Türk makamları insan hakları savunucularını, gazetecileri, STK’ları ve avukatları etkileyen düşmanca ortama son vermeli ve idari ile adli işlemlerle susturmaktan vazgeçmelidir. Seçimler öncesinde, demokratik bir toplumun bu önemli aktörleri üzerindeki baskı artmış ve insan hakları ortamı, özellikle ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüklerinin etkilenmesiyle birlikte daha da kötüleşmiştir.
Türkiye genelinde, aralarında gazeteciler, avukatlar, muhalif siyasetçiler ve sanatçıların da bulunduğu 120’den fazla kişinin, terör örgütü üyesi oldukları gerekçesiyle gözaltına alınması ve toplu baskınlar düzenlenmesi, bu konuda ciddi endişelere yol açmaktadır. Şu ana kadar bu bağlamda usuli güvencelerin ihlal edildiğine ve polis şiddetine dair iddialar ortaya atılırken, bu gruptan altı gazeteci ve 25 avukatın tutuklu yargılanmaya devam ettiği ve Türkiye’deki tutuklu gazeteciler listesinin daha da genişlediği bildirilmektedir.
Yetkililerin, kayıp yakınlarıyla ilgili gerçeği arayan Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın barışçıl toplanma özgürlüğü hakkını, Anayasa Mahkemesi’nin bu yöndeki iki kararına rağmen korumaması ve bu hakkı kullandıkları için grup üyelerine karşı dün başlayan cezai kovuşturma, insan haklarının etkin bir şekilde korunmadığı bir ortamın doğasında var olan risklerin bir başka örneğidir.
“Yanlış veya yanıltıcı” bilgi yayma suçunun son zamanlarda yaygın bir şekilde kullanılması ve sosyal medya platformlarının engellenmesi, gazetecilere ve medya kuruluşlarına karşı açılan “demokratik katılıma karşı stratejik davalar” ile Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun eleştirel haberleri nedeniyle bazı medyaya uyguladığı ağır para cezaları da dahil olmak üzere, bilgiye erişimde bildirilen diğer kısıtlamalar, gazeteciler ve eleştirel sesler üzerinde daha da caydırıcı bir etki yaratmıştır. Bu durum, Parlamenterler Asamblesi’nin seçim öncesi heyetinin Nisan ayında Türkiye’ye yaptığı ziyaretin ardından da belirttiği üzere, yaklaşan seçimlerin damgasını vurduğu mevcut bağlamda son derece önemli olan çoğulcu bilgiye ve açık kamusal tartışmaya erişimi ciddi şekilde baltalamıştır.
Azınlıklara, LGBTİ’lere ve göçmenlere yönelik nefret söylemlerinin, en üst düzey kamu görevlileri de dâhil olmak üzere, kamuoyu önünde kullanılması endişe verici boyutlara ulaşmış ve bu grupların üyelerine yönelik nefret saikli şiddet ve suçların arttığı bir ortamda toplumdaki mevcut kutuplaşmayı daha da arttırmıştır.
Türk makamlarını, insan hakları savunucuları, gazeteciler, STK’lar ve avukatlar üzerindeki baskılarına son vererek ve seçim öncesi bu dönemde çok sesliliğin duyulmasını sağlayarak, Avrupa Konseyi üyesi bir devlet olarak insan hakları yükümlülüklerini yerine getirmeye çağırıyorum. Tüm kamusal ve siyasi aktörlere, insan haklarına zarar verebilecek veya nefreti körükleyebilecek söylemlerden kaçınmaları çağrısında bulunulmaktadır.