Barış Nöbeti

Türkiye’nin anayasal ve yasal sisteminin otoriter özellikler taşıdığı bilinmektedir.1923’te kurulan cumhuriyet 1923-1987 tarihlerinde 64 yılın 26 yılını sıkıyönetim askeri rejimi altında geçirmiştir.1987 yılından 30 Kasım 2002 tarihine kadarki 15 yılda da OHAL rejimi geçerli olmuştur. Böylece, Türkiye Cumhuriyeti, 92 yıllık sürenin 41 yılını olağanüstü rejim koşullarında geçirmiştir.

İHD’nin bakış açısının merkezinde insan vardır. Burada bahsedilen süreler devlet rejimini ifade etmekle birlikte, açıkça ifade etmek isteriz ki, bu 41 yıllık süreler yurttaşlar için insan hak ve özgürlüklerinin sistematik olarak ihlal edildiği sürelerdir.

İhlal türleri olarak, ilk olarak, ölüm cezaları ve idamlar, yaygın ve sistematik işkenceler, zorla kaybetmeler, faili meçhul siyasi cinayetler, yargısız infazlar, keyfi gözaltı ve tutuklamalar gibi ağır insan hakları ihlallerinden söz edilebilir. Bunlarla da sınırlı değil; Sürgünler, zorla yerinden etmeler, Kürtlere yönelik çeşitli katliamların yapıldığı “harekâtlar”, ifade özgürlüğünün baskı altına alınması, gazete, dergi ve kitapların yasaklanması, toplatılması, gazeteci ve yazarların hapsedilmeleri, düşünce ve inanç yasakları, azınlıklara yönelik linç, yağma, özel vergilendirme ve mülklerine el koyma, okullarının ve ibadethanelerinin kapatılması uygulamaları, dil ve kültür yasakları, hapishanelerdeki özel baskı rejimleri ve benzeri pek çok hak ihlalleri hafızalarda kayıtlardadır.

Zaman zaman demokratikleşme doğrultusunda adımlar atılmış olmasına karşın(özellikle Aralık 1999 Helsinki zirvesinin ardından başlayan ve kamuoyunda “AB süreci” olarak bilinen dönem), Türkiye’yi yöneten politik ve bürokratik kadrolar güçlü demokrasi hamlelerinde bulunmamışlar ve yapılan reformlar sistemin otoriter ve yer yer totaliter özelliklerini ortadan kaldıracak kapsamda ve derinlikte olmamıştır.

İHD olarak, Türkiye’nin asal sorununun insan hakları ve demokrasi sorunu olduğunu bu sorununun en önemli halkasının da Kürt sorunu olduğunu söylemekteyiz.

İHD olarak savaş konusunda ilkesel bir savaş karşıtı tutumumuz var.

Biz genel olarak yeryüzündeki bütün siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel problemlerin barışçıl metotlarla çözümünden yanayız. Bunun mümkün ve olanaklı olduğunu düşünüyoruz.

Savaşlar ve silahlı çatışmaların bir olgu, realite olduğu durumlarda da savaş karşıtı tutumumuzu sürdürmekle birlikte, çatışan tarafların insancıl hukuk ilkelerine uymalarını istiyoruz. Bu konudaki aykırı eylem ve işlemlere karşı çıkıyor ve kınamalarda bulunuyoruz.

24 Ekim 1992 tarihli Genel Kurulumuzda aldığımız karar doğrultusunda silahlı çatışmanın taraflarından 12 Ağustos 1949 tarihli Dört Cenevre Sözleşmesinin dördünün de ortak 3.maddesine uyulmasını istiyoruz. Bu madde kısaca silahlı çatışmanın taraflarının işkence ve onur kırıcı muamelede bulunmamasını, rehine uygulaması yapmamasını ve keyfi olarak insan öldürmemelerini emreder. Aynı zamanda Sözleşme savaş yasa ve geleneklerine bütün silahlı çatışmanın taraflarının uymasını ister. Bu konulardaki düzenlemeler Cenevre Sözleşmelerine ek 1977 tarihli iki protokolde de yer almaktadır.

Biz İHD olarak Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünü savunuyoruz. Demokrasiler her türden fikrin serbestçe dile getirildiği rejimlerdir. Herkes fikrini söyleyebilmelidir. Demokrasinin açıklık, saydamlık, katılımcılık ve çoğulculuk özelliklerinin olduğu bilinmektedir. Çoğulculuk ilkesi açısından, örneğin CHP’nin “Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konan çekinceler kaldırılmalıdır” şeklinde özetlenebilecek görüşü ile HDP’nin “bütün Türkiye’de yerel yönetimler ve yerinden yönetim için demokratik özerk bölgeler “ şeklinde özetlenebilecek yaklaşımları meşrudur. Bunlara “gerek yoktur “ şeklindeki cevaplar da meşrudur. Fakat bu fikirleri bölücülük, vatan hainliği olarak nitelemek, tabu saymak ve bu fikirleri savunanları, belediye başkanlarını, siyasi ve askeri/polisiye operasyonlara tabi tutmak hem hukuk dışıdır hem de demokrasinin çoğulculuk ilkeleri açısından kabul edilemez uygulamalardır.

Son günlerde uygulanan sokağa çıkma yasakları insan hakları hukuku bakımından kabul edilemez uygulamalardır. İnsan hakları hukukunda bazı hak ve özgürlükler askıya alınamaz niteliktedir.

İnsan onuruna saygı düşüncesiyle, savaş koşullarında da askıya alınamayacak, dokunulamayacak haklar vardır. Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi (l966) bu hakların neler olduğunu 4. maddesinde saymaktadır. Madde şöyledir:

  1. Ulusun yaşamını tehdit eden ve varlığı resmen ilan edilen olağanüstü durumlarda, bu sözleşmeye Taraf Devletler, uluslararası hukuka göre üstlendikleri öteki yükümlülükleriyle bağdaşmak ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din ya da toplumsal köken ayrımı gözetmemek koşuluyla ancak durumun gerektirdiği ölçüde bu sözleşmeye göre üstlendikleri yükümlülüklere aykırı önlem alabilir.
  2. Bu hükme dayanılarak, 6, 7, 8 (1. ve 2. fıkralar ), 11, 15, 16 ve 18. maddelere aykırı davranılamaz.”

Sözleşmenin 4/2. maddesinde sözü edilen maddelerden altıncı madde, yaşam hakkını (keyfi öldürme yasağını), yedinci madde, işkence ve onur kırıcı muamele yasağını, sekizinci maddenin 1. fıkrası kölelik yasağını, 2. fıkra, kulluk yasağını, on birinci madde, sözleşme yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedeniyle kimseye özgürlükten yoksun bırakma cezası verilemeyeceği kuralını, on beşinci madde, suç ve cezaların yasallığını, daha açık bir anlatımla, yasalar tarafından suç olarak nitelenmemiş bir fiil nedeniyle kimsenin cezalandırılamayacağını, on altıncı madde, herkesin her yerde hukuksal bir kişilik olarak tanınma hakkını, on sekizinci madde, herkesin düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne hakkı olduğunu düzenlemektedir.

Bu bakımdan Cizre’de olduğu gibi, insanların ekmek almak için fırına, ilaç almak için eczaneye, hastalandığı için doktora, hastaneye gitmesini yasaklamak yaşam hakkı açısından kabul edilemez nitelikteki keyfi yasaklardır. Bu ve benzeri emirler, yasaklar, tıpkı 2500 yıl öncesindeki Sofokles’in Antigone adlı oyununda dile getirdiği gibi, insan onuruna aykırı yasaklar, emirler ve uygulamalardır.

Biz, İHD olarak barış hakkını ulusal üstü insan hakları belgelerinde olduğu gibi, hem her insanın insan hakkı olarak algılıyoruz hem de BM’nin 1984 yılı kararında olduğu gibi, halkların hakkı olarak görüyoruz.

Barış hem silahlı çatışmanın olmaması halidir, şiddetsizlik halidir; hem de yetmez, insan hakları ve özgürlüklerine dayanan tıpkı İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin 28.maddesinde ifade edildiği gibi bir sosyal düzenin adıdır.

Ulusal ve uluslararası sosyal düzen…

Dolaysıyla biz Barışı kayıtsız şartsız insan hakları temelli olarak kavrıyor ve savunuyoruz ve her şart halinde gerçekleşmesi için ısrarlı bir çaba gösteriyoruz.

Şu anda Türkiye’deki durumla ilgili söyleyeceklerimiz var, kısa,açık, net:

-Silahlar susmalıdır! Derhal!!!

-Türkiye’nin bütün sorunları diyalog, müzakere gibi barışçıl yol ve yöntemlerle çözülebilir. Bu mümkün ve olanaklıdır.

-Hükümeti ve PKK’yi, silahları susturmaya ve barışa bir şans vermeye davet ediyoruz.

Türkiye toplumuna da bir çağrımız olacak:

Barış talebimizi yükseltelim. Halkların kardeşliğini haykıralım. Türkiye’nin batısında Kürt yurttaşlara yöneltilen şiddete, nefret söylemine ve linç girişimlerine dur diyelim.

Son günlerde tanık olduğumuz siyasi parti, gazete ve dergiler ile demokratik kurumlara yöneltilen şiddete ve şiddet çağrılarına dur diyelim.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ

Bir cevap yazın