Devletin bir şiddet aygıtına dönüşmesini engellemek ve barışçıl bir arada yaşam iradesine sahip çıkmak öncelikle siyasal erki elinde bulunduranların, aynı zamanda yurttaşlar olarak hepimizin ortak sorumluluğudur.
İnsan hakları ve özgürlükler Türkiye’de cumhuriyet tarihi boyunca –zaman zaman göreli iyileşme ve ilerlemeler yaşansa da– genel olarak evrensel standartların hep gerisinde kaldı. Özellikle 2015 genel seçimlerinden sonra, Kürt sorununda barışçıl çözüm arayışlarından vazgeçilmesi ve Türkiye’nin yeniden çatışma ortamına girmesiyle birlikte, temel hak ve özgürlüklerde ciddi bir aşınma ve geriye gidiş süreci yaşanmaya başladı.
Bu süreç önce sokağa çıkma yasakları, ardından da 15 Temmuz gerekçesiyle ilan edilen OHAL uygulamaları kapsamında, hak ihlali yapan bir devlet pratiğinden hak temelli bir rejim fikrinin topyekûn terk edildiği bir gidişata doğru evrildi. 24 Haziran 2018 genel seçimleriyle yürürlüğe giren “yeni rejim” tarafından başta OHAL uygulamalarına kalıcılık/süreklilik kazandıran düzenlemeler olmak üzere yapılan pek çok düzenleme ve baskıcı uygulamalar sonucu siyasal ve sivil alan tümüyle bir kontrol/tedbir alanı haline getirildi. Hem siyasal katılımı hem de talep etme olanaklarını kapatarak yurttaş eylemliliğini imkânsız hale getiren bu durumu sürdürebilmek için siyasal iktidarın başvurduğu en önemli araç ise ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getirmek oldu. Baskı ve kontrole dayalı bu yönetme tarzı bir düşmanlaştırma politikasıyla sürdürülmekte ve belirli bir konunun, kişinin ya da grubun hedef gösterilmesi, itibarsızlaştırılması, ötekileştirilmesiyle eşgüdümlü ilerlemektedir. Giderek daha sık tanık olduğumuz, bilhassa kolluk güçlerinin eyleminde somutlaşan devlet şiddeti pratiği ve şiddetin meşrulaştırılması olarak adlandırabileceğimiz bir zihniyetin topluma yayılmaya başlaması, cezasızlık pratiğiyle de birleştiğinden zaten epey zedelenmiş olan toplum olma vasfımız ortadan kalkma riski altındadır.
Bunun en çarpıcı örneklerini Covid-19 salgını sırasında görmekteyiz. Toplum sağlığı da bir güvenlik sorunu olarak ele alınıp salgınla mücadele kapsamında tedbirlere uymadıkları gerekçesiyle çok sayıda yurttaş, kolluk güçlerinin çoğu kez işkence ve diğer kötü muamele niteliğine varan şiddetine maruz kalmıştır.[1]
Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Dokümantasyon Merkezi’nin verilerine göre 1 Ocak 2020 ile 1 Haziran 2020 tarihleri arasında 2 ayrı olayda kolluk güçlerinin açtığı ateş sonucu 2 kişi yaşamını yitirmiştir.
Söz konusu dönemde yaşanan en az 48 olayda (7 gözaltı merkezi, 8 ev baskını, 33 açık alan) 189 kişi polis/jandarma/bekçi/zabıta güçlerinin fiziksel şiddetine, işkence ve diğer kötü muamele uygulamasına maruz kalmıştır. Bu kişilerden 1’i ateşli silahla olmak üzere 35’i yaralanmıştır.
Sözü edilen 48 olayın 17’si Covid-19 kapsamında alınan tedbirlere uyulmadığı gerekçesiyle yaşanmıştır ve 29 kişi kolluk güçlerinin fiziksel şiddetine, işkence ve diğer kötü muamele uygulamasına maruz kalmıştır. Bu kapsamda yaralanan kişi sayısı ise 1’i ateşli silahla olmak üzere 4’tür.
Ayrıca yılın ilk beş ayında kolluk güçleri, toplanma ve gösteri özgürlüğü kapsamında yapılan basın açıklaması, anma, kutlama, protesto vb. 363 barışçıl eylem ve etkinliğe fiziksel şiddet kullanarak müdahale etmiş, bu müdahalelerde 754 kişi gözaltına alınmış, 16 kişi ise yaralanmıştır. Bu kapsamda kolluk güçlerinin Covid-19 ile ilgili olarak fiziksel şiddet kullanarak müdahale ettiği eylem ve etkinlik sayısı 9 olup 42 kişi de gözaltına alınmıştır.
Söz konusu dönemde örgütlenme özgürlüğü kapsamında yapılan faaliyetlere de 5 kez fiziksel şiddet kullanarak müdahale eden kolluk güçleri 5 kişiyi gözaltına almıştır. Bu kapsamdaki müdahale ve gözaltıların hepsi Covid-19 gerekçesi ile yaşanmıştır. Böylece kolluk kuvvetlerinin şiddet kullanarak müdahale ettiği toplam etkinlik sayısı 368’e, bu müdahalelerde gözaltına alınan kişi sayısı ise 759’a ulaşmaktadır.
İnsan Hakları Derneği’nin (İHD) verilerine göre ise 1 Mart 2020 ile 30 Mayıs 2020 tarihleri arasında kolluk güçlerinin açtığı ateş sonucu en az 2 kişi yaşamını yitirmiş 2 kişi de yaralanmıştır. 126’sı gözaltı merkezlerinde, 70’i gözaltı merkezi dışındaki yerlerde olmak üzere toplam 196 kişi kolluk güçlerinin fiziksel şiddetine, işkence ve diğer kötü muamele uygulamasına maruz kalmıştır. Toplanma ve gösteri özgürlüğü kapsamında yapılan 242 barışçıl eylem ve etkinliğe yönelik müdahaleler sonucu en az 338 kişi kolluk güçlerinin fiziksel şiddetine, işkence ve diğer kötü muamele uygulamasına maruz kalmıştır.
Sonuç olarak, farklı olaylarda şiddete maruz kalanların sayısını toplarsak yılın ilk beş ayında bine yakın yurttaş kolluk güçlerinin fiziksel şiddetine, işkence ve diğer kötü muamele uygulamasına maruz kalmıştır.
Sayıların tüm soğukluğuna rağmen kaygı verici bir devlet pratiği ve yönetme tekniği ile karşı karşıyayız. Kaldı ki bu sayılar, İHD’nin ve TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin erişebildiği sınırlı bilgi ve verilerden oluşmaktadır. Yani hakikatin sadece bir bölümünü ifade etmektedir.
Türkiye’nin de altına imza attığı uluslararası sözleşme ve belgelerde tezahür eden evrensel hukuk, devletlerin zor kullanma yetkisinden söz eder. Aslında bu, şiddetin ve dolayısıyla hak ihlallerinin önlenmesi için devletlerin sorumluluğuna işaret eden ve kesinlikle hukukun ve insan hakları normlarının tarif ettiği kurallar çerçevesinde kullanılması ve denetlenmesi gereken bir yetkidir.
Oysa sayıların da ötesine geçip tek tek olgulara baktığımızda karşı karşıya olunan şeyin çıplak ve kuralsız bir şiddet olduğunu açıkça görmekteyiz. Denetlenmeyen, yargılanmayan ve cezalandırılmayan, siyasal gücü elinde tutanların görmezden geldiği, hatta teşvik ettiği sistematik bir şiddet.
Peki, nedir kurallar? Yetkililer tarafından dikkate alınacağından emin olmamakla birlikte insan hakları savunuculuğunun bir gereği olarak bu kuralları bir kez daha hatırlatmayı görev biliyoruz:
- Her şeyden önce işkence mutlak olarak yasaktır. Hiçbir istisnai durum, ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez.[2] Bu yasak özellikle de gözaltında, sorgulama sırasında ve kişinin terör eylemleri ile suçlanması ya da bu suçtan ceza almış olması durumunda dahi, mahkûmiyet kararına neden olan suçun doğası ne olursa olsun mutlak niteliğini korur.[3]
- Hiçbir kolluk görevlisi, herhangi bir işkence veya diğer zalimane, insanlık dışı veya onur kırıcı muamele veya cezalandırma eylemi uygulayamaz, böyle bir muameleyi kışkırtamaz veya ona hoşgörü gösteremez.[4]
- Kolluk görevlileri sadece gerekli olduğunda ve görevlerini yerine getirmek için gerekli olduğu ölçüde zor kullanabilirler. Buna rağmen kolluk güçlerinin zor kullanımı istisnai olmak zorundadır.[5]
- Kolluk kuvvetleri zor ve ateşli silahlar kullanmadan önce mümkün olduğunca şiddet içermeyen diğer yöntemleri uygulamakla yükümlüdürler. Zor ve ateşli silah kullanımına ancak diğer yöntemler etkisiz kaldığı koşullarda başvurulabilir.[6]
- Devletler/hükümetler, kolluk kuvvetleri tarafından keyfi bir şekilde zor ve ateşli silah kullanımını, ceza gerektiren bir suç olarak kabul eden yasal düzenlemeleri yapmakla yükümlüdürler.[7]
- Resmi olarak sözleşmelerde yer alan ‘‘işkence’’ tanımına uygunluk için gerekli olan ek koşullar mevcut olmasa bile, kolluk güçlerinin belirli bir amaç doğrultusunda kaçma imkânı olmayan, ‘‘çaresiz’’ bir kişiye yönelik acı veya ıstırap yaratma amaçlı kasdi zor kullanımı, her zaman ağırlaştırılmış zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezalandırma (işkence) boyutuna ulaşmaktadır.[8]
- Bir toplantı ya da gösteri yasa dışı olmakla birlikte şiddet içermiyorsa önlenmesinde veya dağıtılmasında, kolluk kuvvetleri zor kullanmaktan kaçınmalı ya da mümkün değilse, bu zoru gerekli olan en az ölçüde sınırlamalıdır.[9]
Bu sıralananlar asgari kurallardır. Kolluk güçleri bunlara dahi uymadığı ve cezasızlıkla korunduğu, teşvik edildiği takdirde devletin zor kullanma yetkisi meşru ve hukuki bir yetki olmaktan çıkar, kuralsız, keyfi ve sistematik bir nitelik kazanır ki bu saf kötülükten başka bir şey değildir. Devletin kendisini bu şekilde kurallardan azade kılması toplumda şiddetin ilişkileri düzenleyen ve sorunları çözen etkili bir araç olduğu kanaatine yol açar. Toplumsal dokunun bozulması ve hatta barışçıl “bir arada yaşam alanı” olarak toplumun ortadan kalkmasına neden olacağı açık olan bu şiddet sarmalı, görülüyor ki, bir yıkıma doğru genişlemektedir.
Çünkü, bugün siyasal iktidar tutum ve davranışları ile sadece kötü örnek oluşturmakla kalmıyor, beraberinde kutuplaştıran ve her şeyi güvenlik sorunu olarak gören politikaları ile ayrımcılığın ve nefretin, dolayısıyla şiddetin toplum içinde yayılmasını teşvik ediyor. Başta siyasal muhaliflere olmak üzere inançları, etnik kimlikleri, cinsiyetleri ve cinsel yönelimleri farklı olanlara yönelik sürekli geliştirilen ötekileştirici, ayrımcı ve nefret içeren söylem ve tutumlar sonucunda sivil insanlar silahları ile poz verip televizyon programlarında ölüm listelerinden söz edebiliyor veya Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek’in cenazesine saygısızlık edilebiliyor ya da Hrant Dink Vakfı’na, muhalif politikacılara, sanatçı, gazeteci ve yazarlara tehdit mesajları gönderilebiliyor. Yine aynı nedenle kadına yönelik şiddet, bilhassa salgın koşullarında ev içi şiddet artıyor, LGBTİQ+ bireylere yönelik ayrımcılık ve nefret saldırıları yaygınlaşıyor.
Şiddetin toplum içinde giderek daha fazla itibar görmesinin temel nedenlerinden bir diğeri de siyasal iktidarın çatışma ve savaş politikalarını yücelten veya kutsayan yaklaşımıdır. Gerek Kürt sorununun gerekse uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve savaşın tek yöntem haline getirilmesi toplum içinde de militarizmin ve şiddet eğilimlerinin yaygınlaşmasına yol açmaktadır.
Sonuç olarak şiddetin bu şekilde dalga dalga tüm topluma yayıldığı bir durumda ise artık toplum olma halinden bile söz edilemez. Devlet, bir arada yaşama iradesi gösteren yurttaşlar arası bağın taşıyıcısıdır. Bu bağı çözen, dağıtan bir yapı haline geldiğinde söz konusu olanın bir devletten çok, sadece bir şiddet aygıtı olacağı açıktır. Bu ise çok tehlikeli ve kaygı verici bir durumdur.
Devletin yalın bir şiddet aygıtına dönüşmesini engellemek ve barışçıl bir arada yaşam iradesine sahip çıkmak öncelikle siyasal erki elinde tutanların sorumluluğudur. Bu nedenle siyasal iktidarı kolluk güçlerinin şiddetini durdurmaya ve cezasızlıkla mücadele etmeye, şiddetin toplum içinde yayılmasını önlemek için ayrımcı ve nefret içerikli söylem ve politikalardan vaz geçmeye çağırıyoruz.
Türkiye’nin de imzacısı olduğu uluslararası sözleşme ve belgelerde dile getirilen kurallara, Anayasa’ya uyun! Çünkü bu kurallara uymak bir tercih değil zorunluluktur ve Anayasa’nın 90. maddesi de bunu vaaz eder. İhlalleri ve şiddeti önlemek, insan haklarını korumak için Ulusal Önleme Mekanizması olarak oluşturulan TİHEK, Kamu Denetçiliği gibi insan hakları kurumlarını bağımsızlaştırın ve etkin hale getirin. Attığınız her adımda insan hakları bakış açısı size yol gösterici rehber olsun. O halde şiddeti durdurun!..
Barışçıl bir arada yaşam iradesine sahip çıkmak aynı zamanda yurttaşların da sorumluluğudur. Bu sorumluluğu yerine getirmenin ilk ve önemli adımı ise “şiddete hayır!” demektir. O halde şiddeti durduralım!..
İnsan Hakları Derneği – Türkiye İnsan Hakları Vakfı
1] Covid -19 salgını sırasında yaşanan hak ihlallerine dair daha ayrıntılı bilgi için bkz. TİHV Raporu, https://tihv.org.tr/basin-
[2] Bkz. BM İşkenceye Karşı Sözleşmesi https://www.danistay.gov.tr/
[3] Bkz. Avrupa Konseyi, İnsan Hakları ve Terörle Mücadele Rehberi, 11 Temmuz 2002, md. IV
[4] Bkz. BM Kolluk Yetkilileri için Davranış Kuralları md. 5 https://ohchr.org/EN/
[5] Bkz. BM Kolluk Yetkilileri için Davranış Kuralları md.3 ve yorumu
[6] Bkz. BM Kolluk Yetkilileri tarafından Kuvvet ve Ateşli Silah Kullanımına İlişkin Temel İlkeler md. 4 https://ohchr.org/EN/
[7] Bkz. BM Kolluk Yetkilileri tarafından Kuvvet ve Ateşli Silah Kullanımına İlişkin Temel İlkeler md. 7
[8] Bkz. BM İşkence Özel Raportörünün “Gözaltı dışı yerlerdeki zor kullanımı ve işkence ve diğer zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezalandırma yasağı” başlıklı özel raporu, paragraf 47, 20 Temmuz 2017
[9] Bkz. BM Kolluk Yetkilileri tarafından Kuvvet ve Ateşli Silah Kullanımına İlişkin Temel İlkeler md. 13