İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) yapılan başvurulara ve basındaki haberlere göre, son dönemlerde başta İstanbul, Ankara, Diyarbakır ve İzmir olmak üzere pek çok ilde üniversite öğrencileri, gazeteciler ve aktivistler başta olmak üzere çok sayıda kişi kayıt dışı ifadeye zorlandı, baskı ve tehdit yöntemleriyle ajanlaştırılmaya çalışıldı, bunu kabul etmeyenler ya kaçırılarak kaybedildi, ya “örgüt üyeliği” iddiasıyla tutuklandı ya da kaçırıldıktan bir süre sonra çeşitli işkence ve kötü muamelelere maruz kaldıktan sonra bırakıldı.
Şikâyetlere baktığımızda, kendisini polis olarak tanıtan kişiler önce kişilerle “sohbet etmek, arkadaş olmak” gibi ifadelerle bir araya gelmeye çalışıyor, bu sohbete katılan fakat isteklerini kabul etmeyen kişileri ailesiyle, işiyle, sağlık durumuyla, özel hayatıyla tehdit ediyor, bazen gözaltı ve tutuklamayla bazen de ölümle korkutuyor.
Gözaltı merkezlerinde ise gözaltındaki kişi, yasal ifade alma işleminden önce ve avukatı olmaksızın belirli aralıklarla mülakat odasına götürülüp kayıt dışı ifade vermeye zorlanıyor. Gözaltındaki kişiler, tutuklanmakla veya dışarı çıksa bile her an peşinde olacakları ve kendisini rahat bırakmayacakları tehdidi ile korkutuluyor.
Bazen de bu keyfi uygulamalar, kişinin kaçırılması, işkence ve kötü muameleye maruz kalması, hakaret ve tehdide uğramasıyla sonuçlanıyor, kişi tanımadığı insanlarca bir otomobile bindirilerek, gözleri kapalı bir şekilde kaçırılıyor, günlerce darp ediliyor ve tenha bir yerde salıveriliyor. Maalesef kaçırılıp da hala hakkında bilgi edinilemeyen kişiler de mevcut.
Kaçırılma olaylarının bazılarında kaçırılma anına ilişkin görüntüler, bazılarında ise görgü tanıkları bulunuyor. Bunların ortak noktası ise siyah renkli, camları filmli Volkswagen Transporter marka minibüs ile kaçırılma. 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişiminden sonra sonrası Ankara’da yaygın olarak gerçekleşen bu vakalar, 1990’lı yıllarda başta doğu ve güneydoğu Anadolu bölgesi olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde Toros markalı beyaz araçlarla zorla kaçırma olaylarını ve bu olaylar sonucunda öldürülen binlerce insanı ve doğal olarak bu suçların faillerinin yuvalandığı devlet içindeki paramiliter yapı olan ve kontrgerillanın farklı bir versiyonu olan JİTEM’i hatırlatıyor.
Başvurular
İşbu raporda özel olarak incelenen ve 2018 yılında İHD Ankara, İstanbul, İzmir ve Diyarbakır Şube’sine gelen başvurular özet haline getirilmiş, ekte sunulmuştur. Buna göre, İstanbul Şube’ye 14, Diyarbakır Şube’ye 7, İzmir Şube’ye 19, Ankara Şube’ye 4 kişi başvurmuş, Genel Merkez Dokümantasyon Birimi ise bunların haricinde 23 vakayı basın yoluyla tespit etmiştir. Bu başvurulardan Genel Merkez’e yapılan yalnızca bir başvuru kaçırılma ve kaybedilme başvurusu olup ailesiyle yapılan görüşmelerde kişinin bulunduğu ancak can güvenliği için bu bilginin basınla paylaşılmadığı öğrenilmiştir. Diğer başvurular ise kişilerin baskı ve tehdit yöntemleriyle ajanlığa zorlanması, gözaltında tehdit veya korkutma amacıyla kısa süreli kaçırma vakaları olup tümünde işkence ve kötü muamele yasağı ihlal edilmiştir.
İlgili Hukuk
Bu keyfi uygulamalar, özelikle OHAL ile birlikte devletin uyguladığı baskı politikalarının dışa yansımasıdır. Aynı zamanda tehdit, hakaret, işkence, kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma, görevi kötüye kullanma gibi birden fazla suç da teşkil etmektedir. TCK’nın 77’nci maddesinde ayrıca “kişiyi özgürlüğünden yoksun kılma fiilinin, siyasal, felsefi, ırksal veya dinî saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmesinin “insanlığa karşı suç” oluşturacağı düzenlenmiştir.
Ancak savcılıklara yapılan suç duyurularında çoğu zaman yeterli inceleme ve araştırma yapılmadan, failin kimliğine ulaşılamadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verilmekte, kişinin can güvenliğini sağlamaya dönük koruma tedbirlerine de başvurulmamaktadır.
İHD’ye yapılan başvurular ve basına yansıyan haberler, bu uygulamaların çok az bir kısmına denk gelmekte olup, kişiler yaşadıklarını kimi zaman aileleriyle dahi paylaşamamakta, yaşadıkları korkuyla bunu gizlemekte ve can güvenliklerini böyle sağlayacaklarını düşünmektedirler. Bu nedenle de yasal yollara başvurmaktan çekinip Türkiye’yi terk ederek başka bir ülkede yaşamak isteyenler vardır.
Oysa, tüm bu uygulamalar Anayasa’nın 19., İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 3 ve 9., Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 9., İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 5. maddesinde düzenlenen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlalidir. Anayasa Mahkemesi, bu hakkı “Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, devletin, bireylerin özgürlüğüne keyfî olarak müdahale etmemesini güvence altına alan temel bir hak” olarak tanımlarken, AİHM de demokratik toplum düzenindeki en önemli hak olarak ifade eder.
Özel olarak ise Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 148. maddesinde ifade ve sorguda yasak usuller düzenlenmiştir. Buna göre, şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz. Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez. Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez. Müdafi hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifade, hâkim veya mahkeme huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz. Şüphelinin aynı olayla ilgili olarak yeniden ifadesinin alınması ihtiyacı ortaya çıktığında, bu işlem ancak Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilir.
Gözaltına alınan veya sohbete davet edilen veya kaçırılan kişilerin, kendisini polis olarak tanıtan bu kişilerce hukuk düzeni tarafından öngörülen kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini, müdafisi olmaksızın ifadesinin alınamayacağını, “mülakat” uygulamasının CMK’da tanımlanmadığını ve tamamen keyfi olduğunu, baskı ve tehdit yöntemlerinin ajanlaştırma faaliyetleri kapsamında uygulandığını ancak bunların yukarıda açıklanan suçlara tekabül ettiğini ve suç duyurusunda bulunması gerektiğini bilmesi gerekmektedir.
20 Aralık 2006 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen, 6 Şubat 2007 tarihinde imzaya açılan, 19 Nisan 2011 tarihi itibariyle 88 devletin imzaladığı ancak Türkiye’nin hala imzalamadığı BM Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşmeye göre, hiç kimse zorla kaybedilmeye maruz bırakılamaz. Fiili savaş durumu, savaş tehdidi, ülke içinde siyasal istikrarsızlık veya başka herhangi bir kamusal acil durum dâhil olmak üzere, hangi istisnai koşullar söz konusu olursa olsun, bunlar zorla kaybedilme olayları için gerekçe olarak ileri sürülemez. Ancak, yetkili makamlarca gerekli önlemler alınmazsa zorla kaybedilme vakalarına bir yenisi daha eklenebilecektir.
İHD kendisine gelen bu tip başvurularda İçişleri Bakanlığı’na, Valiliklere ve Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na faillerin açığa çıkarılması ve bu uygulamalara son verilmesi için başvuru ve şikayet amacıyla yazılar göndermekteyse de genellikle suç duyurularındaki gibi faile ulaşılamadığı, iddianın yalnızca şikâyetçinin beyanıyla sınırlı olduğu, delil bulunmadığı gibi gerekçelerle başvurular sonuçsuz bırakılmaktadır. Bu cevaplar, Türkiye’deki cezasızlık politikasının kültür halini aldığının bir başka görünümüdür.
25 Nisan 2017’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı, İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Ankara’da ilki 15 Temmuz darbe girişiminden önce, altısı darbe girişiminin ardından, toplam yedi kişinin kaçırılma iddialarıyla ilgili soru önergesi vermiş, bu önergeye herhangi bir yanıt alamamıştır.[1] 27 Mayıs 2017’de İHD, Türkiye’de kaçırılan ve haber alınamayan 11 kişiyi Birleşmiş Milletler Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu’na bildirdiğini kamuoyuna açıklamıştır.[2] Bunun üzerine, İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch/HRW) 3 Ağustos 2017’de Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e bir mektup göndermiş, “Türkiye’nin zorla kaybedilmeler konusundaki karanlık geçmişi göz önünde bulundurulduğunda, yetkililerin Ankara’da meydana gelen ve endişe verici boyuta ulaşan çok sayıdaki kaçırılma vakasını soruşturması çok daha önem kazanıyor.” diyerek, gözaltındaki kişileri kanuna aykırı şekilde özgürlüklerinden yoksun bıraktığı iddia edilen güvenlik güçlerinin, istihbarat mensuplarının ve diğer kamu görevlilerinin ivedilikle ve etkili bir biçimde soruşturulmasının sağlanması gerektiğine dikkat çekmiştir.[3]
İHD’nin 2017 yıllık raporuna ve bilançosuna bakıldığında 9 kişinin gözaltında kaybedildiği, 5’i çocuk olmak üzere 131 kişinin kolluk güçleri tarafından tehdit edildiği ve bu kişilere ajanlık teklif edildiği tespit edilmiştir.[4]
İHD Genel Merkezi, zorla kaçırılıp akıbeti hakkında bilgi alınamayan çok sayıda kişinin durumunu Birleşmiş Milletler Zorla veya İrade Dışı Kaybetmeler Çalışma Grubu’na bildirdiğinden, bu kişilerden bazıları sonradan serbest bırakılmış, bazıları tutuklanmış, bazıları ise gördükleri işkenceye dayanamayarak intihar etmiştir. Bu kişilerin akıbeti Derneğimiz tarafından takip edilmektedir.
Kolluk Gözetim Komisyonu
AB üyelik sürecindeki Türkiye için 2005 – 2015 ilerleme raporlarında, kolluk için denetim sistemi kurulması gereği dile getirilmiş, Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı ile İngiltere İçişleri Bakanlığı arasında imzalanan ve 06.02.2007 tarihinde yürürlüğe giren “Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığını kapsayan Bağımsız Kolluk Şikâyet Mekanizması” konulu Eşleştirme Projesi ile Türk polis ve jandarmasına yönelik yeni bir şikâyet sisteminin kurulması için bir yasal çerçeve hazırlanması amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda Kolluk Gözetim Komisyonu, 20/05/2016 tarih ve 29717 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6713 sayılı Kolluk Gözetim Komisyonu Kurulması Hakkında Kanunla kurulmuştur.[5]
Birleşmiş Milletlere (BM) göre bağımsız denetim sistemi (kolluk şikâyet sistemi) usulüne uygun kurgulandığı takdirde, iç denetim ve yasama denetimi yanında kolluğun hesap verebilirliğini sağlamada önemli bir boşluğu doldurur. Avrupa Konseyi’ne göre de kolluk şikâyet sisteminin ceza yargılamasına veya tazminat talebine alternatif değil bunlara ek olarak kabul edilmesi gerekir. Fakat ne yazık ki 6713 sayılı Kanunla hukuk sistemimize giren Kolluk Gözetim Komisyonu bağımsız denetim sisteminden amaçlanan sonuçları alabilecek gibi görünmemektedir. Bu noktada eksiklik kendini özellikle Komisyonun yetkilerinin yetersiz ve bağımsızlığının sağlanamamış olmasında göstermektedir. Yine Komisyonun ülke çapında örgütlenmeyişi, personel sayısının azlığı, kamuoyunun Komisyonun mevcudiyetinden hemen hiç haberdar olmaması da denetim sisteminden beklenen sonuçların alınması önünde engel oluşturmaktadır.[6]
TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu
Komisyon, güvenlik ve istihbarat birimlerinin gerçekleştirdiği insan hakları ihlallerini araştırmak için bir alt komisyona sahip değildir.[7] 26. Yasama Dönemi’ndeki raporlarına bakıldığında kolluğu denetlediğine rastlanılmamıştır. Derneğimizin Komisyona ilettiği başvurularda İçişleri Bakanlığı’na ve ilgili kurumlara yazılar gönderip araştırma istediğini verdiği cevaplardan görebilmekteyiz. Ancak önleyicilik anlamında etkili bir pozisyonu bulunmamaktadır.
Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu
20.04.2016 tarihli ve 29690 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6701 sayılı Kanun ile Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kurulmuştur.[8] Kurumun başlıca görevleri, ayrımcılıkla mücadele ve eşitliğin sağlanması, işkence ve kötü muameleye ilişkin ulusal önleme mekanizması olarak görev yapmak, insan haklarının korunması ve geliştirilmesine katkı sunmaktır. TİHEK, ulusal önleme mekanizması görevini “İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne Ek İhtiyari Protokol (OPCAT)” hükümleri çerçevesinde yerine getirir.
TİHEK’in web sayfasındaki kararlara ve raporlara bakıldığında işbu raporun konusu olan olaylarla ilgili ne başvuru üzerine ne de resen yapılan bir inceleme görülmüştür. Ayrıca, TİHEK, İHD’nin kendisine yaptığı çoğu cezaevlerinde yaşanan kötü muamele iddiaları olan başvuruları, ancak olayın mağduru olan gerçek kişilerin başvuru yapabileceği gerekçesiyle incelemeye almadığını belirtmiştir. İHD bunun üzerine başvurularını resen inceleme konusu yapması gerektiğini TİHEK’e iletmiştir. Yani, TİHEK’in de ulusal önleme mekanizması görevini yerine getirmediğini söyleyebiliriz.
TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu
17.04.2014 tarihli ve 6532 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 12’nci maddesi ile 01.11.1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilatı Kanunu’na eklenen Ek 2’nci madde uyarınca kurulan Komisyon, MİT Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığı tarafından yürütülen güvenlik faaliyetlerine ve istihbari nitelikteki faaliyetlere ilişkin olarak hazırladıkları raporu inceleyip TBMM Başkanlığı’na rapor sunmakla yükümlüdür ve denetim görevini haizdir. Aynı zamanda güvenlik ve istihbarat hizmetleri sırasında elde edilen kişisel verilerin güvenliğini ve bireyin hak ve özgürlüklerini koruyucu öneriler geliştirmeye çalışmalıdır.
Komisyonun 27. Yasama Dönemi’ndeki faaliyetlerine 1 Kasım 2018 itibariyle başlamış olduğu, ancak sadece Devlet İstihbarat Hizmetleri ile Güvenlik ve İstihbari Nitelikteki Faaliyetlere İlişkin 2017 Yılı Raporu’nu incelediği ve başka bir denetim faaliyetinde bulunmadığı anlaşılmaktadır.[9]
SONUÇ VE ÖNERİLER
- Tehdit, baskı ve zorla kaçırmaya yeltenme uygulamasıyla karşılaşan kişiler, tüm bu girişimlerin kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile işkence ve kötü muamele yasağının ihlali olduğunu bilerek, bu baskı yöntemlerine boyun eğmemeli, yasak sorgu ve ifade işlemlerine iştirak etmemeli, bu girişimlerde bulunan görevliler hakkında başta savcılığa şikâyet olmak üzere tüm hukuki süreçleri işletmelidir.
- Cumhuriyet Başsavcılıkları başta olmak üzere İçişleri Bakanlığı, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Kamu Denetçiliği Kurumu, TİHEK, Valiliklerin İnsan Hakları Kurulları insan hakları ihlalleriyle ilgili kuruluş amaçlarını yerine getirmeli, resen bu ihlallerin takibini yaparak etkin bir adli ve idari soruşturma yürütülmesine katkı sunmalıdır.
- İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Kolluk Gözetim Komisyonu BM ve AK kriterlerine uygun biçimde faaliyete geçmeli, kolluğun hesap verebilirliğini sağlamalıdır.
- Güvenlik ve istihbarat birimleri faaliyetlerini hukuka uygun bir biçimde sürdürmeli, kişilerden baskı ve tehdit yöntemleriyle delil elde etme yönteminden vazgeçmeli, TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu alt komisyon kurarak istihbarat örgütlerinin yasa dışı faaliyetleri konusunda araştırma yapmalıdır.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ
EK:
-2018 yılı Ankara, İstanbul, Diyarbakır ve İzmir Şube başvuruları özetleri
- kaçırılma özel rapor ankara başvuruları
- kaçırılma özel rapor diyarbakır başvuruları
- kaçırılma özel rapor GM dökümantasyon
- kaçırılma özel rapor istanbul başvuruları
- kaçırılma özel rapor izmir başvurularıı
[1] http://bianet.org/bianet/insan-haklari/185901-tanrikulu-ankara-da-kacirildigi-iddia-edilen-yedi-kisiyi-sordu
[2] http://www.ihd.org.tr/ankarada-zorla-kacirilarak-kaybedilenlerin-akibeti-aciklansin-failler-yargilansin/
[3] https://www.hrw.org/tr/news/2017/08/03/307479
[4] http://www.ihd.org.tr/2017-turkiye-insan-haklari-ihalleri-bilancosu/
[5] https://www.icisleri.gov.tr/kolluk-gozetim-komisyonu
[6] Çınar Can Evren, Kolluk Gözetim Komisyonu, http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/20_4_5.pdf
[7] https://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/index.htm
[8] http://www.tihek.gov.tr/index.html
[9] https://komisyon.tbmm.gov.tr/duyurular.php?pKomKod=1007