Başını ABD’nin çektiği egemen devletler, küresel ölçekteki bir sömürüyü ve hakimiyeti öngören yeni dünya düzenini tüm dünya halklarına kabul ettirmek için savaş dahil her türlü yola zorbalığa başvuruyor. Afganistan ve Irak’ta savaş ve işgal sürüyor. Ebu Garib ve Guantanamo’da yapılan işkenceler tartışılırken, CIA’nin dünyanın birçok ülkesinde işkence merkezlerinin bulunduğu ortaya çıktı. Ne Birleşmiş Milletler ve ne de diğer uluslararası kuruluşlar bu gidişe dur deme gücüne sahip değil.
Açlık, sefalet, eşitsizlik, adaletsizlik, sömürü dünya için birer tehlike olarak görülmezken, bunlara karşı verilen demokratik ve barışçıl tepkiler, “terörün bir parçası” olarak tanımlanmakta ve şiddet kullanılarak bastırılmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ndeki hak ve özgürlüklerin korunup geliştirilmesi yerine, “terör” söyleminin arkasına sığınıp, mevcut haklar alabildiğine sınırlanmak isteniyor. İnsan hakları kavramlarının içi boşaltılmakta ve yeniden küresel güçlerin çıkarları doğrultusunda tanımlanmaktadır.
Küresel ölçekteki bu politikalara paralel olarak, tek tek devletler de kendi ülkelerinde, benzer korku politikaları ile özgürlükleri sınırlayıcı düzenleme ve uygulamalara gidiyorlar. Avrupa ülkelerinde, göçmenler ve sığınmacılarla ilgili sertlik politikaları, ırkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı etkili ve tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Fransa’da yabancıları ve göçmenleri dışlayıcı, ayrımcı uygulamalar, karşı şiddeti kışkırtmış ve son günlerdeki üzücü olayların yaşanmasına yol açmıştır. İngiltere’de de terörle mücadele yasalarında kişi hak ve özgürlüklerini tümüyle ortadan kaldıran radikal değişiklikler gündemde. İtalya, Danimarka ve diğer Avrupa ülkelerinde de benzeri yaklaşımlar kabul görüyor.
Dünya kaynakları güçlü devletler tarafından alabildiğine tüketilmekte, küresel ısınma ve iklim değişiklikleri dünyanın geleceğini tehdit etmektedir. Dünya kaynaklarının tüketilmesinde, küresel ısınmada ve iklim değişikliklerinde en büyük sorumluluğu olan ABD, bu konularda koruyucu ve önleyici önlemler getiren, yaptırımlar öngören Kyoto Porotokolünü imzalamamakta direniyor. Küresel neoliberal ekonomik politikalar, gelişmiş ülkelerle, yoksul ülkeler arasındaki uçurumun giderek daha da büyümesine neden olmaktadır.
Bütün insanlığın ortak mirası olan dünya kaynaklarının hakça paylaşımı ve yoksulluğun azaltılmasına yönelik olarak yok denecek ölçüde pay ayrılırken, silahlanmaya yılda yaklaşık bir trilyon dolar civarında kaynak ayrılıyor.
Evrensel Bildirgenin 57. yılında Türkiye’de de durum farklı değil. Demokrasi, insan hakları hukukun üstünlüğü konularında özellikle uygulamadan kaynaklanan sorunların çözülmesi yerine, mevcut hak ve özgürlüklerin daha da kısıtlanması çabaları var. Demokrasilerde en temel özgürlük alanı olan ifade özgürlüğü tehdit altında olmaya devam ediyor. Bilim adamları, yazarlar, politikacılar, gazeteciler düşüncelerinden dolayı yargılanıyor ve cezalandırılıyor. Hırant Dink ve Fatih Taş mahkum edildi, Orhan Pamuk ve Ragıp Zarakolu mahkum edilmek isteniyor. Prof. İbrahim Kaboğlu ve Baskın Oran aleyhine yeni dava açıldı. Sadece Kürtçe “günaydın” dediği için politikacılar mahkum ediliyor.
Yoksulluk, işsizlik, bölgeler arası eşitsizlik, adaletsiz gelir dağılımı ülkemizin en temel sorunları olmaya devam ediyor. Ülke kaynakları insanlarımızın daha iyi yaşamasına yönelik olarak harcanması yerine, şiddet politikalarının sürdürülmesinde kullanılıyor.
Sorunların demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesi yerine, şiddete başvurma ve yok sayma anlayışında en küçük bir esneme yok. Kürt Sorunu çözüm bekleyen temel sorunlardan birisi olarak devam ediyor. Devletin her alandaki tekli yapısı, etnik, dini ya da kültürel farklılıkları kabul etmemekte direniyor. Sistemin sivilleşmesi ve demokratikleşme yönünde temel adımlar atılabilmiş değil.
İşkence uygulamaları devam ediyor ve işkenceciler her aşamada korunuyor. Cezaevlerindeki tecrit, işkence ve kötü muamele, gayri insani yaşam koşulları aynen sürüyor. Cezaevleri sorununa bir çözüm bulunması konusunda herhangi bir siyasi irade yok.
2005 yılında artış gösteren, insan hakları kuruluşlarına ve savunucularına yönelik yasal ve fiili baskılara son verilmelidir.
Şemdinli’de patlayan bomba ile Susurluk Çetesi’nin halen işbaşında olduğunu öğrendik. İdam kaldırıldı ama, polis silahsız ve barışçıl gösteri yapanlara ateş açarak öldürüyor. Yasal olarak kaldırılmış olmasına rağmen OHAL hükümleri fiilen uygulanmaya devam ediliyor. Ne yazık ki ülkedeki silahlı çatışma ortamı giderek daha da kötüleşmekte, her gün insanlarımız ölmekte. Bu durum hepimize acı veriyor. İHD ve TİHV olarak, kurulduğumuz günden beri ifade ettiğimiz gibi, sorunların şiddete başvurmadan demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülebileceğine olan inancımızı bir kez daha tekrar ediyoruz. Türkiye’de devlet içerisindeki yasadışı çetelerin dağıtılması ve sorumluların yargılanmasını talep ediyoruz. Dünyada ve Türkiye’de şiddetin son bulması için mücadeleye devam edeceğiz. Bunun için gerekli ulusal ve uluslararası dayanışma ve işbirliğinin içerisinde olacağız.
Dünya egemenlerini ve devletleri BM ilkelerine ve hukukuna uymaya davet ediyoruz.
Dünya İnsan Hakları gününde, tüm insanlığa barış ve refah dileklerimizi tekrarlıyoruz.
YAŞASIN BARIŞ, DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI MÜCADELESİ.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ | TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI |
Yusuf ALATAŞ Genel Başkan |
Yavuz ÖNEN Başkan |