Değerli Basın Mensupları,
Türkiye demokratikleşme alanında sancılı bir dönem yaşıyor. Sancılar, değişim ve dönüşümün yapısal nitelik taşımasından kaynaklanıyor. Bir taraftan, Avrupa Birliği ile ilişkilerden bağımsız olarak Türkiye demokratik kamuoyunun çok uzun yıllardır gündeminde olan demokratikleşme konuları, diğer taraftan bir realite olarak Avrupa Birliği ile ilişkilere göre 1999 Helsinki Zirvesinden sonra şekillenen bir takvim var.
Güncel olduğu için birkaç konuya ilişkin görüşlerimizi sizlerle paylaşmak isterim:
Demokratikleşme süreci, yalnızca ölüm cezası ve anadilde eğitim sorunundan ibaret değildir. Bu iki konudaki tartışma süreci öncelikle demokratik ortamı, başka bir ifade ile serbest tartışma ortamının yaratılmasını zorunlu kılmaktadır. Bir ülkenin yurttaşları, yurttaşlarının oluşturduğu demokratik kitle örgütleri -dernekler,sendikalar- ya da siyasal partiler; siyasal iktidarlar, o arada başbakanlar gibi düşünmek zorunda değildir. Eğer herkes siyasal iktidar gibi düşünmek zorunda olsaydı, genel olarak siyasal muhalefete ve özel olarak da dernek ya da sendikalara ihtiyaç olmazdı. Yurttaşların eleştirel tutum alması doğal karşılanmalıdır. Ölüm cezası ve anadilde eğitim konuları önemli olmakla birlikte, Türkiye'nin anayasal ve yasal çerçevesinin tümüyle, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi ilkelerine göre şekillenmesi zorunludur. Türkiye'nin her yerinde tüm yurttaşlar olağan ve yüksek standartlı demokratik yönetim usulü ile yönetilmelidir. Yalnızca bu kadar da değil. Türkiye'nin her yerinde yurttaşlar, insan onuruna uygun ekonomik ve sosyal hakları kullanabilir halde olmalıdır. Yoksulluk, insan haklarının kullanılmasında başlıca engellerden birisidir. O nedenle Türkiye demokrasisinin kalkınma ve gelişme ile bağını görmek gerekir.
Yukarıda işaret ettiğimiz iki tartışma alanına ilişkin temel yaklaşımlarımızı özetlemek isterim.
1. Ölüm cezasına, dünyanın neresinde, hangi sistemde olursa olsun ve kime hangi suç nedeniyle uygulanırsa uygulansın karşı çıkıyoruz. Bu bizim ilkesel yaklaşımımızdır ve kişilere göre değişmez. Türkiye Avrupa Konseyi içersinde ölüm cezasını yasalarında muhafaza eden tek devlettir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ek 6 numaralı protokolde, terör suçu istisnasına yer verilmemiştir. 3 Ekim 2001 tarihli Anayasa değişiklikleri sırasında terör suçu istisnasına yer verilmekle birlikte, yeni Türk Ceza Yasası tasarısında ölüm cezası öngören bir maddeye yer vermemek ve "diğer yasalarda ölüm cezası öngören hükümler yürürlükten kaldırılmıştır" şeklinde bir hüküm koymak sorunu çözecektir.
2. "Anadilde eğitim" konusu yalnızca Kürtçe ile ilgili bir sorun değildir. Sorunu, kültürel hak alanından siyasal alana kaydırmak ve öyle ele almak yanlış ele alış tarzıdır. Bu konudaki talepleri krimanilize etmek, başka bir ifade ile suç ve ceza eksenli olarak ele almak, demokratik bir tutum değildir. Genel olarak kültürel haklar konusunda azınlık-çoğunluk tartışması da yapılamaz. Ortada bir statü tartışması da yoktur. Daha açık bir ifade ile, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak Kürtlerin bir statü talebi de bulunmamaktadır. Kültürel haklar sorununa demokrasinin çoğulculuk ilkesi çerçevesinde yaklaşmak en doğru yaklaşım olur.. Buna göre farklı diller, inançlar ve kültürler yasaklanmamalıdır. Dolayısıyla, yasakçı yasal düzenlemeler kaldırılmalıdır. İkinci olarak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir demokratik devlet olarak "devlet Türkiye'nin çoğulcu etnik yapısını ve kültür çeşitliliğini ülke bütünlüğü içinde korumak ve geliştirmek için gerekli tüm koşulları hazırlar" şeklinde, devletin temel amaç ve görevlerini vurgulayan bir düzenlemeye ihtiyaç vardır. Bu, bugünkü Anayasaya göre 5. maddeye tekabül etmektedir. Çok değil, daha geçen yıl Türkçe dışında televizyon yayınlarının yapılamayacağı ve bunun Türkiye'nin bütünlüğünü zedeleyeceği görüşleri yaygın olarak ileri sürülüyordu. Aradan geçen bir yılda bu konudaki korkuların ve kaygıların yerini, daha sağ duyulu yaklaşımlar almıştır. Türkçe dışındaki eğitim ya da Türkçe dışındaki dillerin hayatın değişik alanlarında kullanımına ilişkin de ılımlı ve sağduyulu yaklaşımların sergileneceğine inanıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bir Kürt'ün,Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı bir Türk kadar birlikçi eğilim içersinde olduğu kabul edilmek zorundadır. Etnik köken farklılığı yurdumuza dair hissiyatımızın farklılığını da beraberinde getirmez. Buna da Anayasal yurtseverlik denir. Anayasal vatandaşlık bağı hepimizi kucaklar.
Değerli Basın Mensupları,
Dün Radikal Gazetesinde, İHD Diyarbakır şubemizin 10 Aralık haftası çerçevesinde düzenlediği resim ve kompozisyon yarışması ile ilgili bir haber yer aldı. Gerekçesi ne olursa olsun, çocukların bir soruşturmaya uğraması üzüntü vericidir. En başta yarınımız olan çocuklardan, onların anne ve babalarından ve öğretmenlerinden ben özür dilerim. Çok üzgünüm. Ama burada, bütün kamuoyu huzurunda açıklamak da isterim. Gösterdikleri katılım, yaratıcı düşünceleri ve biz insan hakları savunucularını da aydınlatan yapıtları nedeniyle teşekkür ederim. Sözlerimi çocukların sözleriyle bitirmek istiyorum:
"Salıncaklarda sallanmak bütün çocukların hakkı.
Onların kırılması ise insan hakkı ihlali…"
Hüsnü Öndül
İHD Genel Başkanı