“İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen ya da zararsız ya da ilgilenmeye değmez görünen ‘bilgi’ ve ‘düşünceler’ için değil, aynı zamanda devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhine olan, şok eden, rahatsız eden düşünceler için de uygulanır. Bunlar, ‘demokratik toplum’un olmazsa olmaz unsurlarından olan; çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir.”.
Handyside/Birleşik Krallık Davası, AİHM, 1976
AKP İzmir Gençlik Kollarının 18 Kasım 2006’da düzenlediği "Avrupa Birliği ve Türkiye İlişkileri'nin Toplumsal Etkileri" konulu konferansta bir konuşma yapan Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla, Türkiye Cumhuriyeti tarihini 1925-1945 ve 1950- sonrası şeklinde iki döneme ayırarak değerlendirme yapmış ve bu arada Kemalizm hakkında bazı eleştirel düşüncelerini açıklamıştır.
Söz konusu konferansta ifade ettiği görüşler gerekçe gösterilerek, Prof. Dr. Atilla Yayla hakkında bir karalama ve linç kampanyası başlatılmıştır. Önce Ege Bölgesinde yayın yapan bir mahalli gazete, Prof. Dr. Atilla Yayla’yı hain manşetiyle “hedef” haline getirmiş, bunu bazı emekli generallerin ulusal basında yer alan saldırıları takip etmiştir. Ardından İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı konuyla ilgili olarak inceleme başlatmış ve son olarak da Prof. Dr. Atilla Yayla hakkında Gazi Üniversitesi inceleme başlatarak, kendisini görevinden uzaklaştırmıştır. Prof. Dr. Atilla Yayla hakkında başlatılan karalama ve linç kampanyasının vardığı boyut, Türkiye’de ifade ve akademik özgürlüklerin durumunu ve medyanın insan haklarına yaklaşımını bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Yaşananlar dört farklı açıdan Türkiye’deki insan hakları durumunun hali hazırdaki vahim durumunu ortaya koymuştur:
Bunlardan ilki, Türkiye’nin en önemli sorunlarından biri olan ifade özgürlüğü probleminin hala devam ediyor olmasıdır. İkincisi, Türkiye’de ifade özgürlüğü konusunda en fazla hassas olması ve ifade özgürlüğünü en fazla savunması gereken medyanın, bu işlevini yerine getirmediği, aksine olumsuz bir rol oynadığıdır. Üçüncü olarak, Türkiye’de akademik özerklik ve özgürlüğün halen sağlanamadığıdır. Ve son olarak da AB süreciyle başlatılan olumlu yöndeki reformların hiçbirisinin kalıcı nitelik kazanamamış ve bu reformlarla sağlanan özgürlüklerin her an geri alınabilir nitelikte olduğudur.
Uzunca bir süredir TCK 301. maddeyle gündemde olan Türkiye’deki ifade özgürlüğü sorunu ne yazık ki halen devam etmektedir. Bu konuda şu ana kadar gelen tüm hükümetler oldukça basiretsiz bir tutum sergilemişlerdir. Demokratik bir toplumun olmazsa olmaz koşullarından biri olan ifade özgürlüğü, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin en temel gereklerinden biridir. Ne yazık ki hükümet, kendisinden önceki diğer hükümetler gibi bu konuda utangaç hatta, çoğu zaman ihlalci olma özelliğini devam ettirmektedir.
Medyanın, kamuoyunun bilgi edinme hakkını ve ifade özgürlüğünü kullanabilmesindeki rolü ile, demokratik toplumlarda gerekli olan siyasal organlar ile kamu hizmetlerinin sorumluluğunun ve şeffaflığının sağlanmasındaki rolü tartışılmaz bir şekilde önemlidir. Bu bağlamda medya ve ifade özgürlüğünü ayrılmaz bir bütün olarak ele almak gerekir. Medya, ifade özgürlüğünün en önemli “watch dog”u, yani koruyucusudur. Bu açıdan bakıldığında bazı medya kuruluşlarının Prof. Dr. Atilla Yayla’nın yapmış olduğu konuşma karşısında takındığı tavrı anlamak mümkün değildir.Yapılan yayınlarla Prof. Dr. Atilla Yayla doğrudan hedef haline getirilmiştir. Sonuç olarak yaşananlar, Türkiye’de ifade özgürlüğü açısından olduğu kadar medya ettiği açısından da içler acısı bir durum sergilemektedir.
Prof. Dr. Atilla Yayla hakkında üniversite yönetiminin başlattığı inceleme 12 Eylül yıllarının 1402 uygulamalarını anımsatmaktadır. Görüşlerini barışçıl bir şekilde ifade eden bir öğretim üyesi hakkında inceleme başlatıp, onu görevinden uzaklaştırmanın demokratik ve insan haklarına saygılı bir hukuk devletiyle bağdaştırılması mümkün değildir. BM Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO) tarafından kabul edilen “Yüksek Öğretimdeki Eğitici Personelin Statüsüne İlişkin Tavsiyeler”e göre üniversitelerin ve akademik personelin özerk bir yapıya sahip olması bir zorunluluktur (madde 17-21). Üniversiteler, akademik özgürlüğün ve başta ifade ve açıklama özgürlüğü olmak üzere temel insan haklarının desteklenmesi gibi kurumsal sorumluluklara sahip olmalıdır(madde 22-24).
Yaşananların bizleri yüzleştirdiği bir diğer gerçeklik de, AB reformlarıyla getirilen temek hak ve özgürlüklerin halen kurumsallaşamamış olması ve oldukça kaygan bir zemine oturtulmuş olmasıdır. Durum onu göstermektedir ki, bu temel hak ve özgürlükler, her an keyfi olarak geri alınabilir şekilde düzenlenmiştir. İfade özgürlüğü de bunların başında gelmektedir.
Bizler insan hakları kuruluşları olarak, Prof. Dr. Atilla Yayla hakkında başlatılan karalama ve linç kampanyasını protesto ediyoruz. Prof. Dr. Atilla Yayla hakkında başlatılan karalama ve linç kampanyası derhal sona erdirilmelidir. Hakkında başlatılan incelemeler ivedilikle durdurulmalı ve Prof. Dr. Atilla Yayla görevine derhal iade edilmelidir. Hükümet, başta ifade özgürlüğünü kısıtlayan tüm yasa ve uygulamaları durdurmak olmak üzere, temel hak ve özgürlükleri teminat altına alacak ve onları kurumsallaştıracak her türlü önlemi, bu alanda çalışan sivil toplum örgütleriyle işbirliği içinde hayata geçirmelidir.
Özgürlükler bir bütündür. Demokrasilerde özgürlükler, kutsallık atfedilen düşüncelere sığınılarak sınırlandırılamaz.
İnsan Hakları Derneği (İHD) |
İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUM-DER) |
İnsan Hakları Gündemi Derneği (İHGD) |
Helsinki Yurttaşlar Derneği (HYD) |