ve çatışmalı ortam nedeniyle bir başka hak ihlaline yol açan konu ise özel güvenlik bölgeleri ve sokağa çıkma yasakları ilanları oldu. Kırsal yerleşim bölgelerini de kapsamına alan yüzlerce bölge, askeri operasyonlar yapılacağı gerekçesiyle özel güvenlik bölgesi ilan edilmiş, yine pek çok kez sokağa çıkma yasakları ilan edilmiştir. Yasaklamalar kırsal yerleşim alanlarından yaşayan yurttaşların doğal ve rutin hayat akışını etkilemiştir. İletişim, sağlık ve eğitim haklarının kullanımında aksaklıklara neden olurken hayvancılık ve tarım faaliyetleri durma noktasına gelmiştir. Kimi köylere askerlerce düzenlenen baskınlarda ise yurttaşların işkence ve kötü muameleye maruz kaldıkları iddia edilmiştir.
Kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, maalesef 2016 yılında da artış göstererek devam etti. Kadınların eril şiddete karşı korunmasını güvence altına alan yasal boşlukların varlığı ile yapıcı politikaların yoksunluğu, var olan yasaların da idari uygulamada işlerlik kazanamaması nedeniyle kadınlar her gün öldürülüyor ve şiddet mağduru oluyorlar. Yine toplumsal yaşamımızda en fazla hak ihlaline maruz kalan kesim arasında yer alan çocuklar, aile içi şiddet ve toplumsal alanda maruz kaldıkları şiddet sonucu katlediliyorlar. Yine çatışmalı ortamların varlık gösterdiği bölgelerde sahipsiz bırakılan patlayıcılar sonucu, çocukların yaralanmalarına ve yaşamlarını yitirişine tanıklık ediyoruz. Son bir yılda çocuklara yönelik artış gösteren cinsel istismar vakalarındaki artış dikkat çekerken çocukların haklarını güvence altına alan yasaların yetersizliği veya uluslararası sözleşmelerden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmediği görülmektedir.
Biz insan hakları savunucuları her koşul altında dil, din, ırk, milliyet, cinsiyet, etnik ve kültürel farklılık ayrımı yapmadan yaşam hakkının kutsallığına inandık, bunun için mücadele ettik ve etmeye de devam edeceğiz. Çünkü demokratik bir yaşamın ve ihlalsiz bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz.
Bu temelde, ağır insan hakları ihlallerine yol açan OHAL’in bir an önce kaldırılması talebinde bulunuyor, çatışmalı ortamın bir an önce son bulmasını, kalıcı bir çatışmasızlık halinin ve çözüm sürecinin yeniden müzakere edilmesi umuyoruz. Özgürlüklerle dolu, onurlu bir yaşam temenni ediyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ DİYARBAKIR ŞUBESİ