Cezaevleri sorunu yeniden tartışılıyor ve bu tartışmada, “içeridekiler nasıl tam teslim alınır” ana konu oluyor.
Tartışma, “tutukluların hakları” eksenli olarak yürütülmek gerekirken, devletin otoritesi nasıl sağlanır eksenli olarak yürütülüyor.
Tutuklu ve hükümlülere devletin ayırdığı iaşe bedelinin bir çorba bedeli olduğu unutuluyor. Tutukluları açlığa mahkum eden bir devletin sağlayacağı otoritenin, meşruiyetten yoksun olacağı düşünülmüyor.
Tutukladığı insanlara barınacak yer olarak koğuşu gösteren, o koğuştaki yaşam koşullarının kötülüğünü gördüğü halde buna aldırmayıp, tutuklu ve hükümlüleri ağır yaşam koşullarında yaşamaya zorlayan zihniyet sorgulanmayacak mıdır?
Tutuklu ve hükümlülerin, sağlık hizmetlerinden yararlanmaları engelleniyor. Örneğin Engin Huylu adlı bir tutuklu, Çankırı’dan Ankara’ya getirilinceye değin, yolda öldü. Sormak gerekir, yüzlerce tutukluyu barındıracak bir cezaevini Çankırı’ya inşa eden devlet, tutukluların acil ve sürekli hastalık halleri için ne düşünüyor?
Yurttaşını cezalandırmak üzere örgütlenmiş ve bunu da başarıyla yerine getiren devlet, Marmara depreminde olduğu gibi, yurttaşını kurtarmak ve onu daha iyi koşullarda yaşatmak üzerine bir örgütlülüğe ve zihniyete sahip değildir. Cezaevi gerçeğine bir de bu açıdan bakalım.12 Eylül’den bu yana yüzlerce açlık grevi’nde insanlar yaşamlarını yitirerek sosyal haklarını kazanmak istediler. Bu haklar ulusalüstü belgelerde zaten tanınan haklardı. Yurttaşlarını direnmeye zorlayan, o arada onları öldüren devletin adı, “demokratik hukuk devleti” olur mu?
Tutukluların ancak bir arada olduğunda, yasa dışı eylem ve işlemlere karşı bir güç oluşturabileceği ve kamu görevlilerine karşı kendisini savunabilecekleri bir ortamda, tutuklu ve hükümlüyü insan olarak görmeyip, “terörist” nitelemesi ile anan bir zihniyetin olduğu yerde, gizlenmiş adı “Oda”, gerçek özelliği “hücre” olan bir yapılanma savunulabilir mi?
İHD, Adalet Bakanlığı’nın ve kimi hukuk kurumlarının savunduğu “Oda” sistemine kesinlikle karşıdır.
İHD, insanların ruhlarının teslim alınmasına, o insanlar ne ile suçlanırsa suçlansın, karşı çıkar.
Öldürerek ve cezalandırarak sorun çözmeyi bir idari pratik olarak sergileyen devlet politikası, sorunların asıl kaynağıdır. Adalet Bakanlığı, “idari pratik” ile ne demek istediğimizi gayet iyi bilmektedir.
Hiçbir tutuklu ve hükümlü, barınma, beslenme, sağlık, eğitim ve iletişim haklarını doğal bir hak olarak tanımayan ve tanıdığında da bunu bir lütuf olarak gören anlayışın insafına teslim edilemez.
Başka bir cezaevinde çekilmiş bir fotoğrafı, Ankara’da öldürülenlerin nasıl da eylem halinde olduğunu göstermek üzere kullanan basını, sorumlu davranmaya çağırıyoruz.
Fotoğraftakiler Ankara Merkez Kapalı Cezaevinde öldürülenler olmadığı gibi, o fotoğrafa dayanılarak da öldürme eylemleri gerçekleştirilmemelidir. Kamu görevlilerinin operasyonlarında, her şart altında eylemle orantılı güç kullanımı esas olmalıdır. Ankara Merkez Cezaevinde yapılan operasyon ise, önceden planlanmış, imha etmeye yönelik bir operasyondur. Burada, aşırı ve ölçüsüz güç kullanıldığı ve doğrudan öldürme amaçlı bir operasyon yapıldığı ortadadır.
Her olayda olduğu gibi İHD’yi bir yerlere ve çoğu kez olumsuzluğun olduğu yere yerleştirme gayretleri görülmektedir. İHD cezaevlerine faks göndermemektedir. Cezaevinde tutuklularda faks bulunmamaktadır. İHD’deki bilgiler açık bilgilerdir. Tek tek kişilerin, araştırma yapanların, kamu ve özel kuruluşların, insan hakları savunucularının ve insan hakları kuruluşları ile diğer demokratik kitle örgütlerinin ihtiyaç duydukları bilgiler İHD’de varsa kendilerine verilir. Yüzlerce, binlerce doküman arasında İHD’den gönderildiği bildirilen faksın öne çıkarılmasını yadırgadığımızı açıklamak isteriz. İHD’den bilgi isteyen kişilerin maksatlarını biz bilemeyiz.
Cezaevlerindeki sevkler durdurulmalıdır.
Hücre tipi cezaevi projelerinden vazgeçilmelidir.
Ankara Merkez Kapalı Cezaevi saldırısıyla ilgili kamuoyuna doğru ve gerçek bilgiler verilmelidir.
Saldırıyla ilgili olarak, sorumlular hakkında derhal soruşturma açılmalıdır. Adalet Bakanı kamuoyuna tatmin edici açıklama yapmalıdır. Tutuklu ve hükümlüleri tahrik edici, tehditkar ve onların insan olma onurlarını incitici açıklama ve değerlendirmelerinden kaçınılmalıdır.
Cezaevi sorunlarının kaynağı koğuş sistemi değil, yönetim zihniyetinin ve uygulamasının ürünüdür. O nedenle, sürekli hak ihlaline dayalı zihniyet ve uygulama değişmelidir. Bu konuyla ilgili olarak Adalet Bakanlığı, yalnızca bürokratların ve üniversitelerin görüşüne değil,tutuklu ve hükümlüler dahil olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinin görüşlerini dikkate almalıdır.
Cezaevleri konusu, yalnızca güvenlik ya da yaygın kullanımı ile devlet otoritesinin nasıl sağlanacağı eksenli olarak değil, tutuklu ve hükümlülerin hakları eksenli olarak ele alınmalıdır.
Hüsnü Öndül
Genel Başkan