26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü

İşkenceyi yasaklamak, tıpkı köleliğin yasaklanması gibi insanlığın gelişim serüveninin en ayırt edici özelliklerinden birisidir. İnişli çıkışlı bir yol kat eden işkenceyi yasaklama mücadelesi; 1987 yılında yürürlüğe giren “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” ile doruk noktasına ulaşmıştır. 

Bununla birlikte, günümüzde işkence hala modern devlet iktidarlarının kullandıkları insanlık dışı bir cezalandırma-yıldırma aracı olarak varlığını korumaktadır. Uluslararası İnsan Hakları örgütlerinin raporlarına göre, en az 81 ülkede insanların işkenceye maruz kaldığı görülmektedir.

 

Günümüzün modern işkence uygulamalarının geçmişe göre en önemli farkı kapalı kapılar ardında yapılması yani gizli tutulmasıdır. Çünkü görünüşte hiçbir devlet alenen işkence yasağına karşı çıkmamaktadır.

Ancak tüm örtbas etme çabalarına karşın, başlarına geleni kader olarak kabul etmeyen, işkence gördüklerini yüksek sesle haykıranlar da bulunmaktadır. Bu cesur insanlar bizleri, bu utanç verici bilmezliğin içinden çıkarmakta ve işkencecilerin suç ortaklığından kurtarmaktadırlar. Bu çabalar sonucunda BM Genel Kurulu 1997 yılında aldığı bir kararla, “İşkenceye Karşı Sözleşme”nin yürürlüğe girdiği gün olan 26 Haziranı “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir.

 

Bu önemli gün vesilesiyle aşağıda imzası bulunan insan hakları örgütleri olarak dünyada ve ülkemizdeki işkence gerçeğine ilişkin değerlendirmelerimizi kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz. 

 

Uluslararası İnsan Hakları örgütlerinin verileri, işkencenin sadece askeri diktatörlüklerde ve otoriter rejimlerde değil “demokratik” ülkelerde de uygulandığını ve hatta ölümle sonuçlandığını ortaya koymaktadır. 

 

Özellikle 11 Eylül 2001 sonrasında tüm dünyada  “terörle mücadele” gerekçesiyle işkenceyi meşrulaştıran, yaygınlaştıran ve işkencecileri koruyan tutum ve politikalar kabul görür hale gelmiştir.  

 

Türkiye’de ise işkence sistematik bir hak ihlali olma özelliğini devam ettirmektedir. Özellikle Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nda yapılan değişiklik sonrasında sıradan polis karakollarında, jandarma birimlerinde, açık alan ve sokaklarda, gösteri ve yürüyüşlere müdahale sırasında işkence ve kötü muamele uygulamalarının nicelik ve şiddetinde ciddi bir artış gözlemlenmiştir.  

 

Bunun başlıca nedeni bir yandan AB kriterlerine uyum amacıyla yapılmaya çalışılan göreli ve kısmi iyileştirmelere son verilmesi iken diğer yandan tüm ülkede muhafazakar ve otoriter yönelimlerde bir tırmanışın yaşanıyor olmasıdır. 

 

Bilindiği gibi cezasızlık, sistematik işkencenin hem bir sonucu hem de işkence yapılmasını mümkün kılmanın araçlarından birisidir. Çünkü işkence failleri ve sorumluları, hukuki ve fiili açıdan cezaya karşı korundukları oranda, yeniden işkence yapma cesareti bulmakta ve yığınlar üzerindeki işkence tehdidi sürekli kılınmaktadır.  

 

İşkencenin soruşturulması ve sorumluların yargılanmasında en önemli delil olarak kabul edilen tıbbi raporlandırmalar, hala eksik ve yetersiz ya da yanlış olabilmektedir.  

 

Mahkemeler ise, yargılama sırasında işkence iddiası ya da bulgusu ile karşılaştıklarında, olaya ilgisiz kalmakta, işkence ile ilgili olarak savcılıklara suç duyurusunda bulunma gereği duymamaktadır. 

 

İşkencenin cezasız bırakılması yönünde son zamanlarda sık başvurulan bir başka uygulama ise, her işkence iddiası sonrasında mağdurlara yönelik olarak polise mukavemet ettikleri gerekçesiyle karşı davalar açılmasıdır. Böylelikle mağdurun, maruz kaldığı uygulamalara karşı sesini çıkarması ve hak araması engellenmektedir. 

 

Buna karşın işkence yaptığı ve aşırı güç kullandığı gerekçesiyle güvenlik görevlileri hakkında çok az dava açılmakta açılan davalar da zaman aşımı, iyi hal indirimi, sicil affı vb. gerekçeler ile cezasızlıkla sonuçlanmaktadır.  

 

Kısacası, egemen anlayışı, mevcut sistemi ve uygulamaları bir bütünlük içinde değerlendirdiğimizde asıl problemin “işkenceye tolerans” olduğu görülecektir. Gerçekten de bugün her cinsten, her yaştan, her meslekten insan bir suçlamaya maruz kalsın ya da kalmasın her an işkence görme tehdidi altındadır. 

 

İşkenceye karşı “sıfır tolerans” yaklaşımının bir gerçeklik kazanabilmesi için başta zihniyetler olmak üzere mevcut hukuk sisteminde topyekûn bir değişim sağlayacak yasal, yargısal, idari ve eğitsel tüm tedbirlerin etkin biçimde alınması gerekmektedir.  

 

Ülkemizde işkenceye karşı, tüm dünyanın takdirle karşıladığı,  ciddi ve nitelikli bir mücadele yürütülmektedir. Bu mücadelede, başta insan hakları hareketinin tüm unsurları olmak üzere farklı toplumsal kesimlerden, düşünce ve uzmanlık alanlarından çok sayıda kişi ve kuruluşun önemli payı ve emeği bulunmaktadır. 

 

Elbette asıl büyük pay, maruz kaldıkları insanlık dışı uygulamalara karşın “ben işkence gördüm!” diyebilenlere aittir.

 

İşte bu nedenledir ki, her şeye karşın geleceğe umutla bakabilmekte ve “Yalnız değiliz; İşkencesiz bir dünya için hep birlikteyiz” diyebiliyoruz.  

 

Helsinki Yurttaşlar Derneği

İnsan Hakları Derneği

İstanbul Tabib Odası

Mazlum-Der

Türkiye İnsan Hakları Vakfı

Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı

   

İnsan hakları örgütlerine 2007 yılı ve 2008 yılının ilk 5 ayında yapılan işkence başvuruları  İHD2007

 

İşkence başvurusu 687

 Mazlum- Der2007

İşkence başvurusu 163 olay
Gözaltında ölüm 2 olay 2 ölüm

 2008 ilk 5 ayın verileri

İşkence başvurusu 67
Gözaltında ölüm 3

  TİHV2007

İşkence başvurusu 452
2007’de işkence görenler 320
Gözaltında ölüm     6

 2008 ilk 5 ayın verileri

İşkence başvurusu 203
2008’de işkence görenler 112
Gözaltında ölüm     2

  TOHAV2007

İşkence başvurusu 116
İlk 6 ayında işkence görenler   22

  2008 ilk 5 ayın verileri

İşkence başvurusu 114
2008’de işkence görenler   37

 

Bir cevap yazın