1128 akademisyen, 11 Ocak 2016 tarihinde yayınladıkları bildiri ile Kürt sorununda uygulanan şiddetin son bulmasını isteyerek barış için müzakere çağrısı yapmışlar ve bu konuda devleti uyarmışlardır.
Herkes gibi akademisyenlerin de düşünce ve ifade özgürlüğü hakkı vardır. Düşünceyi ifade özgürlüğü temel insan haklarındandır ve demokratik bir toplumda ifade özgürlüğü toplumsal varoluşun temelidir. Bütün ulusal üstü belgeler düşünce ve ifade özgürlüğünü güvence altına alır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile Türkiye Anayasa Mahkemesi’nin de bu konuda yol gösterici kararları bulunmaktadır. İfade özgürlüğü hem bir bireysel hak, hem de kolektif bir haktır. Bu hakkın en dolayımsız biçimde gerçeklik bulduğu akademik özgürlük ise mutlaktır ve hiçbir şekilde sınırlandırılamaz. Yanı sıra demokratik rejimlerde kamu gücünü kullananlara ve onların icraatlarına yönelik eleştiri, ifade özgürlüğünün en geniş güvencesi altındadır.
1128 akademisyen de bu evrensel ilkeler çevresinde hareket ederek en temel demokratik haklarını kullanmış ve Türkiye’de devam eden silahlı çatışmalarda meydana gelen ağır hak ihlallerini dile getirerek devlete yönelik önemli ve bizim de desteklediğimiz bir uyarıda bulunmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına Cumhurbaşkanının bu konuda karşıt bir açıklama yapması ve akademisyenleri ağır bir şekilde eleştirip hedef göstermesi sonucunda adeta bir sosyal linç ve cadı avı başlatılmıştır. Bu demokrasi ilkelerini, akademik özgürlüğü ve ifade özgürlüğünü ayaklar altına almaktan başka bir şey değildir.
Cumhurbaşkanının açıklamalarından sonra YÖK’ün tamda kendisinden beklenildiği gibi üniversiteleri harekete geçirerek akademisyenler ile ilgili idari soruşturmalar açtırması, bazı akademisyenlerin sözleşmelerinin feshedilme tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmaları, bazı akademisyenlerin açığa alınmaları tipik bir otoriter devlet uygulamasıdır. Bu yetmezmiş gibi, ayrımcı, ırkçı ve otoriterlik yanlısı çevrelerin sosyal medya üzerinden akademisyenleri hedef haline getirip sosyal linç kampanyası başlatması bu kişilerin başta yaşam hakkı olmak üzere kişi güvenliği ve özgürlüğü hakkını açıkça tehdit etmektedir. Bu kaygı verici gelişmelere rağmen suç örgütü lideri olduğu bilinen ve bu konuda hakkında çok sayıda adli dosyası bulunan Sedat Peker isimli kişinin açıkça akademisyenleri ölümle tehdit etmesi karşısında Cumhuriyet Savcılarının harekete geçmemesi Türkiye’nin aklını yitirdiği dönemlerden birisini oluşturmaktadır.
Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü yönünde çaba gösteren ve tutum açıklayan herkesi, şiddeti kutsayan devlet politikası karşısında hedef olarak göstermek oldukça vahim toplumsal olayların gelişmesine zemin hazırlayabilir ve Türkiye’nin iç barışını tehlikeye atabilir.
Üniversitelerimizin ve akademik özgürlüğün yüz akı olan, barıştan yana tutum açıklayan akademisyenlerin yalnız olmadığını, akademisyenlerin bu onurlu tutumu ile 12 Eylül 1980 darbesi sonrası yayınlanan aydınlar bildirisi gibi tarihsel bir öneme sahip olduğunu belirtiyoruz. Özellikle de Türkiye ve dünya insan hakları hareketinin insan haklarına saygı ve özgürlüklerden yana tutum alan imzacı akademisyenlerin sonuna kadar yanlarında olduğunu kamuoyuna duyururuz.
İNSAN HAKLARI DERNEĞİ (İHD)
TÜRKİYE İNSAN HAKLARI VAKFI (TİHV)