“Demokratik Siyasetin Koşulu Olarak İnsan Hakları”
Türkiye son iki yılda ilan ediliş gerekçesinin çok ötesine geçen, her türlü denetimden azade ve keyfi bir şekilde uygulanan, ağır ve ciddi hak ihlallerine yol açan bir OHAL rejimi ile yönetildi. 24 Haziran seçimleriyle birlikte yürürlüğe giren “yeni rejim” tarafından her ne kadar OHAL’in resmen kaldırıldığı söylense de, art arda yapılan pek çok düzenleme ile olağanüstü duruma kalıcılık/süreklilik kazandırıldı.
Son iki konferansta, OHAL uygulamalarının, yurttaşları “haklara sahip olma hakkı”ndan mahrum bırakarak, hem toplumun üyeleri arasındaki ilişkinin hem de yurttaş-devlet ilişkisinin hak temelli demokratik bir ilişki olma imkanını ortadan kaldırdığını ve böylece esasen eşitlik ve adalet duygusunun şiddetli bir erozyonuna yol açtığını can yakıcı örnekleriyle ortaya koymuştuk. Bu bağlamda Türkiye’nin bir toplum olma vasfını yitirme noktasına geldiğini, bunun da (dünyadaki diğer örnekleriyle birlikte) medeniyeti ve insanlığımızı tehdit eden ağır bir kriz hali olduğunu tespit etmiştik.
Bu tablo “yeni rejim” ile birlikte ne yazık ki daha da ağırlaşmıştır: Parlamento denge ve denetleme fonksiyonuna sahip bir siyasal kuvvet olmaktan çıkarılmış, yürütme gücünün basit bir meşrulaştırma/onay aracına dönüştürülmüştür. Hak temelli bir rejim fikri terk edilmiş; hukuk kurumu, minnet ve rıza göstermeyen toplumsal kesimleri susturma ve sindirme aracı haline getirilmiştir. Gerçekte sadakat ve minnet kavramlarına dayalı bir ayrıcalıklar rejimi inşa edilmeye başlamış ve bu rejimi onaylamayanlar için sivil ve siyasal alanda varlık gösterebilmek neredeyse imkânsızlaşmıştır.
Bu süreçte son kırk yılın en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşayan Türkiye’de ekonomik ve sosyal haklar açısından ciddi bir gerileme görülmektedir. Yıllardır uygulanan neoliberal ekonomi politikalarının sebep olduğu, çalışan kesimlerin, emekçilerin yoksullaşması, güvencesizleşmesi ve örgütsüzleşmesi son iki yıldır toplumun maruz kaldığı OHAL uygulamaları ile daha da derinleşmiştir. Bu tablo 24 Haziran seçimleriyle birlikte yürürlüğe
giren “yeni rejim”in hukuksuzluk ve baskı politikalarıyla yeni bir boyut ve nitelik kazanmıştır. Ekonomik ve sosyal haklarda yaşanan gerileme ile demokratik siyasetin ve
çoğulcu kamusal alanın sürmekte olan erozyonu/tasfiyesi arasında karşılıklı etkileşim içinde doğrudan bir ilişki söz konusudur.
Diğer yandan ülkede yaşanan hukuksuzluğun, devlet şiddetinin, ekonomik krizin ve siyasal alanın tasfiyesinin ulaştığı boyut kaçınılmaz olarak tek tek bireylerin yaşamlarını olduğu kadar topyekûn toplumsal yaşamı da olumsuz etkiliyor, baş edilmesi zor travmatik etkilere yol açıyor.
Yine de bu siyasal, ekonomik ve kültürel krizden çıkabilmenin tek yolu, insan haklarını demokrasinin koşulu, sınırı ve içeriği olarak gören bir demokratik siyaseti genişletme mücadelesidir. Çünkü bugün insanların haklara sahip olduğunda ısrar etmek bile bir direnç alanı yaratmaktadır ve insan hakları mücadelesinin siyasal karakteri kendisini her zamankinden daha fazla duyurmaktadır.
Yöntem olarak önceki konferanslarda olduğu gibi bu yıl da katılımcılar, dört başlık altında çalışma gruplarına ayrıldılar. 15. Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı’nın “Nihai Rapor ve Sonuç Bildirgesi” aşağıda aktarılan çalışma gruplarının raporlarından oluşmaktadır.
Sonuç bildirgesinin tamamını okumak için tıklayın: Türkiye İnsan Hakları Hareketi Konferansı 2018 Nihai Rapor ve Sonuç Bildirgesi