Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi ve İstanbul Protokolü Bağlamında Halfeti’de Yaşanan Gözaltı İşlemi

18 Mayıs 2019 tarihinde sabaha karşı 02.00 sıralarında Urfa Halfeti’ye bağlı Dergili Mahallesi’nde bir evde çatışma çıkmış ve bu çatışma sonucunda bir özel harekât polisi ve PKK üyesi iddia edilen 2 kişi yaşamını yitirmiş, 2 polis de yaralanmıştır. Olay sonrası 51 kişi gözaltına alınmıştır.

Gözaltına alınan kişilerin yasadışı bir biçimde işkence uygulamalarına maruz kaldıkları kamuoyuna servis edilen fotoğraflarla öğrenilmiş ve kamuoyunda tepkilere neden olmuştur.

Olay sonrası, Urfa Barosu İnsan Hakları Komisyonu ayrıntılı bir rapor hazırlayarak işkence uygulamasını doğrulamıştır.

Kamuoyuna yansıyan bilgilerden, gözaltına alınan tüm kadınların cinsel işkenceye maruz kaldıkları bilgisinin edinilmesi üzerine, İnsan Hakları Derneği Merkezi Kadın Komisyonu olarak, İstanbul Sözleşmesi ve ayrıca İstanbul Protokolü çerçevesinde kadınlara uygulanan cinsel işkence olayını araştırmak üzere Urfa’ya gittik.

Öncellikle belirtmek gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasasının 90. maddesi, uluslararası sözleşmelerin iç hukukun üzerinde olduğu bilgisini hüküm altına almıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kadına Yönelik Şiddet alanında düzenlenmiş çok önemli bir sözleşme olan Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesini, 2017 tarihinde imzalamış olup, bu sözleşmenin 1. imzacı devletidir.

Söz konusu sözleşmenin 2. maddesi, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları orantısız biçimde etkileyen ve kadınlara yönelik her türlü şiddet biçimi için geçerli olduğunu hüküm altına almıştır.

Yine sözleşmenin 3. maddesi, ‘Kadına yönelik şiddet, bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır. Ve ister kamusal ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelir ‘ demektedir.

Yine aynı sözleşmenin 4. maddesi, taraf devletlere gerek kamu gerek özel alanda tüm bireylerin özellikle kadınların şiddetten arınmış yaşama haklarını sağlamak ve korumak için gerekli yasal ve diğer tedbirleri görev olarak yüklemiştir.

Aynı sözleşmenin 5. maddesi ise, taraf devletlere, kadınlara yönelik şiddet eyleminde bulunmaktan kaçınma ve devlet adına faaliyet gösteren devlet yetkililerinin bu yükümlülüğe uygun davranma görevini de yüklemektedir.

Yukarıda anılan sözleşme uyarınca, Halfeti olayında gözaltına alınıp tutuklanan iki kadın ve gözaltından serbest bırakılan 16 yaşındaki kız çocuğu ile yapılan görüşmelerde şu bilgilere varılmıştır.

Urfa T Tipi cezaeviyle 11 Haziran 2019 günü yapılan görüşmelerde:

G.A., şunları anlatmıştır; “50 yaşındayım ve 4 çocuğum var. 18 Mayıs 2019 günü, gece 02.00 sıralarında çatışma sesleri duydum. Bir süre sonra kapımız çalındı ve çok sayda polis içeri girdiler. Çocuklarımızda dahil hepimizin gözlerini ve ellerini bağlayarak dövmeye başladılar. Bana tecavüz tehdidinde bulundular. Terörle Mücadele Şubesine götürüldükten sonra 11 gün burada kaldık. Gözlerimi bağladılar, başıma da çuval geçirdiler. Çoğunlukla ellerim arkadan kelepçeliydi. Defalarca işkence seansına çıkarıldım. Pijamamın altından kablo geçirmek suretiyle göğsümden ve cinsel organımdan elektrik verdiler. Elektrik’in şiddetiyle bayılınca o kabloları çıkarıp bu kez kollarımdan ve bacaklarımdan elektrik vermeye başladılar. Elektrik veren polis sürekli , ‘senin a…na koyarım, seni kocan dışında s..ken oldu mu?’ gibi sözler söylüyordu. Ben ağlayarak polislere, ‘anneniz yaşındayım diyerek’ yalvarıyordum.

Cezaevinde görüştüğümüz kadınlardan T.A ise şu beyanlarda bulunmuştur; ’39 yaşında ve 4 çocukluyum. Olay günü, biz Halfeti’de değildik, 3 gündür Urfa’da görümcemin evindeydik.18 Mayıs 2019 günü sabaha karşı görümcemin Urfa’daki evindeyken çok sayda polis evimize geldiler. Kocamın kafasını duvarlara vurdular, başı yarıldı. Daha sonra 16 yaşındaki kızımın başına silah dayayarak tehdit ettiler. Terörle Mücadele şubesine götürüldükten sonra ismini ‘Güler’ olarak hatırladığım bir kadın polis, gözlerim bağlı bir şekilde beni nezarethaneden aldı ve iki erkek polisin oturduğu bir odaya götürdü. Erkek polislerden biri,  elini saçlarıma dolayarak beni odanın bir ucundan bir ucuna gezdirdi. Bu arada ‘sen temiz değilsin, senin kesin dostun vardır. 4 çocuğun var, 5’incisi de benden olsun ister misin?’ diyerek cinsel tacizde bulundu.

Cezaevi kapısında görüştüğümüz 16 yaşındaki F.A., ise şunları anlatı; ‘Biz halamın evindeyken polisler eve baskın yaptılar. Babamı çok dövdüler. Başı kanlar içindeyken kafasını ezmeye çalışıyorlardı. Benim sırtıma silah dayayarak ‘konuş’ diye tehdit ettiler. İki erkek kardeşimle beraber bizi çocuk şubeye götürdüler. 4 gün çocuk şubede kaldık, daha sonra bizi bıraktılar. Ama biz hala çok korkuyoruz. Geceleri uyuyamıyoruz.’

Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi açısından bakacak olursak, sözleşmenin yukarıda yazdığımız ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından imzalanarak garanti altına alınan tüm hükümleri ihlal edilmiştir. Devlet görevlileri, sözleşmeye tamamen aykırı biçimde, kadına yönelik şiddet ve cinsel şiddet yöntemlerini açıkça uygulamışlardır.

Halfeti’de uygulanan işkence yöntemleri ve işkencenin belgelenmesi konusu, İstanbul Protokolü çerçevesinde de incelenmiştir. İstanbul Protokolü bir sözleşme değildir,  ancak uluslararası hukukun bir parçasıdır. Ve bir Birleşmiş Milletler belgesi haline gelmiştir.

İstanbul Protokolü, özellikle gözaltı uygulamalarından sonra, işkence mağdurunun getirildiği sağlık kurullarında hekimin sorumluluğunu düzenlemektedir. Bu protokole göre, hekimler gözaltından getirilen kişileri, ‘hasta’ kabul etme ve sağlık durumlarını belgelemek konusunda sorumludurlar. Hekim, özgür bir ortamda başvurucunun tüm işkence şikâyetlerini dinlemeli ve uluslararası hukuk ve tıbbı etik kurallarına uygun davranmalıdır.

İstanbul protokolüne aykırı bir düzenleme veya bir emir ile karşılaştığında, İstanbul protokolüne öncelik verilmelidir.

Gerçeklik bu olmasına rağmen Halfeti olayında gözaltına alınan ve görüştüğümüz tüm mağdur kadınlar, hastaneye götürüldüklerinde, doktorun yanına polisin de girdiğini söylemişler hatta G.A. ‘bizi doktorun yanına toplu aldılar. Doktor oğluma pansuman yaparken polis halaoğluma vurmaya devam ediyordu’  demiştir.

Mağdurlardan F.A. ise, kendileri nezaretteyken, nezarethaneye bir hekimin geldiğini, üzerinde doktor kıyafeti olduğunu ve kendilerine ‘bir şeyiniz var mı?’ diye polislerin ortasında sorduğunu belirtmiştir.

Urfa Barosu İnsan Hakları Komisyonunun hazırladığı ayrıntılı raporda da daha geniş bir biçimde söz konusu uygulamalar anlatılmıştır.

Sonuç Olarak,  18 Mayıs 2019 tarihinde Halfeti’de meydana gelen olay sonrasında gözaltına alınan kadınlara, gerek Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kendi iç hukuku, gerekse uymayı taahhüt ettiği Avrupa Konseyi İstanbul Sözleşmesi ve bir Birleşmiş Milletler belgesi olan İstanbul Protokolüne aykırı biçimde işkence ve cinsel işkence uygulanmış ve uygulanan işkence belgelenmemiştir.

İnsan Hakları Derneği

Merkezi Kadın Komisyonu