Biz kadınlar olarak eşitlik, özgürlük ve daha iyi yaşam taleplerimizden vazgeçmeyeceğiz. Dünyanın tüm sömürü sistemlerinde, savaşlarda, ekonomik buhranlarda yaşamı ilk önce etkilenenler, kadınlar ve çocuklardır. Önce onlar yaralanır, önce onlar yoksullaşır ve önce onlar şiddete uğrar. Suriye savaşında kaçırılan binlerce Ezidi kadından bugün hala haber alınamamaktadır. Binlerce kadın ve çocuk yaşamını yitirdi, kimsesiz kaldı ve istismar edildi, edilmeye de devam ediliyor.
Binlerce yıldır kadına şiddet devam ediyor ve birçok yerde bu şiddet kurumsal bir hal almıştır. Antik çağdan bugüne kadar mizojini yani kadına yönelik nefret, eril sistemler tarafından diri tutulmaya çalışılmıştır. Kadına yönelik şiddet ve cezalandırmalarda, yalnız kadınlar değil toplumun genelinin baskı altında tutulması amacı vardır.
Kadının toplumsal yeri, hakları hatta giyim ve kuşamının sınırları dahi erkekler tarafından şekillendirilmiştir. Günlük kullanım diline yerleşen kadını aşağılayan, nesnelleştiren argümanlar genellik kazanmıştır. Biz bugün bu dili ve anlayışı ortadan kaldırmak için varız ve var olacağız.
Tespit edilebildiği kadarıyla; 2018 yılı içinde 320 kadın erkekler tarafından öldürüldü, 39 kadın yaşadığı şiddet nedeniyle intihar etti; 832 kadın toplumsal alanda şiddet, tecavüz ve taciz, ev içi şiddete uğradı; 527 kadın fuhuşa zorlandı. 2 Kasım 2018’de basına yansıyan bilgilere göre, CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer’in, kadına yönelik şiddetle ilgili İçişleri Bakanlığının yanıtlaması istemiyle verdiği soru önergesine alınan yanıtta; 2018 yılının ilk 7 ayında şiddete maruz kalan kadın sayısının 96 bin 417 olduğunu belirtildi, 2018 yılının ilk 7 ayında şiddete maruz kalan kadınlardan 393’ünün hayatını kaybettiğini ifade edildi.
Eril zihniyetin hüküm sürdüğü bu coğrafyada şiddet ve eşitsizlik kadınların doğalı gibi sunulmaya çalışılmaktadır. Kadınların uzun yıllara dayalı mücadelesi sonucunda kazanılan hakları yok sayılıyor. Kadını ev içine hapsetmeye; çocuk, hasta, yaşlı bakımından sorumlu, ev içi işlerle meşgul etmeye dönük bir politika dayatılıyor. Kadına yönelik şiddet ve cinayet vakalarında erkekler cezasızlık zırhı ile korunmaya çalışılmaktadır. Erkek şiddeti ile katledilen Şule Çet davasında, Adli Tıp Kurumunu raporunda bilimsellikten uzak, kadına yönelik şiddeti mazur gören ifadeler yer almıştır. Kadına yönelik bu şiddeti olumlayan ve koşullarını kadına yükleyen bir rapor, resmi olarak dava dosyasına girmiştir.
Onlarca kadının hayatının tehlike altında olduğunu ifade etmesine ve korunma talep etmesine rağmen bu talepleri karşılanmamış ve göz göre göre katledilmiştir. Sığınma evlerinin sayıları ihtiyacın çok çok altındadır. Kadına yönelik şiddet etkili bir biçimde soruşturulmamaktadır.
Son zamanlarda “Cinsel İstismar Suçlarında, mağdurun faili ile evlenmesi, cezanın ertelenmesi ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasını da öngören af tasarısı” gündeme getirildi. 15 yaşını tamamlamamış çocuğa karşı cinsel istismarın suç sayılması hükmü 12 yaşına düşürülmek isteniyor. Çocuklara yapılan her cinsel davranış “erken evlilik” adı altında manipüle edilerek kabul görmesi sağlanmaya çalışılıyor. Erken evlilik kavramı iktidarın dilidir, çocukların evliliği cinsel şiddettir.
BM “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) Türkiye tarafından 1985 yılında imzalanmıştır. İstanbul Sözleşmesi 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaya açıldı ve 2014 yılında yürürlüğe girdi. Ancak bu sözleşmenin hükümlerinden, ilgili olan kurumlar habersizmiş gibi davranıyorlar. Ne yargı ne de kolluk bu sözleşmeye bağlı değil. İstanbul Sözleşmesinin gereklerinin yerine getirilip getirilmediğini denetlemek için kurulan Grevio, Türkiye raporu açıklamış ama bu rapor için yapılacaklar kamuoyu ile paylaşılmamıştır. Grevio raporu dikkate alınarak İstanbul Sözleşmesinin gerekleri yerine getirilmeli ve tüm düzenlemeler, yargı ve hukuksal normlar bu sözleşme çerçevesinde uygulanmalıdır.
Türkiye Devleti; kadına, çocuğa ve LGBTİ+ bireylere karşı her türlü şiddeti, ayrımcılığı ve kötü muameleyi engellemeli ve insanca yaşamayı sağlayacak sözleşmelere sadık kalarak gerekli düzenlemeleri acil olarak yapmalı, uymayan kişi ve kurumlara yaptırımlar getirmeli, cezasızlık ile ödüllendirmekten vazgeçmelidir.
Biz kadınlar olarak toplumsal yaşamın; her alanda eşitlikçi, özgürlükçü ve adil olmasını talep ediyoruz. Bu bir istek değil, doğal, doğuştan gelen haklarımızdır. Cinsiyetler arasındaki eşitsizlikler derhal ortadan kaldırılmalıdır. Biz kadınlar toplumsal yaşamın her alanında varız, var olmaya devam edeceğiz. Haklarımızı yüksek sesle haykırmaktan vazgeçmeyeceğiz, susmayacağız. Haklarımız için mücadele etmekten geri durmayacağız.
Yaşasın Dayanışma!
Yaşasın 8 Mart!
İHD’li Kadınlar