Kurumsallaşan Polis Devleti: 2011 Yılı İnsan Hakları İhlalleri Raporu Üzerine Değerlendirmeler

11 Nisan 2012

 

Raporun tamamı (pdf)

Basın açıklamasında kullanılan tablolar

 

2011 yılında Genel Seçimler yapıldı ve AKP yeniden tek başına iktidar oldu. AKP bu iktidar dönemini “ustalık dönemi” olarak nitelendirdi. 2011 yılı hak ihlallerini değerlendirdiğimizde, ihlallerin AKP iktidarı boyunca en üst seviyeye çıktığını gördük. İhlal raporumuz, siyasal iktidarın giderek otoriterleştiğini ve bunun da yeni ihlallere kaynaklık ettiğini göstermektedir. 2011 yılının insan hakları bakımından çarpıcı noktalarından biri de 62. Hükümetin Programı’nda, “insan hakları” başlığının bulunmamasıydı. “İleri demokrasi” söylemi adına yapılan uygulamalara baktığımızda yoğun hak ihlallerinin gizlenmeye çalışıldığını görmekteyiz.   2011 yılını polis devletinin daha da kurumsallaştığı bir yıl olarak değerlendiriyoruz.

Yaşam Hakkı İhlalleri

Yaşam hakkı ihlallerini alt başlıklar halinde irdelediğimizde, kolluk kuvvetlerinden kaynaklanan yaşam hakkı ihlallerinin artarak devam ettiğini görüyoruz. 2007 yılında PSVK’da yapılan değişiklikle kolluk kuvvetlerinin silah kullanma yetkisinin kolaylaştırılması, bu ihlallerde yaşanan artışın en önemli sebeplerinden birisidir. Bütün eleştirilerimize rağmen bu konuda bir ilerleme olmamıştır. Tam tersine Roboski’de yaşandığı gibi toplu yargısız infaz uygulamaları gerçekleşmiştir.

Cezaevlerinde ve gözaltı merkezlerinde ölümler devam etmektedir. Cezaevlerindeki hasta mahpusların tedavi edilmemeleri nedeniyle yaşamlarını yitirmeleri iktidarın duyarsızlığını ve cezaevleri için özel bir çürütme politikası uygulandığını ortaya koymaktadır. Cezaevlerinde bulunan 243 hasta mahpustan 135 mahpus ağır hastalıkları nedeniyle tahliye edilmeyi beklemekte, ancak tahliye edilmemektedir.

2011 yılında gözaltı merkezlerinde 5 kişinin ölümü polis devleti uygulamalarının ve dolayısıyla cezasızlığın sürdürüldüğünü ortaya koymaktadır. Geçen yasama döneminde TBMM’de bekleyen Kolluk denetimi ile ilgili tasarının acilen yasalaştırılması sorunun çözümüne katkı sunacaktır.

Köy Koruculuğu Sisteminin devamı beraberinde yaşam hakkı ihlallerini getirmeye devam etmektedir. 2011 yılında köy korucuları tarafından 3 kişi öldürülmüş ve 48 kişi yaralanmıştır. 2010 yılında Muş Bulanık’ta bir köy korucusunun 2 kişiyi öldürmesiyle ilgili açılan davanın beraatla sonuçlanması köy korucularını adeta cesaretlendirmiştir. Bu alanda da cezasızlık politikası devam etmektedir. Köy koruculuğu sistemi acilen kaldırılmalıdır.

2011 yılında da mayın ve sahipsiz bomba patlaması sonucu, 5’i çocuk olmak üzere 13 sivilin ölümü ve 63 sivilin yaralanması durumun vahametini ortaya koymuştur. 2009 yılında sadece Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi ile ilgili yasal düzenleme yapılmış ancak asıl sorun yaratan ülke içindeki mayınlı sahaların temizlenmesi ile ilgili hiçbir tedbir alınmamıştır. Türkiye içerisinde 9 ilde sivil yerleşim bölgelerine yakın çok sayıda mayınlı arazi bulunmaktadır. Ottowa Sözleşmesi uyarınca 2014’e kadar temizlenmesi gereken mayınlı arazilerle ilgili hiçbir somut adım atılmamıştır.

2009 yılında Türkiye Cumhuriyeti, Kürt Sorununu resmen kabul etti. Ancak Kürt Sorunu’nun demokratik ve barışçıl çözümü için hiçbir Anayasal ve yasal düzenleme yapılmaması sorunun şiddete dayalı çözümsüzlüğünü derinleştirmektedir.  2010 yılında 244 olan silahlı çatışmalarda yaşamını yitiren kişi sayısının 338’e çıkması durumun giderek kötüleştiğini göstermektedir. 2011 yılında devam eden müzakerelerin kesilmesi silahlı çatışmaların artmasına neden olmuş ve ölüm vakalarında artışlar olmuştur. Kürt Sorununda tanıma ve tasfiye (ötekileştirme) politikası bir an önce terk edilmeli, tanımanın gereği olarak Anayasal ve yasal çözümler konusunda devlet ve hükümet iradesi ortaya konmalıdır. 2011 yılında, Kürtlerin sivil itaatsizlik eylemleri yoluyla bu sorunun çözümü konusundaki iradelerini ortaya koyması karşısında, Hükümetin Kürtlere yönelik adı konmamış OHAL uygulaması bir iç çatışma tehlikesi barındırmaktadır. Hükümetin adı konmamış OHAL uygulaması devam etmektedir.

Geçen yıl ihlal raporumuzu açıklarken belirttiğimiz, “Hükümetin 2010 ve 2011 yıllarında Köy Koruculuğunu tasfiye etmemesi, profesyonel askerlik ile ilgili yasal düzenlemeler yapması, vicdanî reddi tanımaması, yeni sınır karakolları yapması, özel harekât timlerini tekrar bölgeye göndermesi, sınır bölgelerinde askerî yığınak yapması, belirli bölgelerde polis merkezleri kurması, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı gibi paralel devlet uygulamalarını hayata geçirecek yeni kurumlar oluşturması açık bir savaş hazırlığı yapıldığı” yönündeki kaygılarımızı maalesef 2011’deki gelişmeler haklı çıkarmıştır. İmralı Adası’nda tecrit altında tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan’la yapılan görüşmelerin kesilmesi ve mutlak bir tecrit uygulanması çözüme katkı sunmamaktadır. 12 Haziran 2011’de yapılan seçimler sonucunda BDP Bloku’nun bağımsız 36 milletvekili çıkarması karşısında siyasal iktidar yargı yoluyla baskı politikasını izlemiş; ortaya çıkan siyasî iradeyi kabul etmeyerek tasfiyeye yönelmiştir.

Kürt sorunun çözümsüzlüğü ile beraber silahlı çatışmaların uzun yıllar devam etmesi ve bir türlü sonlandırılamaması şiddet kültürünün oluşmasına, milliyetçilik ve şovenizmin yaygınlaşmasına sebep olmuştur. Böylesi bir ortam şüpheli polis ve asker intiharlarında da belirgin bir şekilde artış gözlemlenmiştir. 2011 yılında 43 şüpheli intihar vakası tespit edilmiştir.

İstanbul Zeytinburnu’nda Kürtlere yönelik linç teşebbüsleri, Kürt sorunun çözümsüzlüğünün sürmesi halinde nelerin yaşanabileceğine dair kuvvetli belirtiler göstermiştir. Bu teşebbüslerin yapılabiliyor olması kamu güvenliğinin sağlanamadığını ortaya koymuştur.

Kadına ve çocuğa yönelik yaşam hakkı ihlallerinde de maalesef artış gözlemlenmektedir. Hükümetin çeşitli kanunlar çıkarma girişimleri ölümlerin önüne geçememiştir. Namus cinayetleri, kadın ve çocuk intiharları ve ölümleri ancak çatışmasızlık ortamında ve şiddet kültürü ile baş edilebilecek bir siyasi kararlılıkta mücadele edilebilecek konular olarak algılanmalıdır.

2011 yılında yaşam hakkı ihlalleri alanında en önemli gelişme, çok sayıda toplu mezarın İHD tarafından açığa çıkarılmış olmasıdır. İHD verilerine göre, 2011’de 253 toplu mezarda 3248 sayıda kişinin gömülü olduğu tespit edilmiştir. Toplu mezarların Minnesota Otopsi Protokolü’ne göre açılması konusunda ortaya siyasi irade konmamıştır.  Toplu mezarların ne şekilde ve nasıl açılacağı belirsizliğini korumaktadır.

12 Eylül 1980 Askerî Darbesi dönemiyle başlayan 2004 yılına kadar devam eden süreçte zorla kaybedilenlerin akıbetinin araştırılması ve sorumluların yargılanması konusunda İHD’nin oturma eylemleri ve kampanyaları devam etmiştir. Bu konuda hükümet sessizliğini korumaktadır.

Faili meçhul cinayetlerle ilgili soruşturma dosyalarının zamanaşımının kaldırılması konusundaki İHD ve TİHV kampanyası devam etmektedir.

Türkiye’deki yaşam hakkı ihlalleriyle etkili olarak mücadele edebilmek için Türkiye’nin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yargı yetkisini tanımasını, Birleşmiş Milletler Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşmesini ve Cenevre Sözleşmelerinin Ek Seçmeli Protokollerini onaylaması gerektiğini bir kez daha hatırlatmak isteriz.

2011 yılı Van Depremi ile yapılaşmadaki hata ve ihmallerin ne kadar büyük acılara sebep olduğunu bir kez daha göstermiştir. 640 kişi yaşamını yitirmiş, binlerce kişi yaralanmış, depremin etkilerini ortadan kaldırmada yetersiz kalan Hükümet adeta Van halkının şehri terk etmesini teşvik etmiş ve böylece zorunlu göç yaşanmıştır. İHD Van deprem raporu bu konudaki tüm olumsuzlukları ortaya koymuştur.

İşkence ve Kötü Muamele

2011 yılında işkence ve kötü muamele, onur kırıcı ve küçük düşürücü davranış ve cezalandırmalarda ihlal iddiaları yaygın bir şekilde ve oldukça fazla yaşanmıştır. 12 Eylül rejimi ve devamındaki silahlı çatışma ortamı Türkiye’de cezasızlık politikasının oluşumunu sağlamış, zamanla bu politika bir kültür halini almıştır. Cezasızlık kültürü ile mücadele edilmediği sürece işkence ve kötü muamele iddialarında bir azalma beklenmesinin mümkün olmadığını belirtmek gerekir. Hükümetin “işkenceye sıfır tolerans” söylemi maalesef sözde kalmış, işkence ile etkin bir mücadele yürütülememiştir. Bunu resmî istatistikler de ortaya koymaktadır.

Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı adli istatistiklere göre, 2009 yılında işkence ve eziyet suçlarında 707 kişi sanık olarak yargılanırken, bu rakam 2010 yılında 755 sanığa çıkmıştır. İşkence ve kötü muamelede bulunanların sayısındaki bu artış derneğimizin 2010 ve 2011 yılları ihlal raporlarında da açıkça belirtilmektedir. Bu veriler, hükümetin önleme ve yaptırmama görevini yapmadığını ortaya koymaktadır. Buna karşın kolluk kuvvetlerine mukavemet (karşı koyma) diye adlandırdığımız TCK 265. maddeden 2009 yılında 22.195 vatandaşa dava açılırken, bu rakam 2010 yılında 25.497’ye çıkmıştır. Bu rakamlar cezasızlık kültürünün açık bir şekilde devam ettiğini göstermektedir.

İşkenceye Karşı Sözleşmenin Seçmeli Protokolü(OPCET) 2011 yılında seçimden önce TBMM kapanmadan kabul edilebilmiştir. İşkence ve kötü muamele ile baş edilebilmesi için kabul edilen Seçmeli Protokol uyarınca bir yıl içerisinde Ulusal Önleme Mekanizması kurulması gerekmektedir. Bu mekanizme insan hakları örgütlerine danışılmadan kurulursa etkili olamayacaktır. TBMM’ye sevk edilen Türkiye İnsan Hakları Kurumu Kanun Tasarısında oluşturulacak kurumun görevleri arasında ulusal önleme mekanizmasının da yer alması kesinlikle yeterli değildir.

İşkence ve kötü muamelenin giderek daha fazla cezaevlerinde ve toplumsal alanda uygulanıyor olması tüm yurttaşlar için açık bir tehdittir. 2011’de işkence ve kötü muamele iddia sayısının 3.252’ye çıkması işkencenin yapıldığı yerin yer değiştirdiğini göstermektedir.

Düşünce, İfade ve Basın Özgürlüğü

Türk Ceza Yasası’nın 134, 214, 215, 216, 217, 218, 220/6,7 ve 8, 222, 277, 285, 288, 300, 301, 305, 314/3, 318 ve 341. maddelerinde;  Terörle Mücadele Kanunu, Kabahatler Kanunu, 2911 Sayılı Kanun, Siyasi Partiler Kanunu, Sendikalar Kanunu, Dernekler Kanunu ve Atatürk’ü Koruma Kanunu’nda bu hak alanını sınırlayan çok özel düzenlemeler bulunmaktadır. 2011 yılında bu düzenlemelerle ilgili hükümet tarafından değişiklik yapılmamıştır. Adalet Bakanlığı resmi istatistiklerine göre, TCK 301. Maddeden bile 2010 yılında 172 kişi hakkında dava açılmıştır. 2010 yılında TMK’dan dolayı yasa dışı örgüt propagandası yapmak iddiası nedeni ile 11.994 kişi aleyhine dava açılmıştır. Basın mensuplarının görevleri nedeniyle karşılaştıkları soruşturmalar binlerle ifade edilmektedir. İfade özgürlüğü yasakları çok sayıda siyasetçi, sendikacı, insan hakları savunucusu, gazeteci, avukat, aydın ve yazarın, öğrenci ve belediye başkanının “yasa dışılıkla” suçlanmasına sebep olmuştur.

2011 yılında 6.504 internet sitesinin erişimi engellenmiştir. Hükümetin İnternet filtrelemesi yoluyla internet erişimini tümüyle kontrol etme isteği kamuoyu baskısı ile şimdilik yumuşatılmış durumda kalmıştır. Yazılı basının yayınlarının durdurulmasına sebep olan ve AİHM tarafından sürekli eleştirilen TMK’nın 6. Maddesi değiştirilmemiştir. 2011 yılı düşünce, ifade ve basın özgürlüğü açısından daha da kötüye gidişin yaşandığı bir yıl olmuştur.

Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Hakkı

2011 yılında da bu hak alanındaki ihlaller giderek artmıştır. Toplantı ve gösterilere güvenlik kuvvetlerinin yaptığı müdahaleler sonrasında ağır ihlaller yaşanmıştır. Doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesi başta olmak üzere kitlesel 312 toplantı ve gösteriye müdahale edilmiştir. Toplantı ve gösteri yapma hakkı ile ilgili ihlallerin gederek kötüye gittiğini Adalet Bakanlığı resmi verileri de teyit etmektedir. Bakanlık verilerine göre 2007 yılında 3.294, 2008 yılında 3.778, 2009 yılında 8.251 kişiye ve 2010 yılında11.462 kişiye 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefet etmekten dolayı dava açılmıştır. Siyasal iktidar eleştiriyi kabul etmemekte, kendisine yönelik eleştiri içeren gösterileri güç kullanarak dağıtmaktadır. Siyasal iktidarın bu antidemokratik tutumunun yanı sıra 2911 sayılı kanuna muhalefet suçunun Yargıtay’daki temyiz dairesinin değiştirilerek 9. Ceza Dairesi yapılması, cezalandırmaların artacağı endişesi yaratmaktadır. İHD’nin 5 Mayıs 2011 günü açıkladığı, “Demokratik Çözüm Çadırları ve Sivil İtaatsizlik Eylemlerine Müdahale” raporu ile İHD ve diğer örgütlerin birlikte hazırladığı Hopa Raporu gösteri hakkının kullandırılmadığını ve gösterilere çok sert müdahale edildiğini açıkça ortaya koymuştur.

Gösterilere müdahalede kullanılan biber gazının, aşırı kullanımının kimyasal silah etkisi yaptığı TTB açıklamalarından anlaşılmaktadır. Kimyasal ajanlardan üretilmiş silahların kullanılması durumuna bir an önce son verilmelidir. AİHM, biber gazı kullanımını işkence ve kötü muamele yasağına aykırılıktan dolayı Türkiye’yi mahkum etmiştir. İç işleri bakanının polisin gaz kullanımını teşvik eden açıklamaları işkence ve kötü muamelenin en üst seviyede korunduğunu göstermektedir.

Örgütlenme Özgürlüğü

2011 yılında 6 dernek, açılan kapatma davası sonucu kapatılmıştır. 173 kere parti ve dernek binalarına kimliği belirsiz kişilerce saldırılar düzenlenmiştir. 2011 yılında özellikle, siyasal partiler rejiminin değiştirilmemiş olması, %10’luk seçim barajının değiştirilmeden 2011 seçimlerinin yapılmış olması, sendikal haklarda hiçbir iyileşme olmaması bu alandaki ihlallerin devam etmesine sebep olmuştur.

Kişi Özgürlüğü ile Mahpus Hakları

Türkiye cezaevlerindeki mahpus sayısının sürekli artması toplum üzerinde uygulanan baskı politikasının somut bir göstergesi olmuştur. 2011 yılı sonu itibarıyla 128.604 olan mahpus sayısı Şubat 2012 itibarıyla 130.617 olmuştur. Mahpusların %42,30 tutukludur. Mahpuslar içinde 2.309 çocuk mahpus bulunmaktadır. Bu çocukların 2.100’ü tutuklu olup tutukluluk oranı %90,94’tür. Bu oran Türkiye’de Çocuk Ceza Adalet Sistemi’ne uyulmadığını ortaya koymaktadır. 2011 yılında Pozantı Cezaevinde çocuklara yönelik cinsel saldırılar yaşanması, çocuklar bakımından mahpusluğun çok ağır sonuçları olduğunu ortaya koymuştur.

Eski DGM’lerin devamı olan özel görevli ve yetkili ağır ceza mahkemeleri uygulamaları baskıcı bir ceza sistemi olduğunu ve düşman ceza yargılaması tehdidi yarattığını göstermeye devam etmiştir. Adalet Bakanlığı verilerine göre 2010 yılında bu mahkemelere 7008 dava açılmış olup 62.911 kişi suçlanmıştır. Bu mahkemeler mutlaka kapatılmalıdır.

İHD’nin İstanbul Zeytinburnu ilçesinde yaşanan linç ve nefret saldırısı ile ilgili özel raporu linç kültürünün maalesef kolay terk edilemeyeceğini ortaya koymuştur. Linç pratiklerinin kolaylıkla sergileniyor olması tüm yurttaşlar açısından kişi güvenliğini tehdit eden önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır. 2011 yılında da nefret suçları düzenlenmediği gibi Ayrımcılıkla mücadele konusunda yeni bir adım atılmamıştır.

2011 yılı kişi özgürlüğü hakkının çok ağır bir şekilde ihlal edildiğini ortaya koymuştur. 2011 yılında 12.685 kişi gözaltına alınmış, bunlardan 2.922 kişi tutuklanmıştır. Gözaltı ve tutuklamaların çok büyük bir kısmı Kürtlere yönelik olarak ifade ve örgütlenme özgürlüğü ihlali şeklinde yaşanmıştır. Özellikle 14 Nisan 2009 tarihinden beri yaşanan gözaltı ve tutuklamalar çok büyük bir yargı baskısının uygulandığını göstermektedir. 2009 yılında 7.718 gözaltı ve 1.923 tutuklama, 2010 yılında 7.100 gözaltı ve 1.599 tutuklama gerçekleşmiştir. İHD verilerine göre son üç yılda 27.503 gözaltı ve 6.444 tutuklama yaşanmıştır. Bu rakamların çok büyük bir kısmı Kürtlere ve BDP üyelerine yönelik olarak gerçekleşmiştir. Adalet Bakanlığı verilerine göre halen cezaevlerinde çıkar amaçlı suç örgütü hariç 4.500 kişi TMK nedeniyle tutukludur.

Halen cezaevlerinde 41 avukat, 11 insan hakları savunucusu, 91 gazeteci,8 milletvekili,30 civarında belediye başkanı, yüzlerce belediye ve il genel meclis üyesi, yüzlerce öğrenci, öğretim üyeleri, aydın ve yazarlar tutuklu olarak tutulmaktadır.

Mülteci ve Sığınmacı Hakları

2011 yılında bu alanda hiçbir somut ilerleme olmamıştır. Sığınmacılardan alınan yüksek ikamet harcı uygulaması ciddi sorunlara neden olmaya devam etmiştir. Türkiye bir geçiş ülkesi olması nedeniyle 2011 yılında 4.400 göçmen ve sığınmacı gözaltına alınmıştır. 2011 yılında Suriye’den kaçıp Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan sığınmacıların yaşadığı sorunlar insan hakları örgütlerinin ortak raporları ile kamuoyuna ve yetkililere bildirilmiştir.

İnsan Hakları Savunucularına Yönelik Baskılar

2011 yılında da insan hakları savunucularına yönelik baskılar devam etmiştir. İHD Genel Başkan Yardımcısı Av. Muharrem Erbey’in Aralık 2009’dan beri Diyarbakır’da tutukluluğu devam etmiştir. İHD Diyarbakır Şube yöneticileri Rosa Erdede ve Aslan Özdemir’in Nisan 2009’dan beri tutukluluğu sürmüştür. İHD Siirt Şube başkanı Vetha Aydın’ın Mart 2010’da başlatılan tutukluluğu Mart 2011’de sona ermiştir. İHD Mardin şube yöneticisi Abdulkadir Çurgatay ile İHD Aydın Şube yöneticilerinin tutukluluğu devam etmiştir. İHD Şanlıurfa Şube başkanı Cemal Babaoğlu ve şube yöneticisi Müslüm Kına yaklaşık üç ay tutuklu kalmıştır. İHD Hakkari Şube başkanı İsmail Akkoyun yaklaşık iki ay tutuklu kalmıştır. İHD Onur Kurulu üyesi yayıncı ve yazar Ragıp Karakolu yaklaşık beş ay tutuklu kalmıştır. Çok sayıda İHD yönetici ve üyesi hakkında dava ve soruşturmalar devam etmektedir.  Bu dava ve soruşturmalar göstermektedir ki; Türkiye’nin taraf olduğu BM Genel Kurulu’nca kabul edilen İnsan Hakları Savunucularının Korunması Bildirgesi fiilen işletilmemiştir. İçişleri Bakanlığı’nın 2004/139 sayılı Genelgesine rağmen uygulamada baskıların artırılması hükümetin insan hakları yaklaşımının güvenlik eksenli olarak sürdürüldüğünün somut göstergesi olmuştur. Türkiye tarafsız ve bağımsız bir ulusal insan hakları kurumuna kavuşamamıştır. Bununla ilgili İnsan hakları örgütlerinin geri çekilmesi gerektiğini belirttiği yasa tasarısı 2011 yılında yasalaşamadan kadük olmuş, 2012 yılında değiştirilmeden yeniden TBMM’ye sevk edilmiştir.

Sonuç olarak 2011 yılında insan hakları açısından yukarıda belirtilen başlıklarda somut ve gözle görülür bir şekilde kötüleşmeler yaşanmıştır. Siyasal iktidar 2010 yılında “Kopenhag Kriterlerinden Ankara Kriterleri”ne geçerek  “Polis Devletini” benimsemiştir. Geçen yılki açıklamamızda “2011 yılı ile birlikte giderek otoriterleşen ve baskıcı bir rejim kuran bir siyasal iktidar ile karşı karşıya olduğumuzu belirtmek isteriz.” Şeklindeki tespitimizin maalesef gerçekleştiğini 2011 yılı ihlal raporu göstermiştir. Kurumsallaşan bir Polis Devleti ile karşı karşıyayız.

İHD MERKEZ YÖNETİM KURULU

Bir cevap yazın