ADLİ TIP KURUMU ÜZERİNE ORTAK DEĞERLENDİRME

Adli Tıp Kurumu (ATK) Adalet Bakanlığı’nın bürokrat ataması olarak gördüğü bir yapılanmaya sahip olması nedeniyle şimdiye kadar bilimsel kaygılarla yapılan eleştiriler siyasi eleştiriler olarak görülmüş ve gereken önem verilmemiştir. 

Bu değerlendirmenin sadece özellikle son günlerde kamuoyu gündeminde bulunan tedavileri veya tahliyeleri yapılmayan “hasta ve engelli tutuklu/hükümlüler” ile sınırlı olmadığı dikkate alınmalıdır.

Bu sorun yaşamsal önemdedir, derhal çözüme kavuşturulmalıdır, ancak sorun daha kapsamlıdır.

Bugün kısaca;

– Adli Tıp Kurumunun yargının tarafsız ve bağımsızlığı ile adil yargılanma hakkına vermekte olduğu zarardan,

– Yapılanma bozukluğu ve iş yoğunluğu nedeniyle çalışamaz halde bulunmasından,

– Kurumun varlığı nedeniyle yaratılan “bilimsel yetkinlik hiyerarşisi” nin tamamen gerçek dışı olmasından,

– Cumhurbaşkanlığı  tarafından harekete geçirilen Devlet Denetleme Kurulu incelemesinin zorunlu olarak değerlendirmesi gereken bazı hususlardan,

Söz etmek istiyoruz.

1- Türkiye’nin adli tıp alanındaki en büyük bilirkişilik kurumu ATK, bilirkişiliğin en öncelikli koşulu olan güvenilirliğini bütün toplum nezdinde kaybetmiştir.

2- Adli Bilimlerin olmazsa olmaz kaynağı olan üniversitelerden, bilim insanlarından ve bilimsel incelemelerden destek almaksızın düzenlenen raporlar bilimsel ve hukuksal olarak kabul edilemez.

3- Bilirkişi ve bilirkişilik kurumlarının yeterlik ve yetkinliklerinin bağımsız kurumlar tarafından değerlendirilmesi hukukun saygınlığı  ve toplumun adalete güven duyması için önemlidir.  ATK’nın bu koşullarda bilirkişilik yapmaya devam etmesi adalete olan güveni de derinden sarsmaktadır.

4- Bu durum sürdürülebilir değildir ve Türkiye’deki adli tıp organizasyonunun hızla gözden geçirilmesi ve bilimsel veriler doğrultusunda yeniden yapılandırılarak özerk ve bağımsız bir nitelik kazandırılması gerekmektedir.

Devlet Denetleme Kurulu’nun yapacağı denetimin etkinliği, verimliliği ve güvenilirliği için bu sürecin bütün aşamaları konuyla ilgili meslek örgütlerinin katılımına ve katkılarına açık olmalıdır. TTB ve Adli Tıp Uzmanları Derneği (ATUD) başta olmak üzere tüm ilgili örgütler olarak adli tıp alanında uzun yıllara dayanan birikim ve insan gücümüzle ATK’daki denetim sürecine katılmaya hazır olduğumuzu kamuoyuna saygılarımızla duyururuz.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ

SAĞLIK VE SOSYAL HİZMET EMEKÇİLERİ  SENDİKASI

ADLİ  TIP UZMANLARI DERNEĞİ

TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI

 İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİ

 EK 1.

ADLİ  TIP YAPILANMASI İÇİN ÖNERİLER

1. ADLİ TIP KURUMU ADİL YARGILANMANIN ÖNÜNDE ÖNEMLİ BİR ENGELDİR VE İDARİ/SİYASAL BİR YAPI OLAN ADALET BAKANLIĞININ DOĞRUDAN YARGILAMAYA MÜDAHALESİ SONUCUNU YARATMAKTADIR

Adli Tıp Kurumunun bilirkişi olarak görev yaptığı alanlarla ilgili olarak yetki ve görevi 4810 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu ve CMK’nın 64/3 ‘deki “KANUNLARIN BELİRLİ KONULARDA  GÖREVLENDİRDİĞİ RESMİ BİLİRKİŞİLER ÖNCELİKLE ATANIR” hükmüne dayanmaktadır.

Resmi Bilirkişi kavramı  yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı  olduğu gibi, özellikle ceza yargılamaları açısından adil yargılanma hakkının da ihlali niteliğindedir.

Resmi bilirkişi  “devlet bilirkişisi” anlamına gelir. Eğer yargılamanın devletten bağımsız ve “millet” adına yapıldığı  iddia ediliyorsa,  usul hukukunda “RESMİ BİLİRKİŞİ” tanımına asla yer verilmemelidir.  Öncelikle bu tanım CMK 64/3’den çıkarılmalıdır.

Geçmişte infaz idaresinin yahut Adalet Bakanlığı’nın “dönemsel” ihtiyaçları nedeniyle verildiği bilinen kitlesel “infaz erteleme” ve “ertelemenin geri alınması” kararlarının bize gösterdiği gibi bu müdahale yaşam hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin açık ve ağır ihlali haline gelebilmektedir.

Hukuksal düzenlemelerle yaratılmış, “suçun unsurları”, “ağırlaştırıcı  nedenleri” yahut “mağduriyetin sınırları” haline getirilen (“kalıcı psikolojik zarar”, “yaşam tehlikesi” vb.) kavramlar, tamamen yürütme erkinin suç ve ceza politikası doğrultusunda kuruma dikte ettirilmekte ve yaygın raporlama yoluyla yargıya müdahale edilmektedir.
2. ADLİ  TIP KURUMU RAPORLARININ MAHKEMELER VE KAMU MAKAMLARININ DEĞERLENDİRMELERİNDE ESAS ALINMASI “BİLİMSEL BİR YETERLİLİK” KISTASINA DAYANMAMAKTADIR.

Kurum çalışanlarının raporlara esas olan görüşleri, bilimsel veya akademik yeterlilikleri değil “kamu çalışanı” sıfatları esas alınarak diğer uzman raporlarından üstün kabul edilmektedir. Elbette bu kurumda çalışan birçok değerli uzman bulunmakla birlikte, bu temel kıstas raporların denetlenebilirliğini, tarafların uzman görüşüne başvuru haklarını, bağımsız ve alternatif raporlamayı ortadan kaldırmakta veya değersiz hale girmektedir.

Örneğin Yüksek Sağlık Şûrasında vücut bulan idari “mesleki ve kamusal” kanaat oluşturma fonksiyonu Adli Tıp Kurumu için doğru veya gerekli bulunmamaktadır.  

CMK 62 ve devamına mutlaka “Bilimsel Yeterlilik” kıstası konulmalıdır. 

3. KURUMUN MEVCUT YAPISI VE ATAMA DÜZENİ, ADALET BAKANLIĞININ DOĞRUDAN YARGIYA MÜDAHALESİNE NEDEN OLDUĞU GİBİ İŞYÜKÜNÜ  KALDIRAMAZ HALDEDİR

4810 sayılı  yasaya göre Adli Tıp Kurumu doğrudan Adalet Bakanlığına bağlıdır.

Bu durum Adalet Bakanlığını doğrudan yargılama faaliyetinin içine davet etmektedir.

Kurum bu haliyle reforma tabi tutulacaksa, öncelikle ÖZERK olmalıdır. Kurumun bu nedenle Adalet Bakanlığı dışında örgütlenmesi gerekir.

Bütçesi doğrudan genel bütçe içerisine alınarak arttırılmalıdır.

Yönetim işleyişi Merkez Bankası ve diğer bazı özerk kurullarda olduğu gibi idareden bağımsız olmalıdır.

Uzman seçiminde ve genel kurul gibi organların oluşumunda adli tıp uzmanlığının doğrudan kaynağı olan üniversiteler ve uzmanlık meslek örgütleri söz sahibi olmalıdır.

İhtisas kurulları tamamen kaldırılmalı ve bu kurulların yaptığı işler mahkemelerin en yakınındaki üniversite veya eğitim – araştırma hastanelerindeki uzmanlardan olguya göre oluşturulacak bilirkişi kurullarına verilmelidir.

İtirazlar üzerine yine mahkemenin belirleyeceği başka bir üniversite veya eğitim – araştırma hastanelerindeki uzmanlardan oluşturulacak bilirkişi kurullarına görev verilmeli, mahkemeler bilirkişi görüşleri arasında çelişkileri giderme işini veya anlaşılamayan bilimsel görüşleri bilirkişileri mahkemeye davet ederek çözmelidir.

TTB’nin, diğer hekimler üzerinde olduğu gibi, hekim kurum çalışanları üzerinde “deontolojik” denetim hakkı kabul edilmeli ve ilgili yüksek onur kurulu kararları derhal uygulamaya konmalıdır.

Bizler mevcut halde ıslahın imkansız derecesinde zor olduğu kanaatindeyiz. Bu durumda kurum lağvedilmeli ve üniversiteler esas alınarak birbirleriyle ilişkili yerel ve ulusal kurullar şeklinde yeniden organize edilmelidir.

Örneğin İstanbul Adli Tıp Kurumu doğrudan İstanbul’da bulunan devlet üniversitesine bağlanmalı, görev alanı kaldırabileceği bir iş yükü barındıran coğrafi bir bölge ile sınırlandırılmalıdır. 

Adli Tıp Şubeleri tüm diğer sağlık ünitelerinde olması gerektiği gibi mekansal ve idari otorite kontrolu dışında kurularak adliye binaları  dışına alınmalıdır. Bölgelerdeki Adli Tıp Şube Müdürlükleri ve Grup Başkanlıkları ise en yakın Adli Tıp Anabilim dalı olan üniversiteler ile ilişkilendirilmelidir.

Tıp fakültesi bulunmayan illerde adli tıp uzmanları devlet hastanelerinde çalışmalı  ve gereken konsültasyonları diğer branş uzmanlarından alarak hizmet vermelidirler. Daha üst düzey konsültasyonlar en yakın üniversite tıp fakültesinden alınmalıdır. 

Adli Tıp Grup Başkanlıklarının donanımı ve personeli o ilde bulunan anabilim dalının hizmetine verilmelidir. 

Mahkemelerin yerel bilirkişilerden öncelikle yararlanmasının sağlanması bir yasa ile düzenlenmeli, bilirkişi ücretlerinin ödenmesi için Maliye – Adalet – Sağlık Bakanlıkları ile Yüksek Öğretim Kurulu arasında yine yasal düzenleme yapılmalıdır.

4. DEVLET DENETLEME KURULU ÖNCE BİZİ DİNLEMELİDİR

Yıllardır her düzeyde Adli Tıp Kurumu’nun işleyişi hakkında inceleme ve değerlendirmelerde bulunmuş olan bizlerle görüşülmeden, rapor ve önerilerimiz dikkate alınmadan yapılacak denetim ve öneri sorunu kavramaktan uzak olacaktır.

İVEDİ OLARAK YAPILMASI GEREKENLER; 

İnfaz Kanunu m.16 ve Anayasa m.104 uygulamasında, yasal zorunluluk olmadığı ve üniversitede istihdam edilmiş uzmanlar da CMK. 64/3 madde uyarınca resmi bilirkişi olarak kabul edildiği halde, üniversite raporları yeniden test edilmek üzere, adli tıp kurumuna gönderilmektedir. Adli Tıp Kurumu uzmanları üniversitelerin “bilimsel, akademik veya idari üstleri” değildir. Bu uygulamaya derhal son verilmelidir.

Uygulamanın sona ermesi herhangi bir düzenleme gerektirmeyip Adalet Bakanlığı’nın yazılı emri ile mümkündür.

16. madde uygulaması Cumhuriyet Savcısının “yargısal” bir faaliyeti  değildir. Adalet Bakanlığı bu gibi faaliyetleri yönünden Cumhuriyet Başsavcılarına doğrudan talimat verebilir ve başsavcılar bu görevler yönünden infaz savcılarının idari amiridir.

Bu nedenle Adalet Bakanı derhal bir tebliğ yayınlayıp, ciddi sağlık sorunları olan mahpusların Adli Tıp Kurumuna sevkini durdurmalı, üniversite hastaneleri tarafından verilmiş raporları esas almalıdır..

Aksi tutum meydana gelen temel hak ihlali, sakatlanma ve ölümlerde Adalet Bakanı’nı bizzat sorumlu hale getirmektedir.

Adli Tıp İhtisas kurullarının şu andaki mevcut iş yükü ile zaten diğer görevlerini de yerine getirmesi mümkün değildir. Yapısal düzenleme tamamlanıncaya kadar mahkeme ve savcılıkların kuruma iş göndermeyerek, kendi bölgeleri içerisinde ihtiyaçları bulunan uzmanlık dalını barındıran üniversitelere yönlendirilmesi sağlanmalıdır. 

EK 2.

CEZAEVLERİNDE SAĞLIK SORUNLARI:

İHD’nin 2008 raporuna göre cezaevlerinde İHD’ye yapılan başvurular kapsamında bilinen 306 hasta tutuklu ve hükümlü bulunuyor. Rapora göre bunlardan 16’sı ağır hastadır. TİHV Dokümantasyon Merkezinin verilerine göre ise halen cezaevlerinde 34 ağır hasta tutuklu ve hükümlü bulunmaktadır. TTB’ye yapılan başvurularda bildirilen sayı ise 86’dır. Beş kanser hastası ve ölüm riski kayıtlara geçmiş bulunmaktadır. Bu veriler, yalnızca İHD ve TTB‘ye yapılan başvurular ile TİHV’ in günlük basından ve kendi bilgi kaynaklarında saptayabildiği olgulara dayanmaktadır. Bu sınırlı rakamlar bile cezaevlerinde yaşanmakta olan sağlık sorunlarının ne denli ciddi boyutlarda olduğunu göstermektedir.

Yedi ayda sağlık nedenleriyle yedi tutuklu ve hükümlü yaşamını yitirdi. Ayrıca beş hükümlü ve tutuklu da intihar etti.

Hükümlü  İsmet Ablak’ın kanserden yaşamını yitirmesiyle birlikte 2009 yılında cezaevlerinde yakalandıkları sağlık sorunlarından dolayı yaşamını yitiren tutuklu ve hükümlü sayısı yediye yükseldi. 

Kanser hastası İsmet Ablak’ın, sağlık durumuna ilişkin Adli Tıp raporu uzun bir bekleyişin ardından çıkamadan yaşamını yitirmesiyle, gözler cezaevinde çeşitli hastalıklardan dolayı yaşamını yitiren ve ölümü bekleyenlere çevrildi.

19 Ağustos 2008 tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, kapatılan Refah Partisi’nin eski Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın kalan hapis cezasını ”sürekli hastalık” nedeniyle kaldırdı. Bu güne kadar Ergenekon davasında 7 kişi “sağlık sorunu” gerekçesiyle tahliye edildi. Arif Doğan’nın yanı sıra sağlık sorunları nedeniyle, gazeteci Ayşe Asuman Özdemir, İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ferit İlsever, emekli Orgeneral Şener Eruygur, emekli Orgeneral Hurşit Tolon, Prof. Dr. Erol Manisalı, Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Yurtkuran ile birlikte 2’si general 7 kişi tahliye edildi.

ATK 3. İhtisas Kurulu’nun İbrahim Şahin hakkında verdiği 27.06.2003 tarih ve 4083 sayılı kararı ile Susurluk davası hükümlüsü ve Ergenekon davası tutuklusu İbrahim Şahin hakkında verilen adli tıp raporuyla ilgili kamuoyunda yer alan tartışmalar üzerine Adalet Bakanlığı 16.01.2009 günü yazılı bir basın açıklaması yapmak zorunda kaldı. Cavit Çağlar’ın “panik atak” tanısı ile Dinç Bilgin’in göz hastalığı gerekçesine dayandırılarak tahliyesi ise hiç tartışılmadı.

Hekimler koruyucu hizmetler, tanı ve tedavi süreçlerinde hakkaniyet prensipleri doğrultusunda tüm bireyler için olduğu gibi tutuklu ve hükümlülerin de “tıbbi bakım alma hakları” olduğunun bilincindedirler. Uluslararası metinler dikkate alınarak hazırlanan Hasta Hakları Yönetmeliği( 1998) ile de bu haklar iç hukukumuzda da yerini almıştır.

TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLERİN SAĞLIK HAKKINDAN EŞİT YARARLANMA HAKKI TEMEL BİR İNSAN HAKKI OLUP DEVLET GÜVENCESİ ALTINDADIR. Ancak bu güvencenin eşitlik ilkesi çerçevesinde sağlanamadığı, eşitsiz uygulamada Adli Tıp Kurumu’ nun da gerektiği her koşulda bir araç olarak kullanıldığı görülmektedir.

Bir cevap yazın