Sürekli OHAL: Türkiye’de Toplantı ve Gösteri Özgürlüğüne Yönelik Saldırılar ve Sivil Topluma Yansımaları

Ankara, Brüksel, Paris, 25 Kadım 2020 – İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi (FIDH – OMCT) ve İnsan Hakları Derneği (FIDH üye kuruluşu ve OMCT SOS-İşkence Ağı üyesi, İHD) tarafından yayınlanan rapor, toplantı ve gösteri özgürlüğüne getirilen, özellikle da kadın hakları savunucularına yönelik, kısıtlamaları ortaya koyuyor. İlk olarak Temmuz 2020’de yayınlanan raporun Türkçe versiyonu bugün, yani  Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde, yayınlandı. Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından, ve olağanüstü halin sona ermesinden iki yıl sonra, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygılı bir devletin temel ilkelerinden olan toplantı özgürlüğüne saygı giderek kötüleşirken, kadın hakları mücadelesi de dahil olmak üzere, sivil alan giderek daraldı.

Raporun tamamı için:

Sürekli OHAL: Türkiye’de Toplantı ve Gösteri Özgürlüğüne Yönelik Saldırılar ve Sivil Topluma Yansımaları

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü vesilesiyle bugün dünyanın dört bir yanında kadına karşı şiddetten hayattan kalanlarla dayanışma gösteriliyor. “Sürekli OHAL: Türkiye’de Toplantı ve Gösteri Özgürlüğüne Yönelik Saldırılar ve Sivil Topluma Yansımaları ” (A Perpetual Emergency: Attacks on Freedom of Assembly in Turkey and Repercussions for Civil Society) isimli rapor, kadın hakları savunucuları ve aktivistlerinin, toplantı ve gösteri özgürlüğüne getirilen kısıtlamalardan nasıl etkilendiğini ve baskıcı politik ortamın faaliyetlerine orantısız olarak nasıl zarar verdiğini ortaya koyuyor.

FIDH Genel Başkan Yardımcısı ve İHD temsilcisi Reyhan Yalçındağ, “Türkiye’de kadın hakları hareketi ile toplantı ve gösteri hakkı kullanılarak dile getirilenler de dahil olmak üzere her türlü muhalif ifade, yetkililer tarafından sistematik olarak hedef alınıyor ve bastırılıyor,” dedi. “Yetkililer, toplantı özgürlüğünü kısıtlamak yerine özgürlükleri savunmalı ve saygı göstermeli ki demokratik bir tartışma ortamı sağlanabilsin ve sivil toplum da yaşamsal öneme sahip faaliyetlerini sürdürebilsin” diye ekledi.

Türkiye’deki kadın hareketi uzun zaman belli bir meşruiyet zeminine yaslanmış ve kadın haklarının ilerlemesi yetkililer tarafından insan hakları gündeminin daha “kabul edilebilir” bir maddesi olarak görülmüştü. Olağanüstü hal (OHAL) ilk ilan edildiğinde kadın hakları hareketi – Kürt kadın hakları savunucuları hariç olmak üzere – ilk hedef alınan gruplar arasında değildi. Ancak, hükümetin otoriter ve ataerkil politikalarına karşı eleştirilerini açıkça yükselten son gruplardan biri olarak durum kadınlar bakımından da hızla değişti ve onlar da genel baskı ortamı ile toplantı ve gösteri ve özgürlüğüne yönelik baskılardan azade kalamadılar.

İstanbul’da, geleneksel olarak kadın hakları protestoları için sembolik bir öneme sahip olan Taksim Meydanı’nda toplantı ve gösteri düzenlenmesine yönelik yasaklar, kadın hakları aktivistleri ile yetkililer arasındaki ihtilafın temel nedenlerinden biri. Kadınların Taksim’de – 8 Mart (Dünya Kadınlar Günü) ve 25 Kasım (Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü) vesilesiyle düzenledikleri etkinlikler de dahil olmak üzere – düzenledikleri etkinliklerin kısıtlamalarla karşılaşması 2017 sonuna doğru başladı ve kısıtlamalar o tarihten itibaren adım adım yoğunlaştı. 2019 ve 2020 yıllarında, İstanbul Valiliği kadınların protestolarını yasaklarken yapılan gösteriler de daha şiddetli bir şekilde bastırıldı[1]. Her iki yılda da kadınlar yasaklara rağmen sokağa çıktı ve buna karşılık polisin şiddetli müdahalesi, biber gazı ve plastik mermiyle karşılaştı. 8 Mart 2020’de polis göstericilere karşı orantısız güç kullanırken aynı zamanda ilk defa Uluslarası Kadınlar Günü’nde 34 göstericiyi gözaltına aldı .

Öte yandan, Kürt kadın hakları savunucuları OHAL döneminin en başından itibaren çok büyük baskılarla karşı karşıya kaldı. Güneydoğu’daki tüm muhalif kadın hakları örgütleri kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) kapatılırken kadın hakları savuncuları da dahil olmak üzere bölgedeki tüm sivil toplum aktörleri görülmemiş baskılara maruz bırakıldı. Terörle mücadele adı altında, Kürt kadın hakları kuruluşları ve hak savunucuları, kriminalizasyon, polis baskını, yargısal taciz ve keyfi tutuklamalarla karşılaştı; bu baskılara gerekçe olarak protestolara katılımları ve kadına yönelik şiddete karşı diğer aktiviteleri gösterildi. Birçok kadın hak savunucusu bugün hala tutuklu[2]. Bölgeden bir hak savunucusu durumu şu sözlerle ifade etti: “İçeride yapmak suç, dışarıda yapmak suç, sosyal medyada suç. Haklarımızı sessizce nasıl ifade etmemiz beklendiğini bilmiyorum.”

Bu kısıtlamalar yalnızca kadın hakları kuruluşları ve hak savunucularının içinde bulunduğu ortamı olumsuz etkilemiyor, aynı zamanda yürüttükleri faaliyetleri ve bu faaliyetlerden yararlanan kadınları da etkiliyor. Gerçekten de, kadın hakları geçtiğimiz yıllarda gözle görülür bir gerileme riskiyle karşılaşırken kadın hakları kuruluşlarının, cinsel şiddet ve kadına karşı şiddetten hayatta kalanları savunma kapasitesi de, özellikle OHAL dönemindeki dernek kapatmalarla ve baskılarla, sınırlandırıldı.

Barışçıl toplantı özgürlüğü sınırlanan tek grup kadın hakları savunucuları değil. Geçtiğimiz dört yılda, sendikacılar, avukatlar, barış aktivistleri, LGBTI+ bireyler, çevre hakkı savunucuları ve KHKlarla işlerinden atılan kamu çalışanları da dahil olmak üzere pek çok grup, toplantı ve gösteri özgürlüklerini meşru olarak icra ettikleri için karalama kampanyaları, kriminalizasyon, adli ve idari taciz, polis şiddeti ve hatta tutuklamalarla karşılaştı. Bu kısıtlamalar, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Türkiye’nin uluslararası yükümlülüklerine aykırı olarak, kişilerin barışçıl bir şekilde muhalif düşüncelerini ifade etme hakkını kısıtlarken demokratik bir tartışma ortamı ve idarenin eylemlerinin hesap verilebilirliğini de olumsuz etkiliyor.

OMCT Genel Sekreteri, Gerald Staberock, “Darbe girişiminden bu yana, Türkiye’de toplantı ve gösteri özgürlüğü ihlalleri endişe verici bir seviyeye ulaştı ve insan hakları gruplarının faaliyetleri ile bireysel özgürlükleri baskılayan bu uygulamalar yakın zamanda sona erecek gibi görünmüyor,” dedi. “Sivil alanın giderek daraldığı ve yetkililerle yapıcı bir diyalog ihtimalinin masadan kalkmış gibi göründüğü bu koşullarda, uluslararası toplumun, toplantı özgürlüğünün korunmasına yardımcı olmak ve daha fazla aşınmasının önüne geçebilmek adına sorumluluk alma vakti geldi.” diye ekledi.

Bu rapor, AB tarafından fonlanan ‘Türkiye’deki Hak Savunucularına Kapsamlı Destek’ programı kapsamında, Türkiye’de daralan sivil alan konusunda yayınlancak olan iki rapordan oluşan serinin ilkidir. Bu program, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH) ile Dünya İşkenceyle Mücadele Örgütü’nün (OMCT) de aralarında bulunduğu STK’lardan oluşan bir konsorsiyum tarafından yürütülmektedir. Program, Türkiye’deki insan hakları savunucularına ve sivil topluma, karşılaşılan güçlüklerin raporlanması da dahil olmak üzere, çeşitli yollarla destek sunmayı ve onların kapasitesini geliştirmeyi amaçlamaktadır. 2021 yılı ilkbahar aylarında yayınlanacak olan ikinci rapor, örgütlenme özgürlüğüne odaklanacak.

[1]Daha fazla bilgi için bakınız, Gözlemevi, Basın Açıklaması  – Türkiye: Kadın Hakları Savunucuları Saldırıların Hedefinde (Ocak 13, 2019). Erişim: https://www.fidh.org/tr/avrupa/turkiye/turkiye-kadin-haklari-savunuculari-saldirilarin-hedefinde; Gözlemevi, Basın Açıklaması  – Türkiye:  Barışçıl kadın hakları gösterilerine karşı orantısız güç kullanımının haklı gerekçesi yoktur (Mart 17, 2020). Erişim: https://www.fidh.org/tr/avrupa/turkiye/bariscil-kadin-haklari-gosterilerine-karsi-orantisiz-guc-kullaniminin

[2]Daha fazla bilgi için bakınız, Gözlemevi, Acil Çağrı – Türkiye: Kadın hak savunucularının keyfi şekilde tutuklanması ve Rosa Kadın Derneği’nin yargısal tacizi TUR 005 / 0520 / OBS 058 (Mayıs 29, 2020). Erişim: https://www.fidh.org/tr/avrupa/turkiye/turkiye-kadin-hak-savunucularinin-keyfi-sekilde-tutuklanmasi-ve-rosa