İstanbul'da İmam Hatip Liselerinde başörtülü kız öğrencilerin okullara alınmaması ile ilgili olarak TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunun Alt Komisyon raporu açıklandı. Bu arada TBMM'nde Milli Eğitim Bakanı Metin Bostancıoğlu hakkında da Komisyon Kurulması kararı verildi. Başbakan Ecevit, Meclis'in Bostancıoğlu hakkında verdiği kararı, "laik cumhuriyet'e karşı" verilmiş bir karar olarak değerlendirdi.
Bu tartışmada, temel veriyi TBMM İnsan Hakları İnceleme Alt Komisyon Başkanı Sayın Burhan Bıçakçıoğlu'na gönderdiği 28.03.2002 tarihli yazılarıyla İstanbul Valisi Erol Çakır sunmaktadır.
Yazının 1/c maddesi: "Bu öğrenciler, (başörtüsü takan İmam Hatip liseli, 18 yaşından küçük çocuklar.H.Ö.) kılık-kıyafet konusundaki devletin hukuki düzenlemelerine uymamalarını dinsel inançlarına (ideolojilerine) dayandırmaktadırlar." (Koyu siyah belirtme, bold, yazının orijinalinde var. H.Ö)
Dinsel inanç eşittir ideoloji değerlendirmesi yapılıyor. Bu basit eşitleme, -bilime aykırı eşitleme- her şeyi açıklamaktadır.
Yazının 1/h maddesi ise, görünür yönetici aktörler dışındaki gerçek yönetici güce işaret etmektedir. İstanbul Valiliği'nin de üstündeki, il bünyesindeki güce dikkat:
"İmam Hatip liselerindeki yukarıda belirtilmiş olan durum; irticai tehdit değerlendirmelerinin yapıldığı her ortamda (Koyu siyah belirtme, bold, yazının orijinalinde var.H.Ö) tartışma ve il yönetimini eleştirme şeklinde (şikayet, istihbarat ve tespitler mevcuttur.) gündeme getirilmektedir. Kurallar ölçüsünde bakıldığında şikayet ve eleştirilerin haklılığı anlaşılmakta, bu husus il yönetiminin zaafı olarak algılanmaktadır."
Yasama organının Bostancıoğlu hakkındaki kararından sonra, Sayın Başbakan'ın ekstrem değerlendirmesine şaşmamak gerekir.
Dinsel inancı ideoloji olarak değerlendirenler, kelepçeyi çocuklara verilmiş hediye bilezik olarak da sunabilirler! Onlar öyle demişse, öyledir (!?) Doğrusu odur. Gerçek de öyledir.
İHD Başörtüsü ve eğitim hakkı konusunda nasıl bir tutuma sahiptir. İşte İHD'nin Tutum Belgesi:
"İnsan Hakları Derneği açısından türban yasağı ya da genel olarak kişilerin "kılık ve kıyafet"ine yönelik ya da bunlarla ilgili baskılar, kişinin özel yaşamına müdahale ve ayrımcılık yasağına aykırılık oluşturur.
Kişilerin seçtiği giyim tarzına karışmak, kamunun yetkisi dahilinde değildir. Kişilerin seçtiği giyim ya da görünüş nedeniyle bazı kamu hizmetlerinden yasaklanması, onlara giyim ya da görünüşleri nedeniyle ayrımcılık uygulanması anlamına gelir.
Türban yasağı olarak adlandırılan uygulamalar, belirli bir kadın ya da kız çocuğu grubunun, seçtikleri giyim tarzı nedeniyle,
i) hem devlet okullarına hem de özel okullara girişini ya da bu okullarda öğrenim görmelerini,
ii) siyasal yaşama ve kamu yaşamının belirli yönlerine katılımlarını,
iii) belirli mesleklerde, bu mesleğin gerektirdiği formasyona sahip olmalarına rağmen çalışmalarını önleyen uygulamalardır.
Bu anlamda, bu tür uygulamalar, ayrıca kadına karşı ayrımcılık niteliği taşımakta; kadınların toplum içinde eşit rollere sahip olmalarını, toplumsal yaşama eşit olarak katılmalarını önlemektedir.
Her ne kadar bu uygulamalar,
a) bu giyim tarzının belirli bir dinsel ya da ideolojik görüşü temsil ettiği,
b) bu giyim tarzını seçenlerin, farklı giyim tarzlarını seçen kadınlara bu nedenle "hoşgörü" göstermeyecekleri ya da onlara baskı uygulayacakları
savlarıyla haklı gösterilmeye çalışılıyorsa ve bu görüşlerde, bütün genellemelerin genel aksaklıklarına rağmen, doğruluk payı olan durumlar söz konusu olsa da, bu:
İnsan hakları bakımından,
Kişinin özel yaşamına ve kişisel tercihlerine dayalı olarak baskı görmesine ya da eğitim ve çalışma hakları gibi temel haklar ya da kamusal ve siyasal yaşama katılım hakkı ayrımcılığa uğramasına izin vermez.
i) Devletin insan haklarını koruma yükümlülüğünün yerine getirilmesi, onun adına davranan hükümetin ve görevlilerinin varlığının ve eylemlerinin meşruiyetinin nihai ölçütüdür.
ii) Kişinin özel yaşamıyla ve kamu yaşamında nasıl görüneceğine ilişkin tercihlerine müdahale etmek ya da bu tercihleri değiştirmesi için baskı yapmak, hükümetin ya da kamunun yetkisinde değildir; hükümetler, kişinin özel yaşamını ya da kamu yaşamındaki görünüşünü belirlemek üzere düzenlemeler yapamaz.
iii) Hükümet ve görevlileri, sadece kişinin bu tür tercihlerinden dolayı görebileceği zararları ve ayrımcı muameleyi önlemekle yükümlüdür.
iv) Eğitim hakkı, çalışma hakkı, kişisel yaşama müdahale yasağı ve kamusal yaşama katılma hakkı dahil olmak üzere temel hakların korunması ya da gerçekleştirilmesi, hiçbir istisnaya tabi değildir.
v) İnsan haklarının ya da yurttaş haklarının kişinin belirli bir siyasal görüşe ya da dine mensup olması nedeniyle kısıtlanması, bütün devletleri bağlayan ayrımcılık yasağına aykırıdır.
vi) Kız çocuklarının ve kadınların belirli bir giysiyi giymeleri nedeniyle, örtünmeleri ya da örtünmemeleri nedeniyle eğitim hakkından, çalışma hakkından ve kamusal yaşama katılma hakkından mahrum bırakılması, devletin onların kişisel gelişimlerinin önündeki engelleri kaldırma yükümlülüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yasağına ve kadınların insan hakları konusundaki çalışmaların amacına aykırıdır.
Siyasal ve toplumsal bakımdan ise, İHD,
i) Bu tür uygulamaların toplumda yarattığı kutupsallaşma ve gerginlikten kaygılıdır.
ii) Bu uygulamanın ve benzeri uygulamaların "Milli Güvenlik" konsepti içerisinde değerlendirildiğini gözlemlemektedir.
iii) Devletin yürütme birimlerinin taraf olduğu böyle bir siyasal ve toplumsal kutupsallaşmada yargının, insan haklarını ve hukukun genel kurallarını gözetecek bir tavır içerisinde olamadığını; bu durumun da, hukukun üstünlüğü ilkesini zayıflattığını gözlemlemektedir.Türkiyede hukukun ilerlemesi, hukukun üstünlüğü ilkesinin yaşama geçmesi ile olanaklıdır.
iv) Bu tür uygulamalar etrafında yaratılan kutuplaşmanın, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı, çoğulcu bir demokrasi umudunu aşındırmakta olduğunu da gözlemlemektedir."
Hüsnü Öndül
Genel Başkan