Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi (Meclisi), 25 Nisan 2017 tarihinde Türkiye hakkında izleme kararı aldı. Türkiye, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra da Avrupa Konseyi’nin yaptırımlarına muhatap olmuş, üyelik durumu askıya alınmış, 1996 yılında izleme prosedürüne tabi tutulmuş ve AK Parti hükümetleri döneminde de 2004 yılında izleme prosedüründen çıkarılmıştı.
Böylelikle Avrupa Konseyi’nin bu izleme prosedüründen çıkarılma kararının olumlu etkisiyle de Avrupa Birliği ile daha üst bir müzakere sürecine, katılım ortaklığı sürecine geçilebilmişti.
Türkiye, 1949 tarihli Avrupa Konseyi Statüsü Sözleşmesi’nin 1950 yılından beri tarafıdır. Belirli zaman dilimine değin Konsey Statüsü’nü onaylayan ülkeler kurucu vasfını da kazanırlar. Türkiye, Statü Sözleşmesi’ni hazırlayan ülkeler arasında yer almamakla birlikte Sözleşmeyi ilk onaylayan ülkeler arasında olduğu için Avrupa Konseyi’nin kurucuları arasında sayılmaktadır.
Sözleşme’nin 1. Maddesi’nde Avrupa Konseyi’nin amacı şöyle düzenlenmiştir:
“AVRUPA KONSEYİNİN AMACI Madde 1 – (1) Avrupa Konseyinin amacı, ortak mirasları olan ülkü ve ilkeleri korumak ve gerçekleştirmek ve ekonomik ve sosyal ilerlemelerini kolaylaştırmak üzere üyeleri arasında daha güçlü bir birliğe ulaşmaktır. (2) Bu amaç; ortak ilgi konusu olan sorunların görüşülmesi, ekonomik, sosyal kültürel, bilimsel, hukuksal ve yönetsel konularla insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve daha ileri düzeyde gerçekleşmesi konusunda sözleşmeler ve ortak eylemler yoluyla Konsey organları eliyle izlenir.”
Sözleşme’nin 3. Maddesi’nde Avrupa Konseyi’nin dayandığı temel değerler olarak hukukun üstünlüğü ilkesine ve insan haklarına vurgu yapılır. Şöyle ki:
“Madde 3 – Avrupa Konseyinin her üyesi, hukukun üstünlüğü ilkesiyle yargı yetkisi içindeki herkesin insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanması ilkesini kabul eder ve 1. Bölüm’de belirlenen Konsey amacının gerçekleşmesinde içten ve etkin bir biçimde işbirliği yapmayı üstlenir.”
Hukukun üstünlüğü ve insan hakları konularında ciddi, sürekli ve yaygın ihlallerde bulunan üye ülkelerle ilgili yaptırımlar ise 8. Madde’de şu şekilde düzenlenir:
“Madde 8 – 3. Madde hükümlerini ciddi biçimde çiğneyen herhangi bir Konsey üyesinin temsil hakları askıya alınabilir ve Bakanlar Komitesi tarafından 7. Madde hükümlerine göre çekilmesi istenebilir. Böyle bir üye bu isteğe uymazsa Komite, belirleyebileceği bir tarihten başlayarak bu üyenin Konsey üyeliğinin sona erdiğine karar verebilir.”
Türkiye, 2015 ve 2016 yıllarındaki ağır insan hakları ihlallerindeki sorumlulukları nedeniyle (devam eden silahlı çatışmalar, sokağa çıkma yasakları, kentlerdeki abluka ve yıkımlar nedeniyle ifade ve medya özgürlükleri başta olmak üzere daha pek çok konuda) hem yurt içinde hem de uluslararası kamuoyunda yoğun eleştirilere maruz kalmaktaydı. Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki mevzuat ve uygulamalar nedeniyle eleştiriler artmıştı.
İHD olarak 14 Nisan günü açıkladığımız 2016 yılı insan hakları ihlal raporu ve bilançosu, durumun ne kadar vahim olduğunu ve ihlal rekorları kırıldığını göstermişti.
Hükümet bu eleştirileri ciddiye alıp hatalarından dönmek yerine eleştiri sahiplerini suçlama yolunu seçmişti. İçeride muhaliflere, akademisyenlere, gazetecilere, muhalif siyasetçilere baskı uygulama yoluna gitti. OHAL ile birlikte yüz binden fazla insan kamudan ihraç edildi. Yüzden fazla gazeteci tutuklandı. Milletvekilleri ve belediye başkanları tutuklandı. Onlarca belediyeye el kondu. Fabrikalar, bankalar, yazılı ve görsel basın/yayın araçlarına, okul ve yurtlara en kondu; binden fazla dernek-vakıf kapatıldı. Hakim ve savcıların nerdeyse %30’u ihraç edildi, tutuklandı. Siyasi iktidarın hoşuna gitmeyen kararları veren hakim ve savcılara açığa alma, gözaltına alma, soruşturma açma yaptırımları uygulandı. OHAL, adeta yeni bir karşı darbe rejimi olarak sürdürüldü. Hükümet eleştirileri dikkate almadı.
İHD, insan haklarının evrenselliği tezini savunmaktadır. O nedenle de insan haklarını hiçbir ülkenin iç sorunu olarak görmemekteyiz. İnsan hakları uluslararası korumanın konusudur.
Hükümeti defalarca uymamıza ve reformları gerçekleştirmesi için çağrıda bulunmamıza rağmen otoriter ve baskıcı uygulamalarından vazgeçmedi. Bununla da yetinmedi, otoriter baskıcı uygulamalarını kurumsallaştırma çabasına girdi. En son kuvvetler ayrılığı rejimine aykırı Anayasa değişikliği adımıyla da bu yolda ısrarcı olduğunu gösterdi. Devlet olarak uluslararası sözleşmelere ve protokollere atılan imzalar ve ahde vefa ilkesi unutularak, idam çağrıları yaparak ve yaptırarak Avrupa Konseyi üyeliğini tehlikeye attı.
Hükümeti/siyasi iktidarı, bir an önce iç barışı sağlamak için yeni bir barış sürecini inşa etmeye, insan hakları politikalarını düzeltmeye, reformları gerçekleştirmeye, insan haklarına saygı yükümlülüklerini yerine getirmeye davet ediyoruz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ