Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanlığı’nın “Yeni İnsan Hakları Eylem Planı” Hakkında İnsan Hakları Derneği’nin Sunduğu Görüşler

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’nın ikinci yüz günlük eylem planı çerçevesinde kamuoyuna açıkladığı “Yeni bir İnsan Hakları Eylem Planı” hazırlanması çerçevesinde Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Daire Başkanlığı bünyesinde 2018 yılından beri çalışma yapılmaktadır. Esasen, 1 Mart 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi İhlallerinin Önlenmesine İlişkin Eylem Planı” referans alınarak yeni bir çalışma yapıldığı ifade edilmiştir. Ne var ki 2014 eylem planı da hayata geçirilmemiştir.

Yeni bir İnsan Hakları Eylem Planı’nın hazırlanması kapsamında değerlendirme ve önerilerini sunmak üzere 14 Şubat 2019 tarihinde Ankara’da Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı’nda insan hakları örgütleri bir çalışma toplantısına davet edilmişlerdir. İHD olarak bu toplantıya katılmış, görüşlerimizi sözlü ve yazılı olarak Adalet Bakanlığı’na iletmiştik.[1]

Bunun dışında Yargı Reformu Strateji Belgesi açıklandığı sırada insan hakları eylem planı hazırlanacağı bir kez daha teyit edilmişti. İHD olarak Yargı Reformu Strateji Belgesi hakkında görüş ve önerilerimizi içeren raporumuzu 4 Ekim 2019 tarihinde açıkladık ve Adalet Bakanlığı’na ilettik.[2]

Türkiye’nin yeni bir insan hakları eylem planı hazırlayabilmesi için öncelikle mevcut durumun insan hakları bakımından anayasal ve yasal boyutu ile ortaya konması gerekmektedir.

Bilindiği gibi Türkiye, AB ile katılım müzakereleri yürüten bir ülkedir. AB ilerleme raporlarından da anlaşılacağı gibi bu müzakereler fiilen durmuş durumdadır. Türkiye bu müzakereleri yürütürken Kopenhag Siyasi Kriterleri diye bilinen “demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık hakları” başlıkları altında taahhütlerde bulunmuştur. Ancak gelinen süreçte Kopenhag Siyasi Kriterleri yerine kimimizin “Ankara Kriterleri” diye tanımladığı anti-demokratik bir yönetim anlayışı egemen kılınmıştır. İnsan haklarına bakış açısı, tamamen güvenlik eksenli politikalar çerçevesinde belirlenmiş, “önce güvenlik sonra insan hakları” şeklinde hayata geçirilmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin yeniden Kopenhag Siyasi Kriterlerine bağlılığını ortaya koyacak bir siyasi irade göstermesi gerekmektedir.

Türkiye, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin 25 Nisan 2017 tarihli ve 2156 (2017) sayılı kararı ile Avrupa Konseyi’nin yeniden siyasi denetim altına alınan tek ülkesidir. Konseyin siyasi denetim kararında belirtilen tavsiyelerine uygun hareket edilmediği sürece açıklanan yargı reform strateji belgesinin hayata geçirilmesi mümkün olmayacak, insan hakları eylem planı istenildiği gibi olmayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin öncelikle siyasi denetim sürecinden çıkacak anayasal ve yasal düzenlemeleri gerçekleştirmesi, uygulamadaki ihlalleri ortadan kaldırması gerekmektedir.

15 Temmuz 2016 tarihli darbe kalkışması, 16 Temmuz 2016’da bastırılmış olmasına ve şiddet hareketlerinin önlenmesine rağmen 20 Temmuz 2016’da OHAL ilan edilmiştir. Türkiye 2 yıl boyunca OHAL rejimi altında yönetilmiştir. Bu süre içerisinde 32 adet OHAL KHK’sı çıkarılmış ve bunların tamamı yasalaştırılmıştır. OHAL KHK’larının yüzlerce temel kanunda, binlerce kanun maddesinde kalıcı değişiklikler yaptığı bilinmektedir. Başta cezasızlık olmak üzere hak ve özgürlükleri sınırlayan KHK yasalarının mutlaka değiştirilmesi ve geri alınması gerekmektedir. OHAL döneminin ve bu dönemde çıkarılan KHK’ların toplu bir değerlendirmesi ve bilançosu için İHOP tarafından hazırlanan güncel raporlara başvurulabilir.[3]

OHAL’in sona ermesinden sonra 31 Temmuz 2018 günü yürürlüğe giren 7145 sayılı kanunla pek çok kanunda OHAL uygulamalarının bazılarının 3 yıl boyunca devamını sağlayacak değişiklikler yapılmıştır. Gözaltı sürelerinin 12 güne kadar uzatılabilmesi, valilerin 15 gün boyunca sokağa çıkma yasağı yetkilerini kullanabilmesi, kamu kurumlarının kamudan ihraçları özel bir komisyon vasıtası ile 3 yıl boyunca sürdürebilmesi, toplantı ve gösterilere getirilen sınırlamalar OHAL’i adeta kalıcı bir şekilde 3 yıllığına uzatmıştır. Bunlar gibi 7145 sayılı kanunla getirilen değişikliklerin tümü mutlaka geri alınmalıdır. Bu konudaki tespitlerimizi ve tavsiyelerimizi 1 Ağustos 2018 tarihinde kamuoyu ile paylaşmıştık.[4]

Türkiye OHAL rejimi altında 16 Nisan 2017 tarihinde Anayasa’da esaslı değişiklikler yapmış ve siyasal rejimini tek kişi yönetimine dayalı, kamuoyunda “Türk Tipi Başkanlık” diye tanımlanan şekilde değiştirmiştir. Anayasa değişikliklerinin tamamı 24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği genel seçimlerinden sonra tamamen hayata geçmiştir.

Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’nun 13 Mart 2017 tarihli “TBMM tarafından 21 Ocak 2017 tarihinde kabul edilen ve 16 Nisan 2017 tarihinde referanduma sunulacak olan Anayasa değişikliği teklifi hakkında” (875/2017) başlıklı raporu oldukça önemli tespitler içermekte ve önerilerde bulunmaktadır. Bu raporun 130. paragrafında Venedik Komisyonu’nun teklif edilen Anayasa değişikliklerinin Türkiye’ye dikta rejimine dönüşmesinin engellenmesi için gereken denge ve denetleme mekanizmalarından yoksun bir başkanlık rejimi getirdiğini tespit ettiği belirtilmektedir. Dolayısıyla Venedik Komisyonu’nun Anayasa değişiklikleri ile ilgili temel eleştirilerinin karşılanması ve mutlaka kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı, hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı, insan haklarına dayanan ve her türlü azınlık haklarını güvence altına alacak yeni bir Anayasa yapılması zorunludur.

Yeni Anayasa sürecine girilinceye kadar mevcut Anayasa’da yargı reformunun hayata geçmesini engelleyecek iki temel hususta acil değişiklik yapılmalıdır. Venedik Komisyonu’nun raporunda belirttiği gibi cumhurbaşkanının yargı ile ilgili yetkilerinin gözden geçirilmesi ve bağımsız yargının oluşmasına katkı sunacak değişikliklerin gerçekleştirilmesi (HSK ve AYM atamaları gibi), cumhurbaşkanının ekonomik, sosyal ve kültürel haklarda kararname ile düzenleme yapma yetkisinin kaldırılması gerekmektedir.

Türkiye’nin içerisinde bulunduğu siyasi ortamı değerlendirdiğimizde; Kürt sorununun çözümsüzlüğünün ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. BM Genel Kurulu’nun 2006 yılında kabul ettiği ve daha sonra güncellenen ilkeler çerçevesinde Türkiye’nin gerçek bir çatışma çözüm süreci yaşaması gerekmektedir. Türkiye’nin demokratikleşebilmesi ve insan hakları sorunlarını en aza indirebilmesinin yolunun devam eden çatışmalı süreci durdurması ve sorunları barışçıl ve diyalog yolu ile çözecek yeni politikalara ihtiyacı bulunmaktadır.

Siyasi iktidarın açıkladığı reformu yapabilmesi için acil bir yol temizliği gerektiği düşüncesindeyiz. Bunun için de başta ifade ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik yasalarda değişiklik yapılması, özgürlük kısıtlamalarının sona ermesi, TCK, TMK, CMK, İnfaz Kanunu gibi temel kanunlarda yapılacak iyileştirmeler ile sürecin hazırlanması, hâlen hapishanelerdeki aşırı yoğunluk, tecritten kaynaklı sorunlar ve diğer hak ihlalleri göz önüne alındığında özellikle infaz kanununda esaslı değişiklikler yapılması gerektiği görüşündeyiz. İHD’nin bu alanlardaki iyileştirmelere ilişkin görüşlerine 26 Eylül 2018 tarihinde yayınladığı “Ceza Mevzuatındaki Adaletsizlikleri Gidermeye Dönük İHD Önerileri Raporu”ndan ulaşılabilir.[5]

Öte yandan Adalet Bakanlığı’nın açıkladığı Yargı Reformu Stratejisi ile ilgili çalışması toplumsal muhalefete ve muhâlif siyasi partilere danışılmadan hazırlanmıştır. Oysa adaletsizliğin üzerinde en çok uygulandığı toplum kesimlerinin görüşünün alınması son derece önemlidir. Bunun yanısıra, OHAL nedeni ile yargı mensuplarının yaklaşık üçte birinin görevlerine son verilmiş, mevcut yargı mensuplarının yarısından fazlası yeni göreve başlatılmıştır. Unutulmamalıdır ki yasalar ne kadar iyi olursa olsun uygulayıcılar kötü olursa istenilen amaç elde edilemez. Yargıda, AİHM ve AYM içtihatlarına bağlı bir pratiğin sağlanması gerekmektedir. Hâlen başta ifade özgürlüğü davaları olmak üzere yaşanan birçok sorunun uygulamadan kaynaklandığının unutulmaması gerekmektedir.

İnsan hakları eylem planında sergilenen diyalog pratiğinin, yargı reformu sürecinde de uygulanması gerektiği görüşündeyiz. Adalet Bakanlığı’nın yargı reformu ile ilgili hazırlayacağı kanun teklifi paketlerinin hazırlık sürecinde etkili diyalog yolarının kullanması, insan hakları hukukuna uygun, Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerini hayata geçirmeyi hedefleyen makul taleplerin mutlaka teklif paketlerine yansıtılması gerektiği kanaatindeyiz. Aksi halde “bir insan hakları kuruluşu olarak katılımımızın şekli ve işlevsiz kalacağını, daha da ötesi araçsallaştırılacağını düşünüyoruz.

Başlangıç olarak, Türkiye’nin BM Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1998 tarih ve 53/144 sayılı kararı ile kabul ettiği BM İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi’ni uygulayacak iç hukukunda gerekli düzenlemeleri yapması ve bu konuda Cumhurbaşkanlığı genelgesi çıkarması hâlinde uygulamada karşılaşılan sorunların en aza ineceğini belirtmek isteriz.

Adalet Bakanlığı ile insan hakları ve demokratik kitle örgütleri toplantılarının düzenli toplantılar şeklinde sürdürülmesinin insan hakları yaklaşımını güçlendireceğini ve diyaloğun etkili olmasına katkı sunacağını da belirtmek isteriz.

 

Raporun tamamı için:

Yeni İnsan Hakları Eylem Planı Hakkında İHD Görüşü

 

[1] https://www.ihd.org.tr/yeni-insan-haklari-eylem-plani-hakkinda-yazili-gorus-raporu/

[2] https://www.ihd.org.tr/adalet-bakanligi-yargi-reformu-strateji-belgesi-hakkinda-ihd-gorus-ve-onerileri-raporu/

[3] https://ihop.org.tr/ohal_durum-raporu/

[4] https://www.ihd.org.tr/surekli-ohâli-duzenleyen-7145-sayili-kanun-hakkinda/

[5] https://www.ihd.org.tr/ceza-mevzuatindaki-adaletsizlikleri-gidermeye-donuk-ihd-onerileri-raporu/