Selahattin Demirtaş Derhal Serbest Bırakılmalı ve AİHM Büyük Daire Kararının Tüm Gerekleri Yerine Getirilmelidir!

HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, 4 Kasım 2016 günü sabaha karşı gerçekleştirilen operasyon ile Diyarbakır’daki evinden gözaltına alınmış, aynı gün Diyarbakır Sulh Ceza Hâkimliği kararı ile tutuklanmıştır. O günden bugüne Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Hapishanesi’nde tutulmaktadır.

Selahattin Demirtaş ve avukatları, tutukluluğun Anayasa’nın 19. Maddesini, AİHS’in 5. Maddesini ihlal ettiği ve aynı zamanda tutuklama kararının siyasi saiklerle alındığı gerekçesiyle iç hukuk yollarının tüketilmesinin ardından Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunmuş, başvurunun red edilmesinin ardından AİHM’e başvurmuştur.

AİHM, 20 Kasım 2018 tarihli Daire kararında Türkiye’yi Sözleşmenin 5. Maddesini, Ek 1. Protokolün 3. Maddesini ve 18. Maddesini ihlalden mahkûm etmiş, Demirtaş’ın tutuklamasının hukuka aykırı olduğunu ve serbest bırakılması gerektiğini belirtmiştir. Bu kararın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı gün “Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” diyerek Demirtaş’ın tutukluluğu konusunda siyasi müdahalede bulunmuştur.  Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi, 30 Kasım 2018 tarihli duruşmada AİHM kararının kesinleşmediği gerekçesiyle hukuken bağlayıcı olmadığını belirterek Demirtaş’ı tahliye etmemiştir. Hemen ardından Demirtaş hakkında İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nce başka bir dosyadan TMK 772. Maddeden yani propaganda suçlamasından verilen 4 yıl 8 aylık hapis cezası İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi’nce 40 gün içinde, 4 Aralık 2018’de onanmış, Demirtaş hükümlü hale getirilmiştir(Birinci yargı paketi diye bilinen 7188 sayılı kanunun 29. Maddesi ile TMK 7/2. Madde yönünden de Yargıtay temyiz yolu açıldığından, Demirtaş’ın infazı durdurulmuş olup 4 yıl 8 aylık cezası ile ilgili dava dosyası Yargıtay’da görüşülmeyi beklemektedir).

Hem hükümetin hem Demirtaş’ın avukatlarının itirazları üzerine AİHM Büyük Daire’ye taşınan davada 20 Eylül 2019 günü karar verilecekken, Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi, iki hafta önce yani 2 Eylül 2019 günü Demirtaş’ın tutuklama kararının bulunduğu ana davada tahliye kararı vermiştir. Propaganda suçlamasından verilen 4 yıl 8 aylık hapis cezasının infazından tutukluluğun mahsup edilerek Demirtaş’ın salıverilmesi için avukatlarınca başvuru yapılmış ve 20 Eylül 2019 günü Demirtaş hakkında koşullu salıverilme kararı verilmiştir. Fakat aynı gün, Ankara Sulh Ceza Hakimliği, 6-8 Ekim 2014 olayları ile ilgili aynı isnatlara dayanan ancak farklı bir esasa kaydedilen bir soruşturma kapsamında, Demirtaş ve Figen Yüksekdağ hakkında tutuklama kararı vermiştir. 5 yıl önce gerçekleşen, ilk tutuklamanın da konusunu oluşturan bir olaya ilişkin olarak farklı bir hukuksal niteleme yapılarak gerçekleştirilen tutuklamanın, non bis in idem(aynı fiilden dolayı iki kez yargılama olmaz) ilkesine aykırı olduğu gibi Demirtaş ve Yüksekdağ’ı tahliye etmemek için uydurulan hukuki sürecin bir parçası olduğu çok açıktır. Böylece koşullu salıverilecek olan Demirtaş’ın hapishaneden çıkması engellenmiştir. AİHM Büyük Daire, itiraz üzerine incelediği ve kesin nitelik taşıyan 22 Aralık 2020 günlü kararında Daire kararından çok daha geniş bir değerlendirme yapmış ve Türkiye’deki hukuk sistemine yönelik çok daha vahim sonuçlara ulaşmıştır.

AİHM Büyük Daire 22 Aralık 2020 tarihli kararında (14305/17 başvuru nolu Selahattin Demirtaş/Türkiye kararı),

Demirtaş’ın tutuklanmasına dayanak olarak gösterilen tüm konuşma ve eylemlerini tek tek incelemiş, bu konuşma ve eylemlerin hiçbirinin ceza hukuku anlamında suç olarak nitelendirilemeyeceğini saptayarak “…Başvurucunun terörle bağlantılı suçları işlediğine ilişkin yeterli kanıt bulunmamasına rağmen, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanması, AİHS md 5/1’de öngörülen “makul şüphe” koşuluna uymamaktadır” sonucuna ulaşmış ve AİHS’in 5. Maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

AİHM Büyük Dairesi, Daire kararından farklı olarak Demirtaş’ın ifade özgürlüğünün de ihlal edildiğine de karar vermiştir. Demirtaş, Büyük Daire başvurusunda, hakkındaki ceza muhakemesi işlemlerinin yapılmasını mümkün kılan dokunulmazlığını kaldıran 2016 Anayasa değişikliğinin de Sözleşmedeki yasallık ilkesini ihlal ettiğini ileri sürmüştür. AİHM, hem “…Başvurucunun ifadelerinin, yetkililer, özellikle de yerel yargı organları tarafından, Anayasanın 83/1 hükmü uyarınca yasama sorumsuzluğunun kapsamına girip girmediğini incelemeleri gerekir. Hiçbir yargı organı bu incelemeyi yapmamıştır” saptamasını yapmış hem de Anayasanın 83/2 maddesi kapsamına girebilecek konuşma ve eylemlerin de belirli kişileri hedefleyen yönüyle Anayasa değişikliği usulünün kötüye kullanılması niteliğiyle yasallık koşullarını yerine getirmediği sonucuna ulaşmıştır.

Mahkeme ayrıca başvurucunun tutuklanmasına dayanak olan Türk Ceza Kanunun 314. Maddesinin de hem başvurucunun davasında hem de genel olarak Sözleşmenin aradığı yasallık standardını taşımadığını saptayarak ifade özgürlüğünün bu hükmün uygulanması açısından da ihlal edildiğine karar vermiştir.

AİHM, Daire kararında saptandığı gibi “…Ayrıca, yerel mahkemelerin, bir parlamenteri tutuklarken, siyasi görüşlerini ifade etmekte özgür olması gereğini gözetmeleri ve parlamentere yönelik suçlamaların siyasi faaliyetiyle doğrudan bağlantılı olmadığını ortaya koymaları gerekir” diyerek AİHS Ek 1 No.lu Protokolün 3. Maddesinde düzenlenen seçme ve seçilme hakkının da ihlal edildiğine karar vermiştir.

AİHM tüm bu ihlallere ek olarak, ülkenin en büyük ikinci muhalefet partisinin eş başkanlarının Sözleşmede öngörülen sınırlandırma sebeplerini aşacak şekilde siyasi amaçlarla tutuklandığını da saptamıştır. AİHM, Demirtaş ve HDP’nin Çözüm Süreci ve 2015 Haziran seçimlerindeki başarıları sonrasında Erdoğan’ın ve iktidarın hedefi haline geldiğini saptamış; yetkililerin, başvurucunun tutukluluğuyla ilgili olarak ortaya koydukları gerekçelerin, gizli biri siyasi amaca yönelik olduğunu belirtmiştir. AİHM, başvurucunun tutuklu olarak 16.4.2017 tarihli Anayasa değişikliği Referandumu ve 24.6.2018 tarihli Cumhurbaşkanlığı seçimi kampanyalarından alıkonulmasının amacının çoğulculuğu boğmak ve özgür siyasi tartışmayı kısıtlamak olduğu sonucuna varmıştır, diyerek Türkiye hakkında AİHS’in 18. Maddesinde düzenlenen “kısıtlamaların öngörüldükleri amaç dışında kullanılamayacağı” yasağının ihlal edildiği sonucuna ulaşmıştır.

Selahattin Demirtaş bu süreçte gözaltına alınan ve tutuklanan tek siyasetçi değildir. HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ile diğer 11 milletvekili de birbirinden bağımsız yürütülen soruşturmalar dayanak gösterilerek farklı tarihlerde gözaltına alınmış, HDP’nin yönetiminde olan onlarca belediyeye kayyım atanarak belediye eş başkanları tutuklanmıştır. 1 Kasım 2015 tarihli milletvekilliği genel seçimlerinde seçilen 59 HDP’li milletvekilinden halen 10’u tutuklu, 3’ü hakkında yakalama kararı bulunmakta, 31’i gözaltına alınıp bırakıldı (veya kısa süreli tutukluluk geçirdi) ve 9’nun milletvekilliği düşürüldü. HDP’ye yönelik gözaltı ve tutuklama operasyonlarının tümü demokratik siyasete doğrudan müdahaledir.

AİHM kararının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bizim mahkemelerimizin yerine geçecek şekilde karar veremez. Sadece burada verilen kararlar mahkemelerimizce değerlendirilir” açıklaması ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “AİHM’in hangi sebeple olursa olsun almış olduğu karar, boşlukta bir karardır, hiçbir anlamı söz konusu değildir” açıklaması açıkça Anayasa’nın 138. Maddesine aykırıdır. AİHS uyarınca iç hukuk yollarının tüketilip tüketilmediğine de, ulusal mahkemelerin Sözleşmeye uygun karar verip vermediğini saptamaya da AİHM yetkilidir. Bir uluslararası sözleşmenin taraf devletler tarafından dilendiği zaman uygulanıp, hoşa gidilmeyen hallerde reddedilmesi halinde varlığını sürdürmesi mümkün olamaz. Bu nedenle, Türkiye’nin en yüksek siyasi düzeyde dillendirilen bu tutumunun hoş görülmesi mümkün değildir.

Cumhurbaşkanlığı’nın yeni bir insan hakları eylem planı açıklayacağını kamuoyuna birkaç kez deklere etmesine rağmen, bu tutumu ile tamamen ters olan açıklamaları büyük bir tezatlık oluşturmaktadır. İnsan hakları eylem planı zaten AİHM kararlarının özellikle de AİHS’in 46. Madde kararlarının hayata geçirilmesini temin etmek içindir. AİHM kararlarını uygulamayan Türkiye’nin, yeni bir insan hakları eylem planı açıklaması en hafif deyimi ile inandırıcı olmayacaktır.

Türkiye AİHS’e taraftır ve Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca AİHM’in yargı yetkisini kabul etmiştir. AİHS’in 46. maddesine göre Sözleşmeye taraf ülkeler AİHM kararlarına uymak zorundadır.

Bu sebeplerle Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması ve AİHM’in Sözleşmeye aykırı olduğunu saptadığı dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinde başlatılan tüm adli süreçlerin geciktirilmeksizin sonlandırılması ve tüm AİHM kararlarının ahde vefa ilkesi uyarınca hayata geçirilmesi için tüm yargı makamlarını kanunlara ve Türk Yargı Etik Belgesine uygun davranmak için göreve davet ediyoruz.

İnsan Hakları Derneği