Barışı toplumsal anlamda atılan her adımda tariflemek ve korumak mümkündür. Örneğin Türkiye' de toplumsal barış ortamının önünde duran en yakın tehlikelerden biri olarak görülen ölüm cezasının 3 Ağustos 2002 tarihli yasal düzenlemelerle mevzuattan çıkartılmış olmasının iç barışımız açısından önemini görmek gerekiyor. Özellikle de Abdullah Öcalan'ı da kapsayacak şekilde idam cezasının kaldırılmış olmasını, o dönem değerlendirildiğinde toplumsal barışımıza bir katkı olduğunu söylemek mümkün. Bu atılan önemli adım Hükümet organları tarafından atılmış olup tüm Türkiye toplumu için olumlu sonuçlar doğuran bir adımdır. Toplumun ezici bir çoğunluğu bu durumu demokratik bir açılım olarak değerlendirmiştir.
Ancak toplumsal barış, sadece atılan bir adımla ya da tekil bir uygulamayla değil, bir sisteme dönüştürüldüğünde, o sistemde devletin tüm kurumları ve yasal düzenlemeler de bu anlayışa göre temellendirildiğinde, aynı zamanda demokratik kamuoyunun alınan kararlarda iradesi yansıdığında Barışın bir sistem olarak yerleştiğinden söz edilebilir. Barışın tesisi, temel insan hakları ve özgürlüklerinin güvence altına alınması ile, yani demokratikleşmenin sağlanması ile sağlanabilir. Barışın temel anlayış olarak kavranmaması, Barışın sürekli tehdit ve tehlike altında tutulması demektir. Bu açıdan bakıldığında, ölüm cezasının kaldırılması çok büyük bir adım olmakla birlikte, gerçekleşen uygulamaların temel hak ve özgürlüklerin başka biçimde ihlali olması durumunda toplumsal barış tekrar tehlikeye atılmış olur.
Barış, şiddet araçlarının kullanılmasından vazgeçmektir.
Barış, faili meçhul cinayetlerin, gözaltında kayıpların, yargısız infazların son bulmasıyla ve bunların faillerinin yargılanmasıyla gerçekleşir.
Barış, dil, kültür ve düşünceyi ifade özgürlüğü önündeki yasakların kaldırılmasıyla gerçekleşir.
Barış, temel hak ve özgürlüklerin kullanımı için demokratik araç ve yöntemlerle verilen mücadelenin, gösterilere şiddetle müdahaleyle, ateş açarak, yaşam hakkının ihlali ve yaralanmalarla sonuçlanacak aşırı güç kullanımıyla zedelenir. Barış, bir bütün olarak toplumun örgütlenme ve şiddet dışı her tür mücadele yöntemlerini kullanabilmeyle, örgütlü yaşam özgürlüğünü gerçekleştirebilmeyle gerçekleşir. Bunların bireysel ya da kolektif olarak kullanılabildiği, üzerlerine tanklarla ve coplarla gidilemeyecek bir durumdur barış.
Barış, çoğulcu farklılıkların eşitlik ve özgürlük temelinde bir arada, dayanışma ve diyalog içinde yaşatılmasının yegane teminatıdır. Çağdaş, müreffeh ve demokratik bir dünya yaratabilmenin yolu barıştan geçer.
İnsanlık ailesinin onurlu geleceği ve insanca yaşam güvencesi barıştır.
Barış, ekonomik ve sosyal hakların güvence altında olması, yarından emin olabilmedir.
Bunun için verilen sürekli mücadelenin adı barıştır-, savaş değil.
Savaş, zor kullanımıdır. Zorun kullanımının en insanca olmayanı, en anti demokratik olanı, en şiddete dayalı olanıdır. Yakın geçmişimizde ülkemizde yaşanan çatışmalı ortamdan hareketle, savaş ve çatışmaların getirdiği yıkım ve acıların mağduru ve tanığıyız. Son dört yıldır devam eden çatışmasızlık ortamına rağmen, çatışma nedeni olan sorunlar çözülmediği gibi, yaralar sarılmış, travma atlatılmış değildir. Tüm dünyada savaş karşıtı hareketlerin ivme kazandığı bu süreçte, 15 yıllık iç çatışma sonucu ekonomik, sosyal ve toplumsal olarak en büyük zararı gören Türkiye toplumunun ve Türkiye'de yaşayan herkesin barış talebinin dikkate alınmamasının, yeniden çatışma ortamına zemin oluşturabileceğinin çok ciddi ve derin kaygısını taşımaktayız. Bu yol, bir daha asla girilmemesi gereken bir yoldur. O nedenle de milyonlardan yükselen ortak bir ses olarak "Savaşa Hayır" derken de ortaklaşabilmeliyiz. "Irak' da Savaşa Hayır" derken de savaşların yalnızca devletler arasında çıkmadığını anlatabilmeliyiz. Bundan daha fazla acılara, kayıplara, gözyaşına ve geri dönülemeyecek bir yola yol açacak olan ve adına kimi zaman "düşük yoğunluklu çatışma" denen iç savaştır.
Varılan noktada tesis edilen nispi iç huzur ortamının çekilecek iç savaş ortamıyla yeniden ortadan kalkacağı kaygısını taşımaktayız. Son aylarda gerçekleşen uygulamalar, iç barışı tehdit eden uygulamalardır ve iç çatışma dönemi anlayışının ürünleridir. Türkiye'nin acil olarak barışa ihtiyaç duyduğu bir dönemde, cezaevleri sorunlarının çözülmemiş olması, İmralı Cezaevinde tek başına tutulan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sürdürülmesi, aynı şekilde OHAL' in bütünüyle kaldırıldığı 30 Kasım 2002 tarihinden bu yana bölge şubelerimize yapılan başvurular ve İHD olarak yaptığımız gözlem ve araştırmalar, bölgede halen fiili bir OHAL' in devamı toplumsal barış koşullarını tehdit altında tutmaktadır. Tam da bu noktada Genelkurmay Başkanlığınca bölgedeki 6 ilde yeniden OHAL' in ilanı teklifinin yapılmasını kaygı verici buluyor ve yaklaşan savaşın ayak sesleri olarak yorumluyoruz. Ayrıca TSK'nın Kuzey Irak'a uluslararası hukuka aykırı bir biçimde girmesi, buna Kuzey Irak'taki Kürtlerin tepki ifadeleri, kaygılarımızı daha da artıran gelişmelerdir.
Irak' a yönelik savaş hesaplarının içinde başka hesapların da olduğu açık. Bu hesaplar, Türkiye' de demokratik hakların askıya alınması, kamuoyunun iradesinin hiçe sayılması, yasaklamalar, keyfilikler ve hukuksuz uygulamalardan geçmekte. Bütün dünyanın gözünün ve kulağının Irak' da olduğu bir ortamda Türkiye' de iç savaş hazırlayıcılarının harekete geçtiğini görmemek mümkün değil. Zorun kullanımından yana olan güçlere sesleniyoruz: Tercih barış, adalet, temel hak ve özgürlüklerden yana olmalıdır. Türkiye, iç barışını tesis etmenin gereklerini bir an önce yerine getirmelidir. Dünyada savaşın tarafı, ülkede yeniden çatışmanın başlatıcısı olmamalıdır.
BARIŞ TALEBİ İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ TALEBİDİR.
BARIŞ HEMEN ŞİMDİ!
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ