Bilindiği gibi, 1128 akademisyen, 11 Ocak 2016 tarihinde, barış istemlerini içeren “Bu suça ortak olmayacağız” başlığı ile bir bildiri yayımlamıştır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisinin 28.maddesinde Evrensel Bildiride yer alan haklara ve özgürlüklere dayalı bir sosyal düzenin herkesin insan hakkı olduğu yazılıdır.
Evrensel Bildiri’nin Başlangıcında da insan hakları ve özgürlüklerinin barışın temeli olduğu vurgulanmaktadır.
Barış istemek suç değil.
Suç olan savaştır. Savaş propagandasıdır.
Bu yasak BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslar arası Sözleşmesi’nin 20.maddesinde yer alır:
“Madde 20- Savaş propagandası ve düşmanlığı savunma yasağı
- Her türlü¸ savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır.”
Türkiye bu sözleşmeyi 2003 yılında onaylamıştır.
İnsan hakları ve özgürlüklerinin barış ortamında korunması ve geliştirilmesinin mümkün olması tartışmasızdır.
O nedenle de barışı hak ve özgürlüklere dayalı bir durum olarak kavramak, onu korumak ve geliştirmek, yokluğunda ya da tehlike altında olduğunda da barışı talep etmek, bunun için çalışmak gerekmektedir.
Savaşa karşı olmak, savaş ya da silahlı çatışmaların sona ermesini istemek, herkes için, aynı zamanda insani, vicdani ve ahlaki bir sorumluluktur.
Akademisyenler Bildiri’leri ile barışı ve insan hakları ve özgürlüklerini korumak istemişlerdir. Akademisyenlerin barış istemleri, barış hakkının ve ifade özgürlüğü hakkının koruması altındadır.
Kürt sorunundan kaynaklı silahlı çatışma durumunun sona ermesini istemek ve bu konuda hükümeti muhatap almak, barışı sağlamasını hükümetten/devletten talep etmek tabii ve yasaya uygun olandır.
Türkiye Cumhuriyeti hükümeti 16 Temmuz 2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6551 sayılı kanunla, Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü konusunda görevli ve yetkili kılınmıştır.
Bununla da kalınmamış, Türkiye Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu, 6551 sayılı Kanun’dan kaynaklı görevleri yapabilmek için , “Terörün Sona Erdirilmesi ve Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine Dair Kanun Kapsamında Yürütülecek Çalışmalara ilişkin Esaslar” kararını almış ve bu esaslar da Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan’ın onayı ile Resmi Gazete’nin 1 Ekim 2014 tarihli sayısında yayımlanmıştır.
Bu esasların “amaç ve kapsam” başlıklı 1.maddesinin 5.paragrafında, “Kanunda Çözüm Süreci kapsamında yürütülecek çalışmaların temel aktörü,”Bakanlar Kurulu” olarak belirlenmekte ve Hükümete bu konuda genel bir yetki ve sorumluluk verilmektedir.” denilmektedir.
Bakanlar Kurulu kararının ”Çalışma alanları” başlıklı 3.maddesi 11 başlıktan oluşmaktadır ve aynen şöyledir:
“Bu Esaslar kapsamındaki çalışmalar aşağıdaki başlıklar altında yürütülür:
a)Siyasi alana, siyasi kurum ve aktörlere yönelik çalışmalar, b)Hukuki düzenlemeler ve insan hakları,c) Sosyal programlar, ç)Ekonomik tedbirler,d) Kültürel programlar,e)Toplumsal destek ve sivil toplum çalışmaları, f)Güvenlik ve silahsızlandırma, g)Sorunun parçası olan aktörlerle temas, diyalog ve benzeri çalışmalar,ğ)Eve dönüşler ve sosyal yaşama katılım ve uyum alanında çalışmalar, h)Psikolojik destek ve rehabilitasyon çalışmaları,ı) Kamuoyu bilgilendirme ve kamu diplomasisi çalışmaları.
Görüldüğü gibi, 11 başlık altında neredeyse hayatın bütün alanlarını(ekonomik,sosyal,siyasal,kültürel,hukuksal vb) kapsayan bir yükümlülük söz konusudur. Hükümet yasayla ve kendi iradesiyle üstlenmiştir bu sorumluluğu.
“Esas”larda yer alan , ”Sorunun parçası olan aktörlerle temas, diyalog ve benzeri çalışmalar” yapmak, “Eve dönüşler ve sosyal yaşama katılım ve uyum alanında çalışmalar” gibi maddelerin anlamını herkes bilebilecek durumdadır.
Hemen belirtmeliyiz ki hem 6551 sayılı Kanun’u hem de Bakanlar Kurulu kararını, Kürt sorununun barışçıl çözümü doğrultusunda atılmış olumlu adımlar olarak değerlendirmekteyiz.
2015 yılı yaz aylarından bu yana çocuklar, kadınlar,yaşlılar, sivil insanlar, asker,polis,militan yüzlerce insanın yaşamını yitirmesi, kentlerde ayları bulan sokağa çıkma yasakları uygulanması, çözüm sürecinin askıya alınması ve şiddetin/silahlı çatışmaların yoğunlaşması bütün toplumu derin bir endişeye sevketmektedir.
Belirtilen durumda akademisyenlerin ve her yurttaşın, insan hakları söz konusu olduğunda da herkesin, hükümete, “barış ve çözüm süreci konusunda ne yaptın, ne yapıyorsun?” deme ve yapılmadığını düşündüğü konularda da eleştiri yöneltme hakkı ve barışı talep etme hakkı vardır.
Herkesin yapılanlardan ve yapılmayanlardan haberdar olma, bilgi sahibi olma hakkı ve bu konularda düşüncesini açıklama hakkı vardır.
Buna, insan hakları hukukunda ifade özgürlüğü hakkı denir.
İçinde hakikati bilme hakkı da vardır.
Bu hak ve özgürlük haklarını kullanan akademisyenler baskı altına alınamaz.
İnsan hakları Evrensel Bildirisi’nin 1.maddesinde tüm insanların haklarda ve onurda eşit olduğu vurgulanır.İnsan onuru bir muamele beklentisini ortaya koyar.
Herkesi akademisyenlerin insan onuruna saygılı olmaya davet ediyoruz
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Adalet Bakanının soruşturma makamlarına ve idari kurumlara etkide bulunmaları hukukun üstünlüğü ilkesine aykırıdır.Akademisyenlerin gözaltına alınmaları kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına aykırıdır.YÖK ve üniversite Rektörlükleri tarafından açılan idari soruşturmaların tümü hukuk dışı ve yok hükmündedir.Bu konuda Prof.Dr.Yaman Akdeniz ve Yrd.Doç.Dr Kerem Altıparmak tarafından hazırlanan “Barış İçin Akademisyenler-Disiplin Soruşturmaları hakkında Hukuki Görüş” başlıklı bilimsel görüşler dikkate alınmalıdır( http://cyber-rights.org.tr/docs/Disiplin_Gorus_YAKA.pdf).
Açılan cezai soruşturmaları genel olarak insan hak ve özgürlüklerine, hukukun üstünlüğü ve demokrasi ilkesine, özel olarak da barış hakkına, ifade özgürlüğü hakkına aykırı bulduğumuzu vurgulamak isteriz.
Hükümeti ve idari makamları, soruşturma ve kovuşturma makamlarını, uluslar arası insan hakları hukukuna, Anayasa’nın 90.maddesine ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarına uygun davranmaya davet ediyoruz.
İHD-İNSAN HAKLARI AKADEMİSİ